Yanan Lübnan’dan yeni Lübnan’a

Beyrut Limanı ve harâbeye dönen şehrin inşâsını hangi devlet üstlenecek? Cevabı bilmek, kehanet olmasa gerek…

4 Ağustos günü Beyrut Limanı’nı havaya uçuran patlama, tam da “Kanal İstanbul” tartışmalarının yoğunlaştığı bir zaman dilimine denk gelmekle kalmadı, 6 yıllık bir gerçeği de ortaya çıkarmış oldu.

3 bin tona yakın amonyum nitrat, milyarder bir Rus işadamına aitti ve İstanbul Boğazı’nı geçerek Beyrut’taki depolara istiflenmişti!

Sorumluların gözaltına alınmasının ardından, “Neden 6 yıl bekletildi ve neden üst düzey güvenlik önlemleri alınmadı?” sorularına cevaplar arandı. Ama en can alıcı nokta, “nereye” ve “ne için” gönderileceğiydi!

Cevaplar şimdilik iki şıkka inmiş durumda: Suriye ve Afrika ülkeleri arasında karar verilmiş olmasa da yine masum insanların üzerinde patlayacağı muhakkaktı…

Bomba yapımında kullanılan ana malzemenin, daha az insanın canına mâl olduğu söylense de kadim bir şehri kullanılmaz hâle getirmek sûretiyle verdiği tahribatın büyüklüğü tarif edilemez bir boyuttaydı.

Buğday stoklarının 3 günlük kaldığını ve kahraman itfaiye erlerinin ikinci patlamada hayatlarını kaybettiği bilgisini, Beyrut Valisi Mervan Abbud’un gözyaşlarına şâhit olurken öğrendik.

Akdeniz’de dar bir kıyıya sıkıştırılmaya çalışılan ülkemizin yine Akdeniz’deki bu gelişmelere, Beyrut’tan yükselen alevlere ve drama sessiz kalması beklenemezdi.

Türkiye, patlamanın ardından en üst düzeyde yardım elini uzattı. Hattâ en acil kalemlerden işe başladı ve usûlen de olsa “Yardım etmeye hazırız” derken, Lübnan’a sormadan gereğini hemen yaptı. Akabinde Mersin Limanı’nın Lübnan’a açıldığını paylaştı.

Kıyâmet senaryosunu andıran patlama ve Akdeniz sarmalında gelişen hâdiselerle ile ilgili Haber Ajanda NET yazarlarımızdan Orhan Yalçın, Lokman Ayva, Ziya Avşar ve Aytekin Atasoy, kaleme aldıkları enfes makalelerle, Orta Doğu’nun kalbinde yer alan Lübnan’ın ve etrafında kümelenen akbabaların âdeta MR’ını çekmişlerdi. Biz de yeni bir gelişmeyi eklemek istedik o yazılara: Başbakan Hasan Diab ve yönetiminin, “Ülkenin kurtarılması için bir kapı açmak istiyoruz” diyerek sundukları istifa...

Hatırlanacağı üzere Fransa, patlama sonrası Lübnan’a ilk çıkarma yapan ülkelerden biriydi ve sebebi çok netti: “Sömürge akrabalığı” ve Beyrut’un yeniden inşâsında “liderlik” yapma arzusu…

Türkiye’nin misyonu

Bir yerde ABD, Rusya, İsrail, İran, Çin ve Fransa, perde arkasına saklanarak büyük oyunu izleyen BAE, Almanya ve İngiltere varsa, kusura bakılmasın ama Türkiye orada olmalıdır.

Ülkemizin, 780 bin kilometrekarelik bir toprak parçasından, sınırlarımızın ise Mîsak-ı Millî’den ibaret olmadığını dosta düşmana hatırlatmamamız lâzım. Onu korumak için bir de eşik duvarına ihtiyacımızın olduğunu…

Bunun için Karadeniz’den Ege’ye ve Akdeniz’e kadar Mavi Vatan’da, Suriye’den Libya’ya, Bosna’dan Azerbaycan’a ve Kıbrıs’tan Lübnan’a kadar uzanan mazlum coğrafyada “Biz de varız!” demeliyiz. Diyoruz.

Var olmak istediğimiz yerin adı, Avrasya’dan başka yer değil.

Patlamanın hemen arkasından başlayan hükûmeti protesto gösterilerine refleks gösteren milletvekili sayısı henüz dördü bulmuşken, bu kadroya Enformasyon Bakanı eklenince kaos çarkındaki ibrenin, hükûmetin istifası üzerinde duracağı az çok belirginleşmişti.

Yeni hükûmet kurulma çalışmalarına en iyi diplomasi mühendislerimizi ve gözlemcileri göndermeliyiz. Seçimin güvenli bir ortamda yapılması için lâzım gelen desteği sunmalıyız.

Türk dostu siyasetçilerin iktidara gelmesi lâzım. Bunu, Lübnan’a yardım ettiğimiz için değil, kardeşlik bağı ile aynı kaderi ve aynı deniz sahanlığını paylaştığımız için yapmalıyız.

Akdeniz hiç bu kadar sıcak olmamıştı!

Ankara, sıcak denizlerde uluslararası hukuk dâhilindeki meşru çıkarlarını, yerinde gerçekleştirdiği diplomatik hamleler ve askerî faaliyetlerle korumak için elinden gelen gayreti gösteriyor.

Doğu Akdeniz’deki “oldubittilere” en güzel cevap, Oruç Reis sismik araştırma gemisinden geldi. Oruç Reis, Yunanistan’ın GKRY ile birleştirmek istediği sözde deniz yetki alanını kapsayan rotada Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın refakat ve koruması altında faaliyet yürütmeye başladı bile.

Amacımız, “Ey Yunanistan, plânlarınız da, anlaşmalarınız da bizim için hükümsüzdür!” sözünü serlevha etmek…

Konuyla ilgili olarak, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hafta içi yaptığı açıklamalarda, uluslararası topluma müzakerelere dayalı kapsamlı bir iş birliği önerdi:

“Adalar üzerinden bizi sahillerimize hapsetme girişimine rızâ göstermeyeceğiz! Hiç kimsenin hakkında, hukukunda, toprağında, denizinde, meşru çıkarlarında gözümüz yoktur. Bizim tek talebimiz, bize de aynı anlayışla yaklaşılmasıdır. Gelin, Akdeniz’deki tüm ülkeler olarak bir araya gelelim; herkes için kabul edilebilir, herkesin hakkını koruyan bir formül bulalım…”

Fransızlar âdeta o klişe deyimle “meseleye Fransız kalarak” karşılık verdiler ve 1 Ağustos’ta yürürlüğe giren savunma iş birliği anlaşması kapsamında Fransa Hava Kuvvetleri’ne ait Rafale tipi 2 savaş ve C-130 tipi nakliye uçaklarını Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne indirdiler.

2023 Türkiye’sine hazırlanan ülkemiz, bir yandan dünyayı kasıp kavuran büyük bir dikkat ve titizlikle uygulanan salgın illetine göğüs gererken, yine ona bağlı olarak tansiyonu yükselen altın ve döviz kaynaklı ekonomik sorunlarla, siyâsî geleceğine etki eden yeni oluşumlar ve yeni ittifak dedikodularıyla, bir kâbus gibi ülke kaderine tesir eden bölücü ve bölgeci terör örgütleriyle etkin bir mücadele örneği sergiliyor.

Yakın coğrafyadaki hareketler bunlarla sınırlı değil. Suriye’de devam eden iç savaşa bağlı göç dalgası ile o topraklarda süren askerî harekâtlarımız, Libya-Türkiye Anlaşması’ndan hazımsızlık çeken müttefiklerimizin hamleleri, Ermenistan’ın Azerbaycan’a saldırması üzerine yürüttüğümüz ortak tatbikat, ABD’li bir petrol şirketinin -ana omurgasını PKK/PYD’nin oluşturduğu- SDG ile anlaşma imzalaması, Yunanistan ve Mısır’ın Türkiye’yi “Mavi Vatan” dışında tutarak anakarasına hapsetme plânları, Fransa’nın Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne savaş uçaklarını indirmeleri ve dahası…

Türkiye büyüdü. Büyürken sorunları da büyüdü, tabiî dostları ve düşmanları da arttı. Fakat burada zikredilen sorunların üstesinden gelecek güce ve akla sahip.

Yazımızın sonunda kilit bir soru yöneltelim: Beyrut Limanı ve harâbeye dönen şehrin inşâsını hangi devlet üstlenecek?

Cevabı bilmek, kehanet olmasa gerek…