Yanıyor mu AYM’nin lâmbası yâr?

“Yok, daha neler!” demeyiniz. 15 Temmuz’da darbeyi televizyonlardan canlı izlerken bile “Yok, daha neler!” demiştim. Uzun süre ekranlara boş boş bakıp, “Bu devirde darbe mi olur kardeşim? Birazdan durumu anlarız” diye beyhude bir ümitle beklemiştim. Bu devirde darbe girişimi olmuştu; direnmeseydik, darbe de olmuştu.

YANIYORMUŞ!

AYM’nin lâmbalarının yandığını, mezkûr mahkemenin üyesi Engin Yıldırım’ın “zevzekçe” paylaştığı “Işıklar yanıyor” mesajı ile öğrenmiş olduk.

 

Şayet birer Finlandiya vatandaşı olsa idik, bir binanın ışıklarının yanması bizim için elbette haber değeri taşımaz ve muhtemelen bu “saçma” tivit altına, “Eee, ne olmuş yani? Elektrikleriniz kesik miydi?” gibi yorumlar yazar geçerdik.

Bu “saçma” tivit de 100-200 beğeni almazdı hâliyle...

Lâkin Türkiye’deyiz ve “Işıklar yanıyor” ifadesinin darbe jargonu olduğunu hepimiz biliriz.

Darbelerin her türlüsünü yaşamış olan bu millet için “Işıklar yanıyor” alârmı, yaklaşan bir darbenin ayak seslerini ifade eder. Bunu AYM üyesinin bilemeyeceğini söyleyemeyiz sanırım. Kargaları güldürmenin âlemi yok!

“Işıklar yanıyor” tivitini tarif için seçtiğim “zevzekçe” kelimesi, bu konuda söylenebilecek en masum ifadedir. Zira bu tivit zevzekçe değilse, darbe muştusu veren, darbe çağıran bir mesajdır -ki bence de öyledir aslında-.

“Yok, daha neler!” demeyiniz. 15 Temmuz’da darbeyi televizyonlardan canlı izlerken bile “Yok, daha neler!” demiştim. Uzun süre ekranlara boş boş bakıp, “Bu devirde darbe mi olur kardeşim? Birazdan durumu anlarız” diye beyhude bir ümitle beklemiştim. Bu devirde darbe girişimi olmuştu; direnmeseydik, darbe de olmuştu.

“AYM mi darbe yapacak? Hangi topla tüfekle?” de demeyiniz. Bu soruyu boşa düşürmek için yakın tarihimize dönüp şöyle bir bakmamız, ziyâdesiyle yeterli olacaktır.

367 kriziyle ülkeyi bir kaosa sokarken de AYM’nin elinde top tüfek yoktu.

Yüzde 47 oy oranıyla ülke yönetimine gelmiş AK Parti’nin kapatılma kararı, sadece bir AYM üyesinin oyu ile direkten döndü. Türkiye bir sene boyunca işi gücü bıraktı, AYM’den çıkacak kararı bekledi; unutmadınız, değil mi?

411 milletvekilinin oyu ile Meclis’ten geçen başörtüsü kanunu, AYM tarafından iptal edildi!

17-25 Aralık darbe girişimini yapanlar da maalesef yine “silahsız güçler” idi. Yani Türk yargısı…

“Katil devlet” diye Türkiye’yi suçlayan ve terör örgütünü arkalayan 1100 akademisyenin bildirisi için “fikir özgürlüğü” diyen de bu “katil devletin” AYM’si idi!

Hain John Dündar’ı salıveren, hattâ yurtdışı yasağını kaldırarak “Kaç, kendini kurtar Mr. John!” diyen, yine bizim AYM’miz değil miydi?

En son John Dündar’a devletin gizli belgelerini sağlayan ve haber yaptıran Enis Berberoğlu hakkında “hak ihlâli yapıldığı” kararını veren de aynı güzîde kurumumuzdur.

Engin Yıldırım, her ne kadar bu “zevzekçe” tivitini silmiş, hesabını korumaya almış ve “Yanlış anlaşıldım, bahçede dolaşırken fikrim geldi” diye zırvalamış olsa da yediği herzenin bal gibi farkındadır.

Yenilen bu haltın AYM de farkındadır ve gereğini yapmak zorundadır. AYM’nin yaptığı “Bir üyenin paylaşımı kurumu bağlamaz” açıklaması bu skandalı örtemez, hafifletemez! Bu paylaşım, bu paylaşımı yapan zât o kurumda kaldığı müddetçe, o kurumu sonuna kadar bağlar!

Yaşayıp göreceğiz… Bu demokrasi ayıbı, bu darbe çağrısı, kurumun üzerine yapışıp kalacaktır.

Geçtiğimiz Mayıs ayında Canan Kaftancıoğlu’nun yapmış olduğu, Erdoğan’ın erken seçimle ya da “başka bir şekilde” gideceğini müjdelediği açıklamasını bu tivitle birlikte değerlendiriniz bir de.

15 Temmuz darbe girişimi de böyle “muştular” ile birlikte gelmişti, hatırlayınız. Cemreler düşecekti, baharlar gelecekti, çiçekler açacaktı, Erdoğan’ın cesedi bir çöplükte bulunacaktı, kelleler uçacaktı, 16 Temmuz’a biletler alınmıştı… Hatırladınız mı?

AYM üyesi Yıldırım, boş boğazlık yaparak, zevzekçe, “birilerine” bir muştu vermiştir. Kurumda kaldığı sürece AYM de bu suçun ortağı olarak kalmaya devam edecektir. Net!

Etrafımız ateş çemberi… Bu hafta “Kıbrıs’ı mı yazsam? Doğu Akdeniz yine mi karışıyor ne? Yoksa Azerbaycan’dan mı yürüsem?” diye düşünürken, şu konuştuklarımıza bakınız!

Sırf bu fotoğrafı çekip bu tiviti atmak için koca binanın ışıklarını yaktırmış olmanın ayıbı Yıldırım’a ve AYM’ye yeter de artar bile!

Mehmet Serhat Bıçak kardeşim, aslında iki kelimeyle Yıldırım’a ve AYM’ye en iyi cevabı verdi: “Lüzumsuzsa söndür!”

Bu öz cevap üzerine benim yazdıklarım, lâf kalabalığından öte olmasa gerek. Vesselâm!

Kalınız sağlıcakla efendim…