KİM ne derse desin,
Türkiye büyüyen ve yükselen bir ülkedir. Büyüyen ve yükselen ülkelerin birer
cazibe merkezi olması da kaçınılmazdır. İçten bakıldığı zaman Türkiye’nin dünya
konjonktüründe
aldığı yer, hakkıyla görülmeyebilir. Zaten görünmemesi için Türkiye’nin rakip,
düşman ve çekemeyenleri, ellerinden gelen her şey ile Türkiye’’nin içe
kapanması yönünde şeytanî bir gayret içerisindedirler.
İstiyorlar
ki, Türk insanı kafasını sınırlarından dışarı çıkarmasın. Türkiye’nin kötülüğünü
isteyen şer odakları şu gerçeği çok iyi öğrendiler: Türk’ün üzerine askerî bir
güç ile gidildiği zaman, Türk, bambaşka bir şeye dönüşüyor. Her asker bir
kahraman, her nefer bir cengâver, her birey bir alperen oluyor.
Bulunduğu
yeri terk etmiyor, tuttuğu mevkiden sökülemiyor, düşmandan yılmıyor, ölümden korkmuyor.
Bu psikolojiye sahip bir orduyla dünyada hiçbir güç savaşamaz. Çünkü savaş, Türk’ün
genetiğine Cenâb-ı Allah’ın yüklediği ekstra bir ihsandır. Türk savaş için,
diğer milletlerden farklı bir İlâhî yazılımla kodlanmıştır. Savaşı bir ahlâk
hâline, bir sanat hâline, bir adâlet hâline getiren millet, sadece Türk milletidir.
Savaş bizim şiirimiz, destanımız ve ülkümüzdür.
Bizimle,
bırakınız eşit koşullarda savaşmayı, onlar tam, biz yarım olsak bile, bizimle savaşma
konusunda yine de istekli olmayacaklardır. Neden? Çünkü biliyorlar; Türk, savaş
meydanına indiğinde başka bir şey oluyor. Yıldırım gibi, kasırga gibi, şimşek gibi,
ok gibi...
Nereden
eseceği, nerede çarpacağı, nerede vuracağı asla belli olmuyor. Ama esiyor,
çarpıyor ve vuruyor. O zaman ne yapmak lâzım? Bu ülkeyi içe kapatmak lâzım. İçe
kapatmak ve kutuplara ayırarak birbiriyle vuruşturmak lâzım. Türk içte kör dövüşü
yapsın ki bunlar dışarıda parsa toplasınlar.
Bunlar
güzel de, Türk’ün bir de helâk edici erdemleri vardır: Yüzüne güleni dost
sanmak, düşmanın yumuşak beyanlarını gerçekmiş gibi algılamak, kendi gücünün ve
potansiyelinin farkında olmamak, başkalarının telkinlerine çabuk kapılmak, elde
ettiklerinin kıymetini bilmemek, zor sahip olup çabuk vazgeçmek…
Ancak
bizim zaaflarımız şeytanlığımızdan, riyakârlığımızdan ve saman altından su yürütmemizden
değildir. Bizim zaaflarımız samimiyetimizden, saflığımızdan ve iyi niyetimizdendir.
Aziz
dostlar, kafamızı, örtülü bir saldırı olan orman yangınlarından kaldırıp
etrafımızda olan bitenlere baktığımızda ne demek istediğimiz gayet iyi
anlaşılır.
Yangınlardan
önce Türkiye’nin gündemi neydi? Afganistan’da kalmak ve Kuzey Kıbrıs’ı bağımsız
bir devlet hâline getirmek… Bizim Afganistan’da kalma stratejisini açık etmemiz
ve Kıbrıs’a yönelik irademizi ortaya koymamızdan sonra neler oldu?
Bir,
Libya’daki konumumuzu zayıflatacak bir teşebbüs olan yumuşak Tunus darbesi
gerçekleşti.
İki,
Afganistan’dan sınırlarımıza kitleler hâlinde göçler olduğuna dair Batılı
istihbarat örgütlerinin servis ettiği videolar dolaşıma sokuldu.
Üç,
ormanlarımız yakılarak Türkiye’nin zayıf bir devlet olduğu imajı verilmeye
çalışıldı.
Oysa
-hiç abartısız söylüyorum- Türkiye yangınlarla mücadele etmek üzere donanmış en
iyi birkaç ülkeden biridir. Bakınız dünyadaki yangınlara; Amerika mı bizden
daha kudretli, İtalya mı bizden daha muktedir, Yunanistan mı bizden daha güçlü,
Rusya mı bizden daha başarılı, Balkan ülkeleri mi daha cevvâl? Hayır! Bunlar
içerisinde en donanımlısı, en azimlisi, en kararlısı biziz!
Ânında
oluşan devlet-millet birliği ile dev bir yangın ordusu kurmak, sadece Türkiye’ye
özgü bir haslettir. Şer odaklarının hesaplarına göre aylarca yangınla
boğuşacağımızı sananlar hüsrana uğradılar. Yangınları söndürdük ve kontrol
altına aldık. Bundan sonrasını, canımızı yakanlar düşünsün! Zira canımızı
yakanın canını yakacağız!
Kılıçlarımızı
bileyliyor, silahlarımızı yağlıyoruz. Sabrı tatlı bir milletiz. Evet, doğru… Ancak
öfkesi de atlı bir milletizdir aynı zamanda!
Şekillenen
yeni dünyada birileri Afganistan’da olmamızı istemiyor. En çok da Amerika istemiyor.
İstiyor gibi görünmesi, bildiğimiz ikiyüzlülüğü ile alâkalıdır. Afganistan’dan
Türkiye’ye
kontrolsüz
bir göç dalgasının geldiği algısını yayan, bizzat Amerika’dır. Amerika bunu
neden geçmiş yıllarda değil de şimdi yapıyor, hiç düşündünüz mü? Meselâ 2018’de
Türkiye’ye
100
bin, 2019’da da 200 bin Afganlı gelirken kimsede ses yok ama 2021’de Ağustos
ayı itibarıyla 25 bin göçmen için kıyametler koparılmasının anlamı nedir? Demek
ki, birilerinin
Türkiye’nin
Afganistan stratejisinden ciddî korkuları ve endişeleri var.
Afganistan’ı
tutan bir Türkiye’nin nasıl bir Orta Asya, daha doğrusu Turan gücü hâline
geleceği herkesin malûmudur. O zaman ne yapmak lâzımdır? İçteki Afgan göçmen
algısını köpürtmek... Oysa Türkiye’ye gelen yüz binlerce Afgan, burayı geçici
bir menzil olarak kullanıp Avrupa’ya geçmektedir. Bunlar zaten aileleriyle yola
çıkmış insanlar değildir. Bunlar istikbâlini Avrupa’da aramak üzere yola
çıkmış, her türlü macerayı göze almış gençlerdir. Bunları para verseniz bile
Türkiye’de tutamazsınız. Avrupa’ya geçme aşamasında Afganlı göçmenlerin büyük
şehirlerimizde göze çarpmaları ve bir müddet ülkemizde bulunmaları sizi
yanıltmasın.
Buraya
bir nokta koyup, Türkiye’nin Afganistan’a yerleşmesinin önüne geçmek için Amerika’nın
ne yaptığına ve kimlerle iş tuttuğuna bir bakalım.
Afganistan’da
Türkiye’nin önünü kesme çalışmaları
Amerika’da
iktidara gelen Demokratların en büyük müttefiki her zaman İran olmuştur; ancak
gerek Amerika, gerekse Avrupa’nın İran’la yaptıkları ittifak, daima bir örtmece
biçiminde olur. Birtakım tehditler, düşmanlıklar ve yaptırımlar köpürtülür ama
perde gerisinde eller sıkılır, sırtlar sıvazlanır ve tek bir hedef üzerine
yoğunlaşılır. Hedef malûm, Türkiye!
İran’da
Reisi’nin iktidara gelmesi üzerine ülkede Atlantik İttifakı ve İsrail karşıtı
bir hava estirildi. Artık İran’ın ne tür bir mikrop olduğunu çok iyi biliyoruz;
Batı’ya ve İsrail’e saldırıyorsa Batı ve İsrail ile anlaşmıştır. Bu anlaşmada
hedef alınan ülke de Türkiye’dir.
Aziz
dostlar, İran’da yönetimi devralan Reisi’nin devir teslim törenine gelen
heyetlere karşı muamelesini -bilmem- yakından takip ettiniz mi? İran bu törende
üç ülkeye özel bir önem verdi. “Üç ülke” demem sizi şaşırtmasın. Kuzey Irak
otonom bölgesine de büyük bir devlet muamelesi yaptılar. Evet, İran; Ermenistan,
Kuzey Irak Kürt Yönetimi ve Afganistan’a özel bir karşılama töreni düzenledi,
hususî bir ilgi gösterdi. Zelil Paşinyan, muzaffer bir devlet adamı gibi karşılandı.
Neçirvan Barzanî, sanki Asur Kralı imiş gibi muamele gördü. Eşref Ganî, riyakâr
İran iltifatlarına boğuldu. Bu tablo bize ne gösteriyor? Demek ki İran, Reisi
yönetiminde Türkiye’nin aleyhindeki odaklarla çok daha sıkı çalışacaktır.
Hiç
sevmediği ve mezheplerinden dolayı “Yezit” olarak nitelediği Kuzey Irak Kürt
yönetimine bu teveccüh neyin nesidir? Neden olacak, PKK can çekişiyor ya!
İran,
Amerika ile yaptığı gizli anlaşmanın gereği olarak PKK ile Kürt Otonom Yönetimini
uzlaştırmak, barıştırmak ve birleştirmek arzusundadır. Bunun için Yezit saydığı
Kürt yönetimi ile sarmaş dolaş olmak İran’a ar gelmez; zaten öyle bir derdi de
yoktur.
Ermenistan’a
karşı açtığı kucak, Güney Azerbaycan’ı kaybetme korkusunun sonucudur.
Ermenistan
güçlü olsun ve ayakta dursun ki Azerbaycan ile Türkiye’nin bir araya gelerek oluşturdukları
büyük çekim, Güney Azerbaycan’ı elinden koparıp almasın. Afganistan’la kapalı
kapılar arkasında iş çevirsin ki Türkiye, Müslüman Sünnî bloğun doğal liderliği
sonucu yüz yıl önce Meclis’e kilitlediği Hilâfet sancağını çıkarmasın. Lübnan Hizbullah’ına
emir verip arada sırada İsrail’e karşı üç beş füze ateşlesin ki Filistinlileri himaye
etme görüntüsü ile İsrail’e ezdirsin ve onları Türkiye’nin nüfuzundan kurtarsın…
Mertlik
Evet
dostlar, biz merdiz! Gerçekten çok mert bir milletiz. Ne yapıp edeceksek her
şeyi açık açık söylüyor ve yapma yolunda da harekete geçiyoruz. Ama
düşmanlarımız öyle değiller. Yüzümüze gülüyor, sırtımızı sıvazlıyor, fakat kapalı
kapılar ardında kuyumuzu kazıyorlar.
Ne
yaparlarsa yapsınlar, ne ederlerse etsinler, boş! Cenâb-ı Allah’ın İslâm’ın
kılıcı, sancaktarı ve neferi olarak seçtiği bu millet, yeniden tarihî ve İlâhî
vazifesine dönerek dünyaya nizam verecek hakkı ve adâleti Hakk adına tutup
yükseltecektir.
Onu
ne yangınlarla durdurabilirsiniz, ne kapalı kapılar ardındaki pazarlılarla!
O,
atılmış bir oktur ve yayına da geri dönmeyecektir.
Bu
ok, menzile mutlaka varacaktır. Yangınları da aşacaktır, kaosları da geçecektir,
ekonomik türbülansları da atlatacaktır.
Ama şaşmadan hedefine varacak ve firavunların boynuzunu Musa’nın asâsı gibi kıracaktır. Allah-u âlem…