Yaptırım ile zafer arasında: 10 Aralık

AB’nin 10 Aralık plânı çöp oldu ama Türkiye’nin Azerbaycan ile yaptığı 10 Aralık, AB ve ABD’nin gözünü kamaştıracak bir haşmette doğdu. Türkiye, AB ve ABD’ye 10 Aralık günü Bakü’den şöyle diyordu: “Dünya, artık sizin sömürüp köleleştirdiğiniz dünya değildir! Dünyada yeni güç merkezleri oluştu ve Asya, Batı’nın önüne geçmeye başladı. Ben de o Asya’nın yükselen yeni güçlerinden biri olarak kendi eksenimi kurdum. Beni izlemeye devam edin!”

10 Aralık 2020 tarihi, Türkiye açısından önemli dönemeçlerden biriydi. AB, bu tarihte Türkiye’ye yaptırım uygulamak için altı aydır Akdeniz’de nice dümen çevirip nice sinsi tuzak kurdu. Ancak AB’nin Libya’daki açmazı ve pandemi sürecindeki basiretsizlik, Birliği güney ve kuzey istikametinde âdeta ikiye ayırdı.

Özellikle İtalya ve İspanya’nın pandemi sürecinde yaşadığı sarsıntı ve buna mukabil Birliğin lokomotifi konumunda olan Almanya ve Fransa’nın bencil ve çıkarcı tavırları, organizasyonu derinden etkiledi.

Pandeminin ilk şokundan sonra, özellikle Fransa’nın içinde bulunduğu durum kendisi açısından vahim bir tablo sergiliyordu. İçeride Sarı Yelekliler ve sosyolojik zeminde kaymalar asayiş açısından içinden çıkılmaz bir tablo sunuyordu. Dışta ise bir asırdan fazla sömürdüğü Afrika’da artık yeni rakip güçler sahaya inmişti. 2011’den beri türlü oyun ve hilelerle yutmaya çalıştığı Libya boğazına durmuş, açgözlülüğünden dolayı yutamayacağı irilikte av yakalayan bir yılan gibi debelenip duruyordu.

Libya’da Hafter ile çevirdiği gayr-i meşru işler tam istediği sonuca ulaşmak üzereyken Türkiye’nin devreye girmesi bütün plânlarını bozdu.

Plânı bozulan sadece Fransa mıydı? Ne gezer!

Başta Fransa olmak üzere Yunanistan, İsrail, BAE, Suud, Mısır, Rusya ve örtü altında kalsa da ABD… Ama en büyük hasarı Fransa ve Yunanistan aldığı için feryatları ayyuka çıktı.

İlk akıllarına gelen şey, zamanında Libya üzerinden Avrupa’ya gelen göçmenleri engellemek için kurdukları İrini Operasyonu’nun silahlı birimleri oldu. Güya bu birimle barış havarisi kesilerek Libya’ya giden silah ve mühimmat yüklü gemileri denetleyeceklerdi. Ama asıl hedef Türkiye idi tabiî...

Fakat AB içindeki çatlağın ne kadar derin olduğunu biz bu esnada gördük; Malta elbette İngiltere ile birlikte hareket ettiği için bu operasyondan çekilirken, İtalya ve İspanya işi sulandırdılar. Zira biliyorlardı ki bu iş, Fransa’nın çıkarlarına hizmet ediyordu. Dolayısıyla Fransa günün sonunda kala kala Yunan-Rum ikilisiyle kaldı. Acil bir şeyler yapması gerekiyordu Türkiye’ye karşı, değilse büyük ve etkin devlet imajı çöp olmak üzereydi.

Nihâyet bu imajı kurtaracak bir fırsat yakaladı.18 Haziran 2020’de NATO Akdeniz Koruma Birimi’nde görevli bir Fransız savaş gemisi, üstüne vazîfe değilken birdenbire rota kırarak Türk savaş gemilerinin koruduğu bir gemiye operasyon çekmek istedi ve bu niyetinin anlaşılması üzerine Türk savaş gemilerinin radar kilidine maruz kalarak gerisin geriye kaçmak zorunda kaldı.

Fransız bandırasıyla Türk savaş gemilerini sindireceğini sanan Fransa, beklemediği bu tepki karşısında ne yapacağını şaşırarak önce bizi NATO’ya şikâyet etmeyi denedi ama kanıt sunamadığı için kâle alınmadı.

Ardından AB’nin Akdeniz’e kıyısı olan yedi ülkesini toplayıp AB zirvesi öncesi bir yaptırım peşine düştü. Bu teşebbüsü de İtalya-İspanya direncine çarparak kırıldı.

Çırpındıkça batan ve dünya nazarında hızla itibar kaybeden Fransa, kaybettikçe içerleyen ve kayıplarını bir hamlede telâfi etmek isteyen bir kumarbaz gibi masaya yeni bir pey sürdü: Navteks ihlâli...

Türkiye, Mavi Vatan’ı navteks ilânlarıyla dünyanın belleğine nakşetmeye çalıştığı bir süreç işletiyordu. Bu sürecin unsurlarından biri olarak da Güney Kıbrıs’ın güneybatı istikametinde Oruç Reis için navteks ilân etmişti. 27 Ağustos 2020’de Girit istikametinden kalkan altı adet Yunan F-16 uçağının Oruç Reis’e doğru rota kırmaları üzerine -kendi ifadelerine göre- nereden geldiği anlaşılmayan Türk F-16’ları, bu uçakları radar kilidi atarak dünya kamuoyu önünde rezil etmiş ve üslerine dönmeye mecbur bırakmışlardı. Bu ihlâlin daha sonra ortaya çıkan bir faili daha vardı ki evlere şenlik! Bu fail, Yunan savaş uçaklarına denizden destek veren Fransız gemisiydi…

Plâna göre bu geminin desteğindeki Yunan savaş uçakları havadan, bu gemi de denizden Oruç Reis’i yanlışlıkla (!) hedefe koyacaktı.

Plân buydu ama Fransa, Türk Ordusunun savaş kabiliyetinin ne raddeye yükseldiğini bu alçak ve sinsi plânda yaşadığı şoktan sonra öğrendi. Türk Ordusunun elektronik harp sistemleriyle iletişim sistemleri ve silah mekanizmalarının kilitlendiği Fransız gemisi, ânında tepesinde ebabil sürüsü gibi uçuşan Türk savaş cisimlerini -“cisimler” diyorum, çünkü “tanımlayamamışlar”- görünce ayağı suya erdi.

Fransa burada da, muzaffer bir muhrip gibi girdiği navteks sahasından rezil bir hezîmet hissiyle çekilmek zorunda kaldı.

Türkiye’nin bu hamlesi, Fransa’nın Türk Ordusunun savaş gücü karşısındaki aczini bütün dünyaya gösterdi. Bu olaydan sonra Fransa, “Uçak gemimi Kıbrıs’a göndereceğim, geliyorum, geldim” gibi durumu kurtaracak psikolojik operasyonlar yapsa da realite bambaşka bir şeydi ve Fransa boyunun ölçüsünü, mânen Akdeniz sularına gömülerek almıştı.

Sözde mütekebbir siyâset acemilerinin geliştirdiği idarî model: Fare deliğinden yönetim

Fransa bu olayın ardından Lübnan, Irak, Erbil yönetimi ve BAE arasında mekik dokuyarak Türkiye aleyhinde bir şeyler yapmaya çalıştı, ancak Lübnan’dan kovularak baltayı taşa vurdu. Fakat Macron gibi, hırsı aklının beş fersah önünde giden bir adamın bir şeyler yapması lâzımdı. Nihâyet ruh ikizini buldu: Paşinyan…

Paşinyan’ın hırsları da Macron gibi aklının hayli önünde gidiyordu. Zaten Ermenileri bir buçuk asırdır himâye eden, kullanan ve yönlendiren başat aktör Fransa idi…

Ermenistan ilk tahrikte sınırları ihlâl edecek bir yapıda idi ve Azerbaycan’ı yıllardır temas hattında huzursuz ediyordu. Önce Tovuz üzerinden ezber bozan bir ihlâl denemesi yapan Ermenistan’a verilen karşılık ve gelen tepkilerin yetersizliğini görünce Bakü’yü bile işgal edeceğine dair rüyalar görmeye başladı. Zira tek tepki Türkiye’den gelmişti ve Azerbaycan ile bir tatbikat yapan Türkiye de geri dönmüştü. Acaba gerçekten de geri dönmüş müydü?

Ermenistan’ın özellikle Fransa ve BAE tarafından sahaya sürüleceğini çok iyi değerlendiren Azerbaycan ve Türkiye, ortamın da lehte olduğunu değerlendirerek 30 yıldır işgal altında bulunan Karabağ’ı kurtarmaya karar verdiler. Nitekim bu öngörü tuttu ve Ermenistan saldırıya geçerek bize beklediğimiz fırsatı sundu!

Ermenistan’ın ve onu sahaya sürenlerin güvendiği şey, Rus savaş doktrinine göre üç veya dört kademeli şekilde savunma hattı kurmuş olan Ermenilerin savunma hatlarının kırılamayacağı fikriydi. Fakat öyle olmadı; Suriye ve Libya’da Rus silah sistemlerini nasıl imha edeceğini öğrenmiş olan Türkiye, bu deneyimlerini ve bu deneyimlerin olmazsa olmazı olan silah sistemlerini Azerbaycan’ın emrine vererek Karabağ Savaşı’nın kaderini kısa zamanda değiştirdi.

Sonuç, Ermenistan ve destekçileri açısından tam bir felâketti!

30 yıldır Karabağ’da bir zulüm ve tedhiş ordusu gibi varlık gösteren Ermenistan ordusu, 44 günde ağır bir yenilgiye uğradı. Rusya zamanında el atmasaydı, muhtemelen bir ay içinde de külliyen imha edilecekti. Savaşın sonunda Bakü’ye gireceğine dair hayâller kuran Paşinyan, fare gibi bir deliğe gizlenerek mağlûbiyet metnini imzalamış ve halkının öfkesi dininceye kadar da o delikten çıkmayarak yeni bir yönetim olan “delikten yönetim” modelini geliştirmişti.

Fransa’nın Ermenistan’ı da perişan etmesiyle sonuçlanan hırslı liderlik anlayışı Türkiye tarafından yüksek bedeller ödetilerek söndürülünce, dümene Almanya geçti.

Almanya süreç içerisinde her ne kadar tarafsız kisvesi giyse de gönlü Türkiye’nin diz çökmesinden yanaydı. O da bir an mantığını hırsına teslim ederek 10 Aralık AB Zirvesi için bir yaptırım gerekçesi arama peşine düştü.

Almanya’nın bu tavır değişikliğinde ABD’nin Biden ile yola devam edeceğinin anlaşılması da etkin olmuştu.

Almanya’nın da Türk ticâret gemisine İrini Operasyonu çekme tuzağına düşerek rezil olması sonucunda 10 Aralık AB Liderler Zirvesi, rutin bir toplantı hâline gelmişti. Sindirmek istedikleri Türkiye karşısında sinmişlerdi.

Ancak Türkiye boş durmuyor, oyunlarına devam ediyordu. AB’nin altı aydır bir tehdit kılıcı gibi salladığı yaptırım içerikli 10 Aralık AB Zirvesi’ne karşı o zirveyi kendi içinde bile anlamsız kılan bir hamle yaparak “Azerbaycan ile 10 Aralık 2020’de Bakü’de bir Zafer Töreni tertipledi”.

Tören tarihi özellikle “10 Aralık” günü olarak belirlenmişti. AB, 10 Aralık’ı dünya gündemine oturtacak bir zirve olarak plânlamıştı ama gerek Fransa, gerek Almanya’nın çabalarına rağmen bu plânları Türk devlet aklı karşısında hiçbir işe yaramamıştı.

Dünya 10 Aralık günü Brüksel’i değil, büyük bir merak ve gıpta ile Bakü’deki geçit törenini izledi. Eminim, Brüksel’de toplanan AB’nin hak ve hukuk simsarı liderleri de toplantı arasında bu töreni izleyerek iç geçirmişlerdir.

AB’nin 10 Aralık plânı çöp oldu ama Türkiye’nin Azerbaycan ile yaptığı 10 Aralık, AB ve ABD’nin gözünü kamaştıracak bir haşmette doğdu. Türkiye, AB ve ABD’ye 10 Aralık günü Bakü’den şöyle diyordu: “Dünya, artık sizin sömürüp köleleştirdiğiniz dünya değildir! Dünyada yeni güç merkezleri oluştu ve Asya, Batı’nın önüne geçmeye başladı. Ben de o Asya’nın yükselen yeni güçlerinden biri olarak kendi eksenimi kurdum. Beni izlemeye devam edin!”

10 Aralık günü Başkan Erdoğan’ın Bakü’de yaptığı konuşma, Türkiye’nin yeni rotasının ne olacağını veren sembollerle doluydu. Okumak için seçtiği Vahapzade şiiri, Turan’a dair ince mesajlarla yüklüydü ve bu şiire ilk tepkinin takiyyeci İran’dan gelmesi, mesajın tam adresine gittiğinin bir göstergesiydi. İran’ın bu şiire karşı verdiği tepki, yarası olanın gocunmasıdır! (Bu konu üzerinde müstakil bir yazıyla da duracağız inşallah…)