GEÇEN sonbaharda yurdun çeşitli yerlerinde çıka(rıla)n
yangınlar üzerine fikirlerimi yazmış, mevsimsel etkilerin azaldığı bir dönemde
yaşanan o yangınlarda terör şüphesi aramanın mantığa aykırı olmadığını
anlatmaya çalışmıştım. Bu defa ise mevsim etkisinin en yüksek olduğu dönemde ve
ardı ardına 10’un üzerinde sayıdaki şehirde 100’ün üzerinde noktada orman
yangını yaşadık. Maalesef, düşük nem, rüzgâr ve coğrafî şartların etkisiyle kontrol
altına alınması güç yangınlardı çoğu. Kontrol altına alınamayanlar ise
ciğerlerimizi yakmaya devam ediyor.
“Orman yangınında mevsimsel etki” deyince meteorolojik
şartları ile insan bazlı hata ve ihmâlleri düşünmemiz gerekiyor. Buna bir de
Marmaris’teki gibi oyun oynayan çocuklar eklenebilir belki. Bir sigara
izmaritinin bile, üzerinde yürürken bizi mest eden hışırtıların sebebi olan
kupkuru yaprakları kolayca tutuşturabildiğini biliyoruz. Piknikçilerin
mangallarından sıçrayacak kıvılcımların, tam olarak söndürülmeden bırakılan
mangal közlerinin, çöpünü bile toplamaktan aciz piknikçinin kırık şişesinin mercek
görevi görmesinin sonuçları felâket olabilir. İşte bu sebeplerle orman
yangınlarında insanın ne kadar etkisi olduğunu tartışmaya gerek yok. Bütün bu
hatalar zincirinin yaşanabileceği mevsim de zaten “orman yangını mevsimi”
olarak değerlendiriliyor.
Ancak biz bütün bu mevsimsel etkileri bir kenara
bırakıp başka sebepler arıyoruz sürekli. İktidara yakın olanlar tüm suçu terör
örgütüne atma, muhalefettekiler de söndürülemeyen yangınların altında Hükûmet’in
yatırım hatalarını arama derdinde.
Evet, biliyoruz ki onlarca yıldır sorunumuz olan PKK,
orman yakma konusunda tecrübeli. Ve yine, Bakan Pakdemirli’nin ifadesinden yıl
sonuna doğru yangın söndürme uçağı alım ihalesine çıkılacağını anladığımıza
göre, uçak ihtiyacımız var. Yani muhalefet, uçak konusunda kısmen haklı.
Fakat iki tarafın da atladığı bir gerçek var: Şu anda
yaz mevsimini yaşayan kuzey yarım kürede çok sayıda ve büyük yangınlar var.
Komşumuz Yunanistan’da son 24 saatte 56 orman yangını çıkmış meselâ. Gelişmiş
diye kabul ettiğimiz İtalya, 250’si Sicilya adasında olmak üzere 800’den fazla
noktada alevlerle savaşıyor. Her konuda dünyanın lideri gözüyle bakılan ABD’de
3 haftadır devam eden ve neredeyse 1 milyon dönüm ormanı etkileyen yangının
ancak yüzde 30’u kontrol altına alınabilmiş durumda. Coğrafî konumu ve iklimi
dolayısıyla yangına en uzak zannettiğimiz Kanada’da şu anda 244 ayrı noktada
yangın var.
Bu ülkelerin hiçbirinde bizdeki gibi bir terör
tehdidinden bahsetmek mümkün değil. Öyle ise yangın çıkması için bir terörist
eli şart değilmiş demek ki! Yunanistan’ı bırakın bir kenara, alevlere teslim
olmuş diğer ülkeler, ekonomik olarak bizden daha iyi durumdalar şüphesiz. Ve
muhtemeldir ki, bizdekilerden çok daha fazla uçakla müdahale ediliyor
yangınlara. Buna rağmen yangınları söndürmeyi beceremiyorlar. Öyle ise uçak
olsa da yangın söndürülemeyebilirmiş demek ki!
Bilimsel veriler dünyanın hızlı bir iklim değişikliği
yaşadığını gösteriyor. Bunu insan faktörüne bağlayanlar olduğu gibi, her 10 bin
senede bir zaten yaşanan bu değişikliklerde insan payının çok düşük olduğunu
iddia eden bilimsel yayınlar da var. Sonuçta değişen iklim koşullarını
yaşıyoruz ve hiç kimse, dünyanın yaşadığı yangınları küresel iklim
değişikliğinden bağımsız değerlendirmemeli bence.
Gelelim yurdumuzdaki yangınlara ve bu yangınlarla
iktidarı yakma çabalarına…
Ben de son bir hafta içinde çıkan yangınların
bazılarında bir terörist çakmağı olduğu kanısındayım. Manavgat’taki yangının
aynı anda dört ayrı noktada başlamış olması, hafta içine denk geldiği için
piknikçilerin mangalından eş zamanlı olarak çıkmış olma ihtimâlinin zayıf
olması şimdilik tek delil gibi görünüyor belki. Ancak her sade vatandaşın bile
günler öncesinden ulaşabildiği hava olaylarına teröristlerin ulaşmayı düşünmeme
ihtimâli yok. Kasıtlı olarak bir yeri yakmak isteyen, nemin az ve rüzgâr
hızının yüksek olduğu günü seçer ki söndürmek kolay olmasın. Bir de farklı
noktalardan ateşe verir ki ekipler dağılmak zorunda kalsın.
Terör senaryosu için daha başka destekler de
bulabiliriz tabiî. Kendilerine “Ateşin Çocukları” diyen ve yangınları üstlenen
grup var meselâ. Ya da Demirtaş’ın “Bodrum’u Cizre’ye çok mu uzak
zannediyorsunuz? Bu ateş her yeri yakar” dediği eski bir konuşması, Can
Ataklı’nın Hükûmet’i düşürmek için gerekenleri sıraladığı yayınında geçen “büyük
yangınlar” beklentisi… Ama ne yaparsak yapalım, tüm sorumluluğu bir şer
yuvasına yükleyemeyiz. Cehalet, bilinçsizlik ve vurdumduymazlık diye
sorunlarımız olduğunu da unutmamalıyız.
Ne terör saldırıları, ne de cehalet ve benzeri insan
hataları karşısında tek başına Hükûmet’i suçlamak mantıkla bağdaşabilir. Bu Hükûmet
40 yıldır devam eden terör sorununu bitme noktasına getirme başarısında ne
kadar pay sahibi ise, göçlerle büyükşehirleri pençesine alan cehalet ve
vurdumduymazlık sarmalından da bir o kadar sorumlu değildir. Zira bu sosyolojik
sorun 20 yılda başlamış ve gelişmiş değil, olsa olsa son yıllarda zirve yapmış
bir sorun olabilir. Eğitim sistemiyle değil, aile terbiyesiyle çok alâkalıdır
ve her göç hem kültürel dejenerasyona, hem de ailelerin bölünmesi dolayısıyla
terbiye denetiminin zorlaşmasına sebep olmuştur. Bu da bu kısa sürede yurt
sathına yayılacak kadar kolay gelişemez.
Orman yangınlarının en büyük sebepleri bunlar olduğu
hâlde, muhalefet, yangının çıkışıyla ilgili toplumsal bir özeleştiri yapmak
yerine yangının söndürülememesi üzerinden Hükûmet’i yıpratma gayretine girmiş
durumda. Geçtiğimiz yıl İzmir’de çıkan yangında başladıkları “THK uçakları”
yalanlarını bu yıl bir kere daha gündeme getirirken yüzleri bile kızarmıyor.
Bakan Pakdemirli’nin, “Saatte en çok 12 ton su
atabiliyorlar. Oysa helikopterle 78 tona kadar su atabiliyoruz” diyerek
anlattığı THK yangın söndürme filosunun kapasite zafiyetini görmezden gelip
suçlu aramak, ancak bizim muhalefetin işi olabilir zaten.
Ayrıca, tüzüğünde, “Havacılığı Türk milletine
benimsetmek ve sevdirmek üzere ilmî, teknik, turistik ve sportif alanda
faaliyet gösteren…” şeklinde görev tanımı yapılmış olan Türk Hava Kurumu da
Türkiye’de orman yangınlarına müdahale edecek uçak temin etmek gibi tabiî bir
sorumluluk altında değildir. Nitekim yaklaşık son 35 yıldır üstlendiği bu görevi
de ihale ile Devlet’ten almıştır. Yani “kamu yararına çalışan dernek” statüsüne
rağmen yangın söndürme uçağı temini onlar için bir ticaretten ibaret olmuştur.
Belki de son yönetim krizinde olduğu gibi birbirlerini suçlayacaklarına uçak
filolarını geliştirmiş olsalardı, bugün bunları konuşmamıza hacet kalmayacaktı.
Bu arada, bu yıl yapılan son kiralama ihalesinin
kazananı, THK’nın da içinde olduğu bir ortaklıktır.
Velhasıl, her kesimden gelen tepkilerin de, verilen
cevapların da bir haklılık tarafı var. Ancak kötü niyetli soru ve tepkilerin ne
yeni yangınları önlemede, ne çıkan yangını söndürmede bir faydası olacak.
Hükûmet’in kendi eksiklerini tamamlamak için muhalefetten faydalanabilmesi, muhalefetin
doğrularla Hükûmet’e yüklenmesine bağlı. Meselâ ben muhalefet olsam, Pakdemirli,
“Coğrafî yapımıza helikopter daha uygun” dediği hâlde yıl sonuna kadar uçak
alım ihalesi yapılacağını söyleyince, “Alacaksanız, lâzım demektir. Öyleyse
bugüne kadar neden almadınız?” diye sorardım.
Siyasetin de bir vatan-millet-Sakarya’sı olmalı ve hiç
değilse ciğerlerimiz yanarken herkes siyaseti bırakıp vatan toprağını düşünebilmeli…