YOKLAR medeniyetindeyiz.
Olmayanlar “var”, var olanlar “yok” gibi lânse ediliyor. Bu tamamen
teknolojinin, pazar payının, ticaret ve ekonomik saltanatın elinde olan bir
devşirme siyaseti. Silah ticaretinden gıda pazarına, reklâm ve medya
dünyasından minimal iletişim programlarına kadar, gücü ve pazarlama yetkisini
elinde bulandıran, algıyı da yönetiyor. Bu aslında pasif algı yönetiminden
öteye geçmiyor.
Pasif
algıdan kastım şu: İnsanları olmayan korkulara ve olmayan olgulara
inandırırsanız, aktif bir algı yönetimi gerçekleştirmiş olursunuz. Misâl;
aslında bir çekirge yağmuru yaklaşmıyordur, ama haberlerde çekirge yağmurunun
yaklaştığını bilimsel cümlelerle kitlelere aktarırsınız, büyük çoğunluk korkuya
ve endişeye kapılır. İnsanlar süreçten zarar görmemek üzere önlemler almaya
başlarlar. Hatta öyle bir noktaya gelir ki bu eylemler zinciri, yaşadığı yeri
terk edenlerle bir iç göç başlatılmış olur.
Bir
haberin insanlar üzerindeki bu hareket tetikleyici algı yönetimi, görüldüğü
üzere son derece aktif algıdır. Bazı durumlarda da pasif bir algı yapılır. O da
şöyledir ki; insanları çekirge yağmurunun geldiğine ikna etmekle uğraşmaz,
insanları çekirge yağmurunun geleceğine inanan toplulukların varlığına ikna
edersiniz. Bu, işte pasif algıdır!
Olmayan
bir durumu olmayan bir eylemle aktardığınızda, her şey yerli yerinde dururken,
aslında her şey hareket hâlindeymiş gibi bir algı olur. İşte Hak Din İslâm’dan
korktuğu söylenen kitle de aslında yok. Varsa bile İslâmofobi diye
bilimselleştirilecek kadar kayda değer değil. Ama öyle olduğuna bizi ikna etmek
istiyorlar.
Daha
doğru söylemek gerekirse, Müslümanları İslâmofobinin varlığına ikna edip bu
uğurda önlem alınmasını hedefliyorlar.
Meselâ
Batılı bir Hıristiyan’ı İslâmofobinin varlığına inandırmak bir şey kazandırmaz.
Ama bir Müslüman’ı buna inandırdığınızda, önlem telâşına düşecektir. Yani
beklenen ve istenen bu. Avrupa’da çığ gibi büyüyen eşcinsellik, gayrimeşru
ilişkiler, yok olan aile kavramı gibi pek çok modern ahlâksızlığı, sırf
insanlar İslâm’dan korkmasın diye Müslüman kitlelerin de anlayışla
karşılamasını, olmayan bir korkuyu varmış gibi göstererek mümkün kılmak
niyetindeler.
Neymiş,
İslâm devletleri zamanında Avrupa’ya kadar yayılmışlar. Endülüs’te hâkimiyet
kurmuş, Fransa kapılarına kadar varmışlar. Evet, çok doğru. Peki, vardıkları
yerde neler yapmışlar? Bugün bile dünyanın üzerine oturduğu medeniyetlerin
temelini atmışlar. Tıp, astronomi, matematik, felsefe ve benzeri bilimlerde
mihenk taşını oluşturmuşlar. Peki, öncesinde, sonrasında ve çağdaşı olan topluluklar
neler yapmışlar? Meselâ Avrupa denildiğinde aklınıza barbar kavimler gelmiyor
mu? Peki, Orta Çağ Avrupa’sı denildiğinde aklınıza kiliselerdeki ahlâksızlıklar
ve Engizisyon gelmiyor mu? E neden bütün bu insanlık dışı faaliyetleri
sergileyen Hıristiyan dünyası ve bilhassa da soykırımın kitabını yazan
Yahudiler için böyle bir fobik bilim kavramı yayılmıyor da esirine, düşmanına
bile merhametle muamele eden Müslümanlar için bu kavram lâyık görülüyor? Haydi
görülüyor da, kime inandırılıyor?
E
Amerika diye bir yer var meselâ… Hani İngiltere’nin sürgün yeri olan bir
anakara… Şimdilerde maddî gücü ve para piyasasını elinde bulundurduğu için dünyanın
en çağ dışı eylemlerini ve insan hakları ihlâli kapsamında görülecek en vahşi
cinayetleri bu topraklarda görüyoruz. Fakat buna rağmen dünyaya adalet ve insan
hakları naraları atabiliyorlar. Neden? Şimdi biz Müslümanlar buna inanıyor
muyuz? Hayır! Ama pasif algı işe yarıyor. Biz inanmasak da bir yerlerde
inananların var olduğunu sanıyoruz. Çünkü bütün kampanyaları bunun üzerine
kurulu. Aslında senin inanmanla ilgilenmiyorlar. İnananların var olduğuna
inanmanla ilgileniyorlar. Tıpkı İslâmofobinin varlığına inananların varlığına
inandırıldığımız gibi…
Elbette
Müslüman olmayan toplumların derdi hep İslâm’ladır. Bunu pek çok yazımda dile
getirdim. Bir kez daha dile getireceğim. Bir şeyin gerçekliği ne kadar
ortadaysa, karşıtında duranların düşmanlığı da o derece fazladır. Meselâ “yalan,
sahte ve yapay” olan her şeyin (din, toplum, olgu, olay ve benzeri) bir inananı,
bir de inanmayanı vardır. Ama düşmanı çok yoktur. Çünkü düşmanlık ve nefret çok
güçlü duygulardır. Sürekli beslenmeleri icap eder. Besinleri de gerçekliktir.
Gerçeklik, karşıtında duran her şeyi zorlar. Ya “Gel” diyerek zorlar ya da “Varım”
diyerek. Ama illâki zorlar. Bu yüzden gerçeklik ya taraftar bulur ya da düşman.
Meselâ durup dururken kimse Budizm’e düşman kesilmez. Zaten sahte ve yapaydır. Gelmeyeni
de, geleni de zorlamaz. Anlam düşüklüğü vardır. Ama İslâm, Hak Din, Allah’ın
Hükûmeti, Son Peygamber (sav) ve Son Kitap, bunlara ya inanır ve içinde
olursunuz ya da büyük ihtimâlle düşman olursunuz. Şimdi dört bir yanda büyüyen
İslâm düşmanlığı korkudan falan değil, onun gerçekliğindendir. Çünkü gerçeklik,
önünde sonunda saltanatı eline alır.
Hâl
böyleyken, Avrupa’nın ve Batı’nın İslâm’dan korkacak gerçek doneleri yoktur.
Onlar sadece İslâm’a düşmanlar. Son dönemde peyda ettikleri Orta Doğu merkezli
terör örgütleri, İslâm görüntüsünde Yahudi ve Hıristiyan devletlerin piyonları.
Bunların İslâm’la uzaktan yakından alâkası olmadığını da herkes biliyor. Ama
herkese bunların İslâm kaynaklı olduğuna inananların varlığı dayatılıyor. Bu yutturulmaya
çalışılıyor. Öyle ki, sen bir Müslüman olarak bu terör odaklarının İslâm’la
uzaktan yakından alâkası olmadığını biliyorsun ama buna inananların varlığından
da rahatsız oluyorsun. İşte sende var ettikleri bu duyguyla seni, devletini ve
kurumlarını, İslâm’ı yumuşatmaya zorluyorlar. “Yumuşatmak” da doğru bir tabir
olmadı aslında. Amaçları, Allah’ın kurallarını es geçmemiz. Ve böylece inanç
bütünlüğümüzün sarsılması yani ahlâk ve din dışı hareketleri makul görmemiz. İşte
amaç ve hedef budur!
İslâm
devletlerinin tarihini ve temel İslâm yaşantısını biraz bile bilen hiç kimseyi
İslâmofobik yapamazsınız. Zaten amaç da bu değil.