27 Mayıs darbecilerinden Mucip Ataklı’nın oğlu Can
Ataklı, “Deprem, yangın, sel gibi daha büyük bir doğal afet olmadıkça Tayyip
Erdoğan’dan, AK Parti’den kurtulmak mümkün değildir” demişti.
Bu cümleler sadece bir kişinin görüşü değildir.
Aslında kin ve intikam hissiyle dolan bir kesimin görüşleridir. Türkiye ne
zaman bir felâket yaşamış olsa, bu kesim ellerini ovuşturarak, “Bu sefer
tamamdır, Hükûmet yıkılacak, Tayyip devrilecek” diye avazı çıktığı kadar
feryad-u figân etmektedir. “Hükûmet gitmelidir”, “Felâketi engelleyemedi” gibi
cümleleri koro hâlinde tekrarlamaktadır.
Her felâket zamanında tek parti dönemini hatırlatıp, “O
zaman bu işler olmazdı, dünyada benzeri olmayan kurtarıcı vardı. Onun
işaretiyle işte şu kurumlar tesis edilmişti” gibi akla ziyan iddiaları
sıralamaktadırlar. Covid-19 Salgını başladığında bu kesim, Hıfzıssıha
Enstitüsü’nü Paşa’nın kurduğunu, o zaman Çin’e bedava aşı gönderildiğini iddia
etmişti. Oysa kurum, adından da anlaşılacağı gibi bir Osmanlı eseriydi. Paşa
döneminde Ankara’ya taşınmış, ABD’li Rockefeller Vakfı’nın nakdî ve aynî
yardımları ile yeniden yapılandırılmıştı. (http://kalemiyet.com/koseyazisi-656-turkiye-de-saglik-islerinde-rockefeller-tekeli.html)
***
Antalya Manavgat’ta başlayan ve bir haftadan beri söndürülemeyen
büyük yangın felâketiyle birlikte bu kesim, yine benzeri nedenler ile Hükûmet’i
mahkûm etmeye çalıştı. Yangının kasıtlı olarak PKK’lılar tarafından çıkarılmış
olduğu haberlerini duymazlıktan geldi. Teröristleri değil, Hükûmet’i suçlamaya
devam etti. Yine tek parti döneminde kurtarıcı/koruyucu kurumların nasıl
oluşturulduğu ama AK Parti döneminde o kurumların kasıtlı olarak nasıl
bitirildiği hakkında yüzlerce çelişkili hikâye icat ettiler. Bu hikâyelerin
odağında ise Türk Hava Kurumu vardı. Kurumun uçakları varken, Hükûmet’in yurt
dışından uçak aldığı/kiraladığını, kasten kurumun uçaklarını bakımsızlıktan
çürümeye terk ettiğini iddia ettiler. Azerbaycan ve Ukrayna gibi ülkelerden
yangın söndürmede kullanılması için gönderilen uçak haberleriyle birlikte “Herkesin
uçağı var, sadece Türkiye’nin yok” diyerek Hükûmet’in kasten orman yangınları
ile ülkeyi yok etmeye çalıştığını bile söylediler.
***
Türk Hava Kurumu, 1925’te Türk Tayyare Cemiyeti olarak
kuruldu. 1935’te adı değiştirildi. 15 Ağustos 1925’te Alman Junkers şirketi ile
Kayseri’de uçak imâl etmek için bir anlaşma yapmıştı. Cemiyetin kuruluş amaçları
arasında “uçak sanayiini kurmak” da vardı. Ancak daha sonra bu madde çıkarıldı.
Cemiyet daha çok sportif havacılık ile bağış işlerini koordine ederek Hava
Kuvvetlerine uçak temin etmek gibi işlerle uğraştı.
Bağış için fitre ve zekâtın toplanması hedef olarak
seçilmişti. İslâm karşıtı lâikliği her şeyin üstünde tutan bir yönetim,
Müslümanların fitre, zekât ve kurban derisi toplama tekelini kendisine
vermişti. Din işi ile devlet işlerini birbirinden ayırmakla övünenler, sıra
paraya gelince bu ayırma işini unutmuş, zekât, fitre ve de kurban derilerinden
topladıkları ile hayatlarını yaşamaya koyulmuşlardı.
***
Tek parti dönemi (1923-1950) Türkiye’de devlet eliyle
ağır sanayinin, havacılık sanayiinin engellendiği dönemdir. Birinci Dünya
Savaşı’nda, keşif ve saldırı için uçaklar kullanılmıştı. Bu yüzden olmalı ki, hemen
her ülke kendi geleceğini ve savunmasını havacılıkta, uçak sanayiinde görmüş,
ona göre hazırlıklar yapmıştı.
İlk Türk uçağını tasarlayıp üreten Vecihi Hürkuş da
(1896-1969) bir Osmanlı pilotuydu. Hürkuş’un imâl ettiği yerli uçak, ne Türk
Hava Kurumu, ne de Hava Kuvvetleri tarafından satın alınmıştı. Böylece
yaptığını satamayan Vecihi Hürkuş, bir süre sonra iflâs etmiş, fabrikasını
kapatmıştı. Başka ülkelerde bu tür özel girişimler teşvik edilip ödüllendirilirken,
Türkiye’de neden engellenmişti?
Türkiye İkinci Dünya Savaşı’nın ortasında, Almanların
savaşı kaybetmeye başlaması ile birlikte ABD tarafını seçmişti. 1941-1942’de
ABD doğrudan Türkiye’ye askerî malzeme yardımında bulunmuştu. 1947’de ise Marshall
Plânı adıyla ABD, içinde Türkiye’nin de olduğu bir grup ülkeye özel bir yardım
programı başlatmıştı. 1947’de yurt içinde maliyetin yüksek olduğu iddiası ile
Hava Kuvvetleri, ihtiyacı olan uçakları ABD ve İngiltere’den almaya başlamıştı.
Türkiye, 1942-1945 arasında İngiltere’den 57
bombardıman, ABD’den ise 24 savaş uçağı ve 72 bombardıman uçağı satın almıştı.
Dönemin şartları içinde, yoksul/çaresiz Türkiye, yerli girişimcilerin ürettiği
uçak gibi savaş araç gereçlerini “Pahalıdır, bütçe elverişli değildir” diye
almaz ve yerli girişimcileri plânlı bir şekilde iflâs ettirirken, bütün imkânlarını
ABD ve İngiltere üreticilerine ayırmıştı.
Nitekim tek parti döneminin CHP’li son Başbakanı
Şemsettin Günaltay, 13 Mart 1950’de Türk Hava Kurumu Genel Kurulu’nda yaptığı
konuşmada, Türkiye’nin uçak ve savaş sanayi malzemesi üretimi ve satın alması
hakkındaki tutumunu şöyle açıklamıştı:
“Türk Hava Kurumu’nun esas görevi pilot yetiştirmektir. Kaldı ki, gereken
askerî ve sivil eğitim uçakları, Hava Kuvvetlerinin ihtiyacı olan ileri eğitim,
avcı, bombardıman ve nakliye uçakları ile hava yollarının ihtiyacını
karşılayacak uçaklar Amerikan yardımı ile gelmektedir. Ayrıca uçak fabrikasına
ayrılacak para da yoktur.”
Sadece Günaltay değil, 1944-1950 arasında aynı zamanda
Türkiye’nin ilk Hava Kuvvetleri Komutanı olan Orgeneral Zeki Doğan ise, özel
sektörün uçak yapma girişimi hakkındaki görüşünü Nuri Demirağ’a şöyle
aktarmıştı: “Amerikan yardımından bedava
uçak almak dururken uçak fabrikanıza parayla sipariş verirsem, yarın bu millet
beni asar.”
ABD yardımı ile yerli üretimin engellenmesi ve
Türkiye’yi hemen her alanda ABD’ye bağımlı hâle getiren anlaşmalar tek parti
döneminde yine CHP tarafından başlatılmıştır. Kemalist çevrelerin iddia ettiği
gibi Türkiye’yi ABD’ye bağımlı hâle getiren uygulamalar 1950’den sonra başlamış
değildir. 1950’den önce CHP, Türkiye’yi ABD’ye bağımlı hâle getirmiştir. Ne
yazık ki 1950’den sonra iktidar olan Adnan Menderes hükûmetleri ise bu
bağımlılığı devam ettirmiştir. ABD yerine SSCB’den kredi temin etme
girişimlerinin ardından ABD destekli 27 Mayıs Darbesi’yle Menderes hükûmeti
devrilmiştir.
Kayseri’de Alman Junkers şirketiyle Türk Hava Kurumu’nun
ortaklaşa kurulan uçak fabrikası, 3 Mayıs 1928’de faaliyetlerini durdurmuştur.
Türk Hava Kurumu, 1942’de Ankara Etimesgut’ta uçak fabrikası kurmuş, ancak
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’den alınan dış yardımların ardından bu
fabrika kapanmak zorunda kalmıştır.
CHP Genel Başkanı Kemal Paşa’nın 1925’te “İstikbal göklerdedir”
dediği iddia edilirken, 1928’de Kayseri’deki uçak fabrikasının faaliyetini
durdurmuş olması arasındaki büyük çelişki ise belki sözün 1925 senesi ile
sınırlı tutulmasındandır.
Uçak yapma isteği sadece Kemal Paşa’yı değil, onun
itaatkâr izleyeni İsmet Paşa’yı da heyecanlandırmış olmalı ki 3 Mayıs 1935’te
Türk Hava Kurumu Genel Kurulu’nda, “Uçağı olmayan bir yurt, damı olmayan bir
eve benzer” cümlesini “Türk deyimlerine” armağan etmiştir. Vecihi Hürkuş ve
Nuri Demirağ gibi girişimcilerin, İnönü’nün Başbakanlığı veya Cumhurbaşkanlığı
dönemlerinde engellenmiş oldukları hatırlandığında, İsmet Paşa’nın Türkiye’yi
damsız bırakmak için lâzım geleni yaptığı anlaşılmaktadır.
***
Kemal ve İsmet Paşaların döneminde Türkiye’de havacılık
sanayii kasten engellenmiştir. Nuri Demirağ ve Vecihi Hürkuş gibi girişimciler
doğrudan engellenmemiş, ancak kurdukları tesislerin iflâs etmesi için hemen her
şey yapılmıştır. Bu yüzden tek parti döneminde yurt savunması ve orman
zenginliğinin korunması için her şeyin yapıldığı iddiaları mesnetsizdir.
Geçmişe dönük bir istekten öteye bir anlamı yoktur. “O kurtarıcı paşalar herhâlde
bunu da, onu da yapmışlardır” gibi bir önyargın, bir temenniden başka bir şey
değildir.
Türk Hava Kurumu, Şemsettin Günaltay’ın deyimi ile
1950’den başlayarak kendisini pilot yetiştirmeye, zengin çocuklarının hoşça
vakit geçirmeleri için havacılık sporları ve eğitimleri yapmaya programlanmıştır.
1925’ten başlayarak, İnönü’nün deyimi ile “Ülkeye dam
kuracağız” diye devlet zoru ile toplanan fitre, zekât ve kurban derilerinden
elde edilen hasılanın akıbeti ise yalnızca kurum yöneticilerinin uygun
görmesine bağlı olarak her türlü denetimin dışında harın vurması ile harman
gibi savrulmuştur. AK Parti döneminde kurumun denetlenmesi çabaları ise
“Atatürk’ün eseri olan bir kurum baskı altına alınıyor” diye engellenmeye
çalışılmıştır!
Son Antalya-Muğla orman yangınları göstermiştir ki,
Orman Genel Müdürlüğü’nün (OGM) yangınları önlemek için bir hazırlığı
olmamıştır. Yangın başladıktan sonra müdürlük elemanlarının canhıraş çabaları
ise sonuç almak için yeterli olmamıştır. Türkiye gibi bitki örtüsü, coğrafyası,
iklimi ve sabotaj için fırsat kollayan çok sayıda terörist varlığı orman
yangınları için son derece elverişli iken, üstelik hemen her yıl yüzlerce
yangın tecrübesine sahipken, OGM’nin yangın önleyici çalışmalarının hiç
olmadığı veya yetersiz kaldığı görülmüştür.
Yangında hayatını kaybedenlere Allah rahmet etsin,
yaralananlara acil şifalar versin.
Türkiye’ye geçmiş olsun!
Arif Emre
Gündüz, Demir Kuş-Hiçbir Başarı
Cezasız Kalmaz- 1925/1949, İstanbul 2020.
Arif Emre
Gündüz, Türk Kartallarının
Doğuşu-Osmanlı’da Havacılığın Kısa Tarihi, İstanbul 2015.
Fatih
Dervişoğlu, Nuri
Demirağ-Türkiye’nin Havacılık Efsanesi, İstanbul 2018.
Hulusi
Kaymaklı, Havacılık Tarihinde
Türkler II, Ankara 1997.
M. Bahattin
Adıgüzel-Songül Akkuş-Kula Candan, Havacılık
ve Türk Hava Kurumu, Ankara 2006.
Osman Yalçın, “Kuruluşundan Günümüze Türk Hava Kurumu”,
Gazi Akademik Bakış Dergisi, C.6, Ankara 2012, S.11, s.267-291.
Osman Yalçın, “Türk Hava Kurumu’nun Kurduğu Hava Harp
Sanayii Fabrikaları”, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/676103.
Osman
Yalçın, Nuri Demirağ’ın Hayatı ve
Çalışmaları, Atatürk Yolu Dergisi, S.44, s.743-769, Yıl:22, Güz: 2009, Ankara.