Yanımdaki uzağım

Susuzluğumuzu gidermek için elimizi uzatıp bardağa su doldurduktan sonra içme işlemini yapmamız gerektiğini biliyoruz. Peki, sevmek için nabzı ne kadara çıkarıyor, beyninizdeki hangi salgılardan ne kadar ürettiriyorsunuz?

ÇOK ama çok yakınımdasın benim çok sevgili uzağım! Uzağımdaki sen ise bana benden yakınsın, cansın, canansın. İşte bunu kimseye izah edemiyorum! Modern bilimler devreye giriyor ve hesap kitap yapıyor, “Saçmalıyorsun” deyip zihinlerindeki “meczuplar hücresine” beni hapsediyorlar. Topu topu sadece zihinleri var gariplerimin zaten. Kendileri kaba inşaat gibiler. Adamların sultanları yok ki onu ağırlayacakları odaları olsun. Bol bol ve büyük büyük kilerler yapmışlar. Öğrenmemişler ki kilerler doluyken yemenin içmenin bitebileceğini.

Şimdi de beni dinlediler, dinlediler, bilinçaltıma baktılar (neresi ise orası), etiketimi yapıştırdılar, kafalarındaki dolaplarda birinin rafına yerleştirdiler. O raftakilerden hiçbiriyle hiçbir ortak özelliğimiz yok. Raftakiler arasında değil ama rafa yerleştirenle ilgili bir ortak özelliğimiz olabilir: Biz adamın anlayamadıklarıyız. Ama öyle kalabalığız ki bu rafta…

Bir arkadaşım çok uzaklara gitmek istiyordu. Çevresinden sıkılmış, bunalmış, illallah etmiş. Bildiğim bir ülke vardı. Oraya gitmesini tavsiye ettim. Vize, pasaport istemiyor ama girişler öyle zahmetli ki... Çünkü hâlâ eski yöntemler ve sistemler işliyor. Giriş yaptıktan sonra çalışıp çabalayıp zengin olmak, arazi kapatmak mümkün. Bazıları geldikleri memlekete bir daha dönmek istemiyorsa da bazıları bir müdddet sonra sıkılıyor. Bununla beraber, eski memleketine dönünce o ağız tadını bulamıyorlar.

Orada yaşama şartları hakkında da arkadaşıma biraz bilgi vermeye çalıştım bildiğim kadarıyla. Arsa falan almak isterseniz fiyatların dibe vurduğu zamanlar oluyor. Bayram zamanlarında arsalar çok ucuz. Yakını ölmüş kişiler, hasta olup akrabası bulunmayan, arayıp soranı olmayan kişiler öldüm fiyatına veriyorlar. Bilmem ki ne düşünürsünüz, ama öksüz ve yetim çocuklara ait arsalar da çok ucuz. Niye kandırmış olasınız ki, iç rahatlığıyla alınabilir. Zaten çocuğun ihtiyacı var. Arsası da var. Bomboş! Benim vicdanım rahat! İlginç bir kesim de göçmenler veya günümüz tabiriyle mülteciler… Onların sahip oldukları yerler de var. Acayip ucuz!

Bizim memleketteki gibi orada da yüksek makam sahiplerinin, zenginlerin, mağrur tiplerin, kendini beğenmişlerin malları çok kıymetli. Bir fiyat söylediler, Allah sizi inandırsın, şu dünyadaki bütün mal varlığını satıp savsam onlardan bir tanesini alamam. İşim olmaz! Pahalı olduğu için alan malan da yok zaten.

Bakın şimdi de oldu. Anlatıyorum, anlatıyorum da ülkenin ismini söylemeyi unutuyorum. Anlatmak demek ki benim hoşuma gidiyor. Ülkenin adı “Gönül-İstan”

İsterseniz size biraz Gönül-İstan anılarımdan bahsedeyim…

Kalacak yerim falan yok henüz. Bir elimde beyaz bastonum, diğer elimde çantam, derviş gibi parasız pulsuz dolaşıyorum. Yaşlı bir teyze gördü beni. Biraz sohbet ettik. Otelde motelde yer ayırtmadığımı öğrenince giriş katta, şöyle çıkış kapısına yakın bir çekyat gösterdi ve onu çekip yatabileceğimi söyledi. Hani derler ya “Kör istedi bir göz, Allah verdi iki göz”; üstelik bir de çekyat… Ne yalan söyleyeyim, ben de güzel bir yer bulmanın ve hanımefendinin hassasiyeti ve nezaketinin tesiriyle belki abartı derecesinde dikkatli davrandım. Gece öksürürken bile yorganı başıma çektim ki teyzeyi rahatsız etmeyeyim.

Birkaç gün sonra Hanım Teyze diğer katları da açtı bana. Sınırsız yeme içme… Bu Gönül-İstan’da herkes öyle! Onların gösterdiği muameleye layık olursan sınır mınır kalmıyor. Ama layık olmak o kadar da kolay değil!

Bugünlerde cazip gelmiyor olmalı ki, Gönül-İstan’a gidenlere pek rastlamıyorum. İnanın, çoğunun böyle bir yerden haberi bile yok. Aynı masanın etrafında oturuyoruz, aramızda belki bir karış mesafe var yok, o kadar uzağız ki… O iç titremesi bir türlü oluşamıyor: “O bana şunu yapmadı da ben ona niye yapayım ki…” Her şeyin hesabı kitabı yapılıyor. Sanki matematiği bunun için öğreniyoruz: “O beni ne kadar sevdi, ben de onu o kadar seveceğim.” O sana ne kadar sabır gösterdiyse, al eline tartıyı, tart ve sen de ona o miktar sabır göster, olmaz mı? Bazen de öyle insanlarla berabersiniz ki, bedenleriniz alâkasız yerlerde. Ama onlarla yer, onlarla içersiniz. Hatta şarkıyı onlarla dinler, fıkraya onlarla güler, kitabı da onlarla okursunuz. Candır, canandır sizin için…

Şu saymayı, ölçmeyi ve dönüştürmeyi nereden öğrendik, bilemiyorum; Sayamadığının, ölçemediğinin ve dönüştüremediğinin hiçbir değeri yok! Meselâ dürüstlük… Kaç birim dürüstsün? TL’ye dönüştürürsen ne kadar eder? Gösterdiğin güler yüzün satışa etkisi nedir? “Sen beni bir saat dinle, sana rahatlıkla ağlayabileyim. Sonunda da sana 150 TL vereyim, anlaştık mı?”

Evet, ben dinlerim. Sen istersen ağlayabilir, gülebilir, hatta senin kalbini yüceltecekse bana bağırabilir, kızabilir ve vurabilirsin de. Ben senden ölçülebilen hiçbir şey istemem! Ölçüleni de, ölçülemeyeni de sana Verenden isterim; yani Asıl Kaynaktan… Aracılarla uğraşmayı bürokrasi ve zaman kaybı olarak görüyorum. O yüzden aklımı da pek önemsemem. Benim zavallı aklım öyle müthiş bir şey ve de gönlüm neye ve kime meylederse onun haklı olduğunu o kadar harika izah ediyor ki inanmak durumunda kalıyorum. Hatta bazen durumu öyle abartıyor ki, ben aklımla onu yapmaya veya yapmamaya karar verdiğimi bile sanıyorum. Benim aklım maşallah çok akıllı, işini biliyor ve tam yapıyor. Ben o yüzden akla değil, gönle bakarım.

Aklı dikkate alanları gözlemliyorum. Âdeta ona tapıyorlar. Bizim akıl tabiî saymayı, ölçmeyi ve dönüştürmeyi bilir. Sonra onları tasnif eder ve etiketlerini yapıştırıp ilgili yere koyar. Ve bunun dışındakilerden anlamaz. Akıl ne yapıyor ölçüp sayabilmek için? Sevgiyi bedenden, kalp atışlarından, beyindeki salgılardan anlamaya çalışıyor. Sonra onu tasnif edecek, etiketleyecek ve rafa kaldıracak.

Hâlbuki böyle mi yapıyoruz? Susuzluğumuzu gidermek için elimizi uzatıp bardağa su doldurduktan sonra içme işlemini yapmamız gerektiğini biliyoruz. Peki, sevmek için nabzı ne kadara çıkarıyor, beyninizdeki hangi salgılardan ne kadar ürettiriyorsunuz?

Vallahi ben onu bunu bilmem! Severim, sevgim ve sevdiğim için de hesap yapmam! Akıllılar ne yaparlarsa yapsınlar! Bilirim ki akıllılar gibi yaparsam uzaktakiyle zaten uzakken, yakınımdakiyle de uzak olurum.

Bu arada şunu söyleyeyim: Bir kere bile olsa Gönül-İstan’a uğramakta fayda var!