Yangın felâketinin öğrettikleri

1925’ten başlayarak, İnönü’nün deyimi ile “Ülkeye dam kuracağız” diye devlet zoru ile toplanan fitre, zekât ve kurban derilerinden elde edilen hasılanın akıbeti ise yalnızca kurum yöneticilerinin uygun görmesine bağlı olarak her türlü denetimin dışında harın vurması ile harman gibi savrulmuştur. AK Parti döneminde kurumun denetlenmesi çabaları ise “Atatürk’ün eseri olan bir kurum baskı altına alınıyor” diye engellenmeye çalışılmıştır!

27 Mayıs darbecilerinden Mucip Ataklı’nın oğlu Can Ataklı, “Deprem, yangın, sel gibi daha büyük bir doğal afet olmadıkça Tayyip Erdoğan’dan, AK Parti’den kurtulmak mümkün değildir” demişti.

Bu cümleler sadece bir kişinin görüşü değildir. Aslında kin ve intikam hissiyle dolan bir kesimin görüşleridir. Türkiye ne zaman bir felâket yaşamış olsa, bu kesim ellerini ovuşturarak, “Bu sefer tamamdır, Hükûmet yıkılacak, Tayyip devrilecek” diye avazı çıktığı kadar feryad-u figân etmektedir. “Hükûmet gitmelidir”, “Felâketi engelleyemedi” gibi cümleleri koro hâlinde tekrarlamaktadır.

Her felâket zamanında tek parti dönemini hatırlatıp, “O zaman bu işler olmazdı, dünyada benzeri olmayan kurtarıcı vardı. Onun işaretiyle işte şu kurumlar tesis edilmişti” gibi akla ziyan iddiaları sıralamaktadırlar. Covid-19 Salgını başladığında bu kesim, Hıfzıssıha Enstitüsü’nü Paşa’nın kurduğunu, o zaman Çin’e bedava aşı gönderildiğini iddia etmişti. Oysa kurum, adından da anlaşılacağı gibi bir Osmanlı eseriydi. Paşa döneminde Ankara’ya taşınmış, ABD’li Rockefeller Vakfı’nın nakdî ve aynî yardımları ile yeniden yapılandırılmıştı. (http://kalemiyet.com/koseyazisi-656-turkiye-de-saglik-islerinde-rockefeller-tekeli.html)

***

Antalya Manavgat’ta başlayan ve bir haftadan beri söndürülemeyen büyük yangın felâketiyle birlikte bu kesim, yine benzeri nedenler ile Hükûmet’i mahkûm etmeye çalıştı. Yangının kasıtlı olarak PKK’lılar tarafından çıkarılmış olduğu haberlerini duymazlıktan geldi. Teröristleri değil, Hükûmet’i suçlamaya devam etti. Yine tek parti döneminde kurtarıcı/koruyucu kurumların nasıl oluşturulduğu ama AK Parti döneminde o kurumların kasıtlı olarak nasıl bitirildiği hakkında yüzlerce çelişkili hikâye icat ettiler. Bu hikâyelerin odağında ise Türk Hava Kurumu vardı. Kurumun uçakları varken, Hükûmet’in yurt dışından uçak aldığı/kiraladığını, kasten kurumun uçaklarını bakımsızlıktan çürümeye terk ettiğini iddia ettiler. Azerbaycan ve Ukrayna gibi ülkelerden yangın söndürmede kullanılması için gönderilen uçak haberleriyle birlikte “Herkesin uçağı var, sadece Türkiye’nin yok” diyerek Hükûmet’in kasten orman yangınları ile ülkeyi yok etmeye çalıştığını bile söylediler.

***

Türk Hava Kurumu, 1925’te Türk Tayyare Cemiyeti olarak kuruldu. 1935’te adı değiştirildi. 15 Ağustos 1925’te Alman Junkers şirketi ile Kayseri’de uçak imâl etmek için bir anlaşma yapmıştı. Cemiyetin kuruluş amaçları arasında “uçak sanayiini kurmak” da vardı. Ancak daha sonra bu madde çıkarıldı. Cemiyet daha çok sportif havacılık ile bağış işlerini koordine ederek Hava Kuvvetlerine uçak temin etmek gibi işlerle uğraştı.

Bağış için fitre ve zekâtın toplanması hedef olarak seçilmişti. İslâm karşıtı lâikliği her şeyin üstünde tutan bir yönetim, Müslümanların fitre, zekât ve kurban derisi toplama tekelini kendisine vermişti. Din işi ile devlet işlerini birbirinden ayırmakla övünenler, sıra paraya gelince bu ayırma işini unutmuş, zekât, fitre ve de kurban derilerinden topladıkları ile hayatlarını yaşamaya koyulmuşlardı.

***

Tek parti dönemi (1923-1950) Türkiye’de devlet eliyle ağır sanayinin, havacılık sanayiinin engellendiği dönemdir. Birinci Dünya Savaşı’nda, keşif ve saldırı için uçaklar kullanılmıştı. Bu yüzden olmalı ki, hemen her ülke kendi geleceğini ve savunmasını havacılıkta, uçak sanayiinde görmüş, ona göre hazırlıklar yapmıştı.

İlk Türk uçağını tasarlayıp üreten Vecihi Hürkuş da (1896-1969) bir Osmanlı pilotuydu. Hürkuş’un imâl ettiği yerli uçak, ne Türk Hava Kurumu, ne de Hava Kuvvetleri tarafından satın alınmıştı. Böylece yaptığını satamayan Vecihi Hürkuş, bir süre sonra iflâs etmiş, fabrikasını kapatmıştı. Başka ülkelerde bu tür özel girişimler teşvik edilip ödüllendirilirken, Türkiye’de neden engellenmişti?

Türkiye İkinci Dünya Savaşı’nın ortasında, Almanların savaşı kaybetmeye başlaması ile birlikte ABD tarafını seçmişti. 1941-1942’de ABD doğrudan Türkiye’ye askerî malzeme yardımında bulunmuştu. 1947’de ise Marshall Plânı adıyla ABD, içinde Türkiye’nin de olduğu bir grup ülkeye özel bir yardım programı başlatmıştı. 1947’de yurt içinde maliyetin yüksek olduğu iddiası ile Hava Kuvvetleri, ihtiyacı olan uçakları ABD ve İngiltere’den almaya başlamıştı.

Türkiye, 1942-1945 arasında İngiltere’den 57 bombardıman, ABD’den ise 24 savaş uçağı ve 72 bombardıman uçağı satın almıştı. Dönemin şartları içinde, yoksul/çaresiz Türkiye, yerli girişimcilerin ürettiği uçak gibi savaş araç gereçlerini “Pahalıdır, bütçe elverişli değildir” diye almaz ve yerli girişimcileri plânlı bir şekilde iflâs ettirirken, bütün imkânlarını ABD ve İngiltere üreticilerine ayırmıştı.

Nitekim tek parti döneminin CHP’li son Başbakanı Şemsettin Günaltay, 13 Mart 1950’de Türk Hava Kurumu Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, Türkiye’nin uçak ve savaş sanayi malzemesi üretimi ve satın alması hakkındaki tutumunu şöyle açıklamıştı:

“Türk Hava Kurumu’nun esas görevi pilot yetiştirmektir. Kaldı ki, gereken askerî ve sivil eğitim uçakları, Hava Kuvvetlerinin ihtiyacı olan ileri eğitim, avcı, bombardıman ve nakliye uçakları ile hava yollarının ihtiyacını karşılayacak uçaklar Amerikan yardımı ile gelmektedir. Ayrıca uçak fabrikasına ayrılacak para da yoktur.”

Sadece Günaltay değil, 1944-1950 arasında aynı zamanda Türkiye’nin ilk Hava Kuvvetleri Komutanı olan Orgeneral Zeki Doğan ise, özel sektörün uçak yapma girişimi hakkındaki görüşünü Nuri Demirağ’a şöyle aktarmıştı: “Amerikan yardımından bedava uçak almak dururken uçak fabrikanıza parayla sipariş verirsem, yarın bu millet beni asar.”

ABD yardımı ile yerli üretimin engellenmesi ve Türkiye’yi hemen her alanda ABD’ye bağımlı hâle getiren anlaşmalar tek parti döneminde yine CHP tarafından başlatılmıştır. Kemalist çevrelerin iddia ettiği gibi Türkiye’yi ABD’ye bağımlı hâle getiren uygulamalar 1950’den sonra başlamış değildir. 1950’den önce CHP, Türkiye’yi ABD’ye bağımlı hâle getirmiştir. Ne yazık ki 1950’den sonra iktidar olan Adnan Menderes hükûmetleri ise bu bağımlılığı devam ettirmiştir. ABD yerine SSCB’den kredi temin etme girişimlerinin ardından ABD destekli 27 Mayıs Darbesi’yle Menderes hükûmeti devrilmiştir.

Kayseri’de Alman Junkers şirketiyle Türk Hava Kurumu’nun ortaklaşa kurulan uçak fabrikası, 3 Mayıs 1928’de faaliyetlerini durdurmuştur. Türk Hava Kurumu, 1942’de Ankara Etimesgut’ta uçak fabrikası kurmuş, ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’den alınan dış yardımların ardından bu fabrika kapanmak zorunda kalmıştır.

CHP Genel Başkanı Kemal Paşa’nın 1925’te “İstikbal göklerdedir” dediği iddia edilirken, 1928’de Kayseri’deki uçak fabrikasının faaliyetini durdurmuş olması arasındaki büyük çelişki ise belki sözün 1925 senesi ile sınırlı tutulmasındandır.

Uçak yapma isteği sadece Kemal Paşa’yı değil, onun itaatkâr izleyeni İsmet Paşa’yı da heyecanlandırmış olmalı ki 3 Mayıs 1935’te Türk Hava Kurumu Genel Kurulu’nda, “Uçağı olmayan bir yurt, damı olmayan bir eve benzer” cümlesini “Türk deyimlerine” armağan etmiştir. Vecihi Hürkuş ve Nuri Demirağ gibi girişimcilerin, İnönü’nün Başbakanlığı veya Cumhurbaşkanlığı dönemlerinde engellenmiş oldukları hatırlandığında, İsmet Paşa’nın Türkiye’yi damsız bırakmak için lâzım geleni yaptığı anlaşılmaktadır.

***

Kemal ve İsmet Paşaların döneminde Türkiye’de havacılık sanayii kasten engellenmiştir. Nuri Demirağ ve Vecihi Hürkuş gibi girişimciler doğrudan engellenmemiş, ancak kurdukları tesislerin iflâs etmesi için hemen her şey yapılmıştır. Bu yüzden tek parti döneminde yurt savunması ve orman zenginliğinin korunması için her şeyin yapıldığı iddiaları mesnetsizdir. Geçmişe dönük bir istekten öteye bir anlamı yoktur. “O kurtarıcı paşalar herhâlde bunu da, onu da yapmışlardır” gibi bir önyargın, bir temenniden başka bir şey değildir.

Türk Hava Kurumu, Şemsettin Günaltay’ın deyimi ile 1950’den başlayarak kendisini pilot yetiştirmeye, zengin çocuklarının hoşça vakit geçirmeleri için havacılık sporları ve eğitimleri yapmaya programlanmıştır.

1925’ten başlayarak, İnönü’nün deyimi ile “Ülkeye dam kuracağız” diye devlet zoru ile toplanan fitre, zekât ve kurban derilerinden elde edilen hasılanın akıbeti ise yalnızca kurum yöneticilerinin uygun görmesine bağlı olarak her türlü denetimin dışında harın vurması ile harman gibi savrulmuştur. AK Parti döneminde kurumun denetlenmesi çabaları ise “Atatürk’ün eseri olan bir kurum baskı altına alınıyor” diye engellenmeye çalışılmıştır!

Son Antalya-Muğla orman yangınları göstermiştir ki, Orman Genel Müdürlüğü’nün (OGM) yangınları önlemek için bir hazırlığı olmamıştır. Yangın başladıktan sonra müdürlük elemanlarının canhıraş çabaları ise sonuç almak için yeterli olmamıştır. Türkiye gibi bitki örtüsü, coğrafyası, iklimi ve sabotaj için fırsat kollayan çok sayıda terörist varlığı orman yangınları için son derece elverişli iken, üstelik hemen her yıl yüzlerce yangın tecrübesine sahipken, OGM’nin yangın önleyici çalışmalarının hiç olmadığı veya yetersiz kaldığı görülmüştür.

Yangında hayatını kaybedenlere Allah rahmet etsin, yaralananlara acil şifalar versin.

Türkiye’ye geçmiş olsun!

 

Arif Emre Gündüz, Demir Kuş-Hiçbir Başarı Cezasız Kalmaz- 1925/1949, İstanbul 2020.

Arif Emre Gündüz, Türk Kartallarının Doğuşu-Osmanlı’da Havacılığın Kısa Tarihi, İstanbul 2015.

Fatih Dervişoğlu, Nuri Demirağ-Türkiye’nin Havacılık Efsanesi, İstanbul 2018.

Hulusi Kaymaklı, Havacılık Tarihinde Türkler II, Ankara 1997.

M. Bahattin Adıgüzel-Songül Akkuş-Kula Candan, Havacılık ve Türk Hava Kurumu, Ankara 2006.

Osman Yalçın, “Kuruluşundan Günümüze Türk Hava Kurumu”, Gazi Akademik Bakış Dergisi, C.6, Ankara 2012, S.11, s.267-291.

Osman Yalçın, “Türk Hava Kurumu’nun Kurduğu Hava Harp Sanayii Fabrikaları”, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/676103.

Osman Yalçın, Nuri Demirağ’ın Hayatı ve Çalışmaları, Atatürk Yolu Dergisi, S.44, s.743-769, Yıl:22, Güz: 2009, Ankara.