Yanlış algı

Küfür ehli, İslâm ülkelerini sömürmeye devam edebilmek için kapitalin yanında sosyal medya ve başka cazip/şehevî mihrakları kullanarak akıllara durgunluk veren bir “algı” operasyonu savaşı veriyor. Bunda içimizdeki “mankurtları” da aparat olarak görevlendirmiş olup, Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya çalışıyorlar.

İNSANLIĞI küfrün, şirkin ve ahlâksızlığın karanlıklarından kurtarmak için gelen İslâm dininin Kur’ân ve Sünnet gibi iki önemli kaynağı vardır. Tarih boyunca hem Kur’ân ayetleri, hem de hadis-i şerifler, İslâm ulemasının çeşitli tefsir ve yorumlarıyla insanlığın istifadesine sunulmuştur. Zaman geçtikçe bu iki kaynağa bağlı olarak tefsir, akaid, kelâm, İslâm hukuku ve tasavvuf gibi birçok bilim zuhur etmiştir.

Hazreti Muhammed (sas) hayatta iken İslâmiyet en doğru biçimde anlaşılıp yaşandığı hâlde, daha sonra çeşitli sebeplerle İslâm hakkında farklı algılar ve yorumlar oluşmuştur. Bu farklı algıların bir kısmı İslâm’ın doğruluğundan ve özünden gittikçe uzaklaşmaya neden olmuştur.

Her devirde olduğu gibi günümüzde de çok miktarda bilim dalının hemen hemen hepsinde ortaya çıkan ve İslâm’ın vasat çizgisinden ayrılıp ifrat ve tefrite sapan ekollerin mevcudiyeti tarihsel bir realitedir. Son birkaç asırdır İslâmî araştırmalara ciddî ilgi gösteren müsteşriklerin İslâm’ın ana kaynakları hakkında oluşturmaya çalıştıkları yanlış algılar da bunlara ilâve edilmelidir. Bugün bazı medya kuruluşları aracılığıyla oluşturulmaya çalışılan yanlış İslâm algısının İslâm’ın ana kaynaklarındaki doğru İslâmiyet’le epeyce farklılığı vardır.

Ancak bu yanlış algılar sadece Müslüman olmayanların İslâm’a önyargılı yaklaşmalarına yol açmakla kalmamakta, aynı zamanda Müslümanlar arasında da ana kaynağın temel esaslarıyla çelişen görüşlerin ve onlara taraftar olanların meydana çıkmasına zemin hazırlamaktadır.

Tarihe bakıldığında görülür ki, hakkın hâkim olduğu yerde bâtıl da varlığını sürdürmüştür. Bu anlamda nifak hareketinin insanlık tarihi kadar eski olduğunu söylemek mümkündür. İslâm tarihinde ise bu yapının ilk emareleri, Müslümanların organize bir yapıya sahip olmaya doğru yol aldığı ve teşkilatlanma sürecine girdiği Medine döneminde görülmektedir. Hicret’in ikinci yılında yapılan Bedir Gazvesi’nin Müslümanların mağlûbiyeti ile sonuçlanacağı beklentisinde olan bir grup Yahudi ve müşrik, zahiren Müslüman gibi görünmek zorunda kalmışlardır.

İslâmî literâtürde “münafık” diye adlandırılan bu muhalif gruplar, kısa zamanda kendi oluşumlarını başlatarak devleti içten çökertme eylemlerine girişmişlerdir. Medine’deki eğitimi ele geçirmekle işe başlayan münafıklar, Kuba Mescidi civarındaki ev oturmaları ile ilk faaliyetlerini başlatmışlardı. Bu anlamda münafık başı Übey Bin Selûl’ün yeğeni Ebû Âmir adındaki kişinin evini seçmişlerdir.

İlerleyen zaman içerisinde bu ev oturmalarını meşru bir zemin üzerine kurmak isteyen münafıklar, Ebû Âmir’in talimatıyla “mescit” adını verdikleri bir bina inşâ ederek faaliyetlerini burada sürdürmüşlerdir. Böylece barış zamanında toplumsal huzuru bozma adına bölücü faaliyetlerde bulunmak, Hazreti Muhammed’e (sas) gelen vahyi küçümseyip taraftarlarını Kur’ân’dan uzak tutmaya çalışmak, Peygamber’in Şahsını ve Ailesini hedef alan şantaj hareketlerinde bulunmak, savaş ortamlarında ordunun cesaretini kırmak ve dış bağlantılarla düşmana avantaj sağlayan yollara başvurmak, Peygamber’e karşı suikast girişimleri ve devleti içten çökertmeye çalışarak paralel bir devlet yapılanması şeklinde terör faaliyetleri içinde olmuşlardır.

Gizli bir örgüt olan münafıkların bu davranışları karşısında bir taraftan Kur’ân ayetleri bu kimselerin örgütsel faaliyetlerini deşifre ederek engellerken, diğer taraftan Hazreti Peygamber de üstün siyâsî dehâsıyla kurdukları hile ve entrikaları bertaraf etmeye çalışmıştır.

Günümüzde devletlerin bütünlüğünü, hatta mevcut yönetim programı olan iktidarları dahi algı operasyonları ile yıkan/yıkabilen fitne hareketleri, silah olarak sözlü-yazılı basın vasıtaları ve “görsel” denilen seyirlik/temaşaya mütallik araçlar kullanmaktadırlar. Bu fitne anaforuna karşı caydırıcı tedbirlerin alındığı söylenemez. Çünkü bu kirli oyunun kurucusu vahşi kapitalizmin yeryüzündeki temsilcileri, başta ABD ve Batı’nın sömürge devletleridir.

Her dem bütün dünyevî ve uhrevî meselelerde müracaat ettiğimiz kaynak, şüphesiz Kur’ân ve Risâlet-i Resûlullah’tır. Kur’ân’a kulak verelim: “Ey iman edenler! Kendi dışınızda (sırlarınızı paylaşıp iç işlerinizden haberdar edeceğiniz kâfir) bir çevre edinmeyin. (Çünkü kâfirler) size zarar vermekten geri durmaz, sizin zora düşmenizi isterler. Kinleri ağızlarında belirmiştir. Sinelerinin sakladığı (kin) ise çok daha büyüktür. Şayet aklediyorsanız gerçekten size ayetlerimizi açıkladık.” (Âl-i İmran, 118)

Kur’ân’da bu hususla ilgili birçok sûre-i celîlede pek çok ayet-i kerime mevcuttur: “Yeryüzü (Allah tarafından düzenlenip) ıslah edildikten sonra orada bozgunculuk yapmayın. O’na korkarak ve umarak dua edin. Elbette Allah’ın rahmeti Muhsinlere (kulluğunu en güzel şekilde yapmaya çalışanlara) pek yakındır.” (Araf, 56)

Hazreti Peygamber’den (sas) bir hadisle konunun beşerî cihetine dikkat çekmek isteriz: “Ey diliyle iman edip de kalplerine iman tam olarak yerleşmeyen kimseler! Müslümanları gıybet etmeyiniz, onların kusurlarını da araştırmayınız. Kim Müslümanların kusurlarını araştırırsa Allah da onun kusurlarını araştırır. Allah kimin kusurlarını araştırırsa onu evinin içinde bile olsa rezil eder.”

Hazreti Peygamber (sas) döneminde yaşanan bireysel ve toplumsal problemler, günümüzde de çok daha farklı kisve ve şekillerde tezahür etmektedir. Yaşadığımız dönem, bireysel ve toplumsal problemlerin yoğun olarak ön plâna çıktığı anları ifade etmektedir. Başta bireyin kendi dünyasında yaşadıkları, bunun hem kendi hayatına, hem de etrafındaki ailesi ve beraber faaliyet içinde bulundukları açısından önem arz etmektedir. Sıkıntısı olan kişi, günlük hayatında etrafındakileri de rahatsız edebilecektir. Bu durum, hem o kişinin bir birey olarak meseleler içinde didişmesine, hem de etrafındakilerin günlük hayatlarına olumsuz yönde etki edebilecektir. 

Bireysel plânda yaşanan problemler büyüdükçe toplumsal bir sorun hâline gelebilmektedir. Kişilerin savundukları düşünceleri yüksek sesle dillendirmek gerekirse, gösteri yapma, daha da ötesi çatışma noktasına gelebilme durumları ihtimâl dâhilinde olan hâllerdir. Eğer bu durum geniş halk kitlelerini de içine alan bir hâl alırsa, dönülmesi imkânsız vakıalara sebebiyet vermesi muhtemeldir. Bu noktada meselelerin hem bireysel, hem de toplumsal açıdan büyümeden çözülmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak küfür ehli, İslâm ülkelerini sömürmeye devam edebilmek için kapitalin yanında sosyal medya ve başka cazip/şehevî mihrakları kullanarak akıllara durgunluk veren bir “algı” operasyonu savaşı veriyor. Bunda içimizdeki “mankurtları” da aparat olarak görevlendirmiş olup, Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya çalışıyorlar. Mümin ve müheymine düşen görev, Kur’ân üniversitesinin bütün mucizesini keşfederek, yalan, dedikodu, fitne ve sinsi algı oyunlarına karşı İlâhî beyan olan, “Ey iman edenler! Bilmeden birilerine zarar verip de sonra yaptığınıza pişman olmamanız için, yoldan çıkmışın biri size bir haber getirdiğinde doğruluğunu araştırın” ayeti, güvenilmez kimselerin getirdikleri haberleri, doğruluğunu araştırmadan kabul etmenin uygun olmadığını ifade eder. Bu ayetin mânâsı ve hükmü geneldir, her zaman ve mekânda geçerlidir.

Sosyal ve hukukî hayatın düzenli yürümesi, haksızlık ve huzursuzlukların önüne geçilmesi bakımından çok önemli olan bu talimatın vahyedilmesi, ibretli bir olay üzerine olmuştur. Ayetten çıkan genel hüküm; durumu bilinmeyen veya “yalancı, günahtan çekinmez” olarak tanınan kimselerin verdikleri haberlere ve bilgilere güvenilmemesi, bunlara göre hüküm verilmemesi, harekete geçilmemesi yönündedir. Vesselâm…