Yan yana

Ey büyükler, ne yapıyorsunuz Allah aşkına? Dünyamıza, yaşama, canlılara, kâinata, en başta da kendinize ne yapıyorsunuz? Farkında değil misiniz, bu kadar düşüncesiz olabilir misiniz gerçekten? Sevgi yerine kini, barış yerine savaşı, kahkaha yerine ciddiyet ve hırsı, “paylaşmak” yerine yok etmeyi seçtiğinize inanamıyorum! Bu gerçek olamaz! İnsan bu kadar hastalanmış olamaz! İnsan kendinden bu kadar uzağa gitmiş olamaz!

CAN cana, yan yana... Değil mi ki, koca bir kâinat iç içe, can cana? Hadi ayırsanıza, yok saysanıza bir zerresini! Bir toz zerresi de bu âlemin bir üyesi, karınca da, kedi de, insan da... Kim kendini üstün gördüyse bir şeyden, ânında düştü değeri o şeyin altına. Kim de kendini her şeyle bir eylediyse, bütün kâinata sahip oldu. Zenginlerin en zengini oldu.

Resimde çocuklarım, kedi, toprak, yeşillik ve en önemlisi de bu resmi çepeçevre kuşatan bir sevgi var. Bu resmi çekerken çok garip duygular içindeydim. Asla bilemeyeceğim duyguları tadan çocuklarımı resmetmek garip bir durumdu...

Hiçbir kediye dokunup okşayamadım, sevemedim. Korkuyorum. Kediden ya da diğer canlılardan değil, bilmediğim duygulardan korkuyorum. Bize böyle şeyler aşılanmadı. Kızamık, karma vs. aşılar vurulurken kolumuza, neden kalbimize hayvan, bitki ve doğa sevgisi şırıngalarını saplamadılar?

İnsanı bilmediği şeyler daha çok korkuturmuş. O büyük yalnızlıklardan, karanlıktan, ölümden korkmuyorum ama evde, içinde küçücük balıklar olan akvaryumdan, bir kedinin sırtına dokunmaktan, etrafımda dolanıp bacaklarıma dolanmasından korkuyorum.

Oysa sevgiye güvenmem gerekirdi. Yapamadım işte, yapamadınız büyüklerim! Bize ve nice nesle barış ve sevgi içinde can cana, yan yana bir dünya bırakamadınız. Savaşmaktan bıkmadınız. İnsanı insana kırdırmaktan vazgeçmediniz. “Üstünlük kuracağız, daha fazla toprağa, güce, zenginliğe kavuşacağız” diye aklınızı şeytana satacak kadar kör oldunuz! Şu dünyaya sevgiyi, adaleti, rengârenk yaşamı, kardeşliği, paylaşmayı, ilmi getirmeyi amaçlayan yegâne ülkeyi/milleti düşman ilân ettiniz. Dışarıdan bitiremeyince içimize kurtlarınızı döktünüz.

Değer mi üç günlük dünya, avucuna bir karış toprak bile verilmeden uğurlanılacak bu hayat için? Değer mi kendini bile tanımadığın şu hayatta, bir hücrene bile hükmedemeyen, akledemeyen aklınla üstünlük taslamaya? Hangi gücün, hangi üstünlüğün, hangi zenginliğin peşindesin? Bir gram vicdanın ve aklın varsa, bir gece düşün: “Nereye bu gidiş?”

Allah aşkına, bir kere olsun sağlıklı düşün! Çok ama çok hastasın... Bir kedinin sesini dinle. Bir kuşun, bir yağmurun sesini dinle. Islan bütün oluşlarda. Kendine aynada bak. Bir tırnağını bile yoktan var edemiyorsun. “Dur” diyemiyorsun. Nasıl yaratıldığını aklın almıyor.

Tırnağına söz geçiremeyen aklınla nedir ettiklerin? Hadi düşman gafil, yan ben, ya siz?

Biraz daha gayret lütfen, kendimize gelelim, toparlanalım! Bırakalım artık işe yaramaz alışkanlıklarımız. Yazalım, okuyalım, gece gözlerimize uyku girmesin! “Nerede yanlış yapıyoruz da hep aynı ben oluyor, hep aynı günü yaşıyoruz?” diye düşünelim. “El neden bu kadar güçlü, neden bu kadar içimizde ve neden bu kadar yaralıyız?” diye düşünelim.

“Yemedim, yedirdim; giymedim, giydirdim; ne istiyorsa aldım, o da okusaydı da adam olsaydı” deyip de hayatın orta yerine can parçası çocuklarımızı koyarak parçalamayalım geleceklerini. Bırakalım bu hikâyeleri, bu çok bilmişliği!

İstiyorum

Devlet büyüklerimize sesleniyorum buradan hâddim olmayarak; dilerse kimse kâle almasın beni:

Her eve insan dışında bir canlı alma zorunluluğu getirilsin. Belki bu sayede eşimle başka çâremiz kalmaz da ben de başarabilirim bunu. Yapamayanlar, bahçelerine yer yaptırsınlar ve şu dünyada başka canlarla yaşamı paylaşmayı öğrenelim. Beton yapılar arasına sıkıştırılmasın büyük yaşam alanları, yeşil rüyalara yer açılsın. Büyükler için de okullar açılsın. Ya da okullarda büyükler için hafta sonu programları düzenlensin. Zira unuttuğumuz o kadar çok şey var ki...

Daha nasıl nefes alıp verdiğimizi, seslerin nasıl doğru şekilde çıkartıldığını bilmiyoruz. Özel kurslarda parasıyla öğreniyorlar diksiyonu, nefes eksersizlerini. Gülmeyi öğretsinler, yazmayı, sağlıklı düşünmeyi, çocuklarımızı nasıl yetiştireceğimizi, evimizde nasıl kedi bakabileceğimizi, paylaşmayı, resim ve beste yapmayı… Medya karşımızda değil, yanımızda olsun. Evlerimize değil, gönlümüze misafir olsun. Bize dizilerle, kanla, vahşetle değil, özümüzle, sözümüzle, sazımızla gelsin.

Ailenin ve insanlığın gelişimi en önemli devlet politikası olsun, ekonomi ve siyaset ondan sonra gelsin. Değerlerin olmadığı bir yerde değerli olanın geleceğe iyi notlar yazacağını sanmam.

Eşlere ve bir gün evlenme ihtimâli olan tüm gençlere, delikanlılara, kızlara da bir iki sözüm var: Bir gün evlenecek tüm bireyler birer anne ve baba adayıdır. Anne ve baba adayı olma ihtimâli bile çok büyük bir sorumluluk. Yuva kurulduğunda, çocuk doğduğunda bir şeyler için zaman dolmuş olacak. Çocuğa her iki bireyden de bazı genler, bazı özellikler geçmiş olacak. Geç olmadan birçok eksikliğinizi tamamlayabilir, mutlu bir yuvanın yolculuğuna dair valizi şimdiden hazırlayabilirsiniz. Bir hayvan besleyebilmenin, iletişim kurabilmenin yolunu öğrenebilirsiniz?

Eşlerin evlilikte doğru iletişimi, hatta doğru şekilde nasıl kavga edildiğini, en az zararla nasıl bertaraf edilebileceğini şimdiden öğrenmeleri gerekir. İmkân varsa birçok kursa gidip her alanda kendinizi geliştirebilir, eşiniz ve çocuklarınızla hem kaliteli, hem eğlenceli bir hayat geçirebilirsiniz.

Evlilere gelince... Zararın neresinden dönülürse uygundur. Ne biliyorsanız, ne uyguluyorsanız, doğru da olsa yetmez. Gelişim devam edecek. Ömür boyu öğrencilik sürecek. Eşler arasında haklılık kavgaları azaltılacak, diyalog yolları arttırılacak. Bir anaokuluna, kreşe, parka gidip bildiğimiz her şeyi bir kenara bırakarak çocukları izlemeliyiz. Öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki... Onlar mutlular, gülüyorlar, koşuyorlar, çimenlerde yuvarlanıyorlar. Sallanıyorlar, kayıyorlar, kedilerin kafalarını sırtlarını okşuyorlar. Tabiî bazen birbirini tanımayan çocuklar arasında tartışmalar oluyor. Bırakın Allah aşkına, müdahale etmeyin doğal olana! Hiçbir çocuğun bir başka çocuğa, yaptığı ya da söylediği bir söz/hareket yüzünden kin tutacağını sanmayın. Birkaç gün geçtikten sonra hâlâ o olay yüzünden dırdır edip kızacağını, ağlayacağını beklemeyin. Dünün pişmanlıklarını, yarının kaygısını beklemeyin, avucunuzu yalarsınız!

Her gün çıkıp birinin kaşını gözünü, diğerinin ne söylediğini veya ne yaptığını, nereye gittiğini, ne giydiğini, dilini, ırkını, partisini, mahallesini çekiştireceğini, alay edeceğini beklemeyin. Başka işleri mi yok ki büyüklerin davranışlarını kopyalasınlar? Yahu anlamadınız mı resimde görüneni?

Çocuklar bu dünyaya kedileri sevmek için geliyor

Denizde balıkları, ormanda ceylanları, dağlarda keçileri seyretmek için geliyor çocuklar dünyaya. Deli gibi koşmak, sebepsizce kahkahalar atmak için geliyorlar. Büyüklerse ciddî olmak, hırslarının, kibirlerinin, güçlerinin peşinde, çok ama çok haklılıkları (!) ile dünyaya, yetmedi uzaya çöp biriktirmek için geliyorlar.

Akşam haberlere bakıyorum, gerçekten kötü oluyorum. Beni sağlıklı iken işitme engelli yapan tek şey, anlayamamak!

Ey büyükler, ne yapıyorsunuz Allah aşkına? Dünyamıza, yaşama, canlılara, kâinata, en başta da kendinize ne yapıyorsunuz? Farkında değil misiniz, bu kadar düşüncesiz olabilir misiniz gerçekten? Sevgi yerine kini, barış yerine savaşı, kahkaha yerine ciddiyet ve hırsı, “paylaşmak” yerine yok etmeyi seçtiğinize inanamıyorum! Bu gerçek olamaz! İnsan bu kadar hastalanmış olamaz! İnsan kendinden bu kadar uzağa gitmiş olamaz!

İyi insanlar yüzünden hâlâ yaşanabiliyor dünyada belki de. İyi insanlar biraz daha gayretli olsalar, hayat bu kadar zor olmazdı belki de...

“Kişinin duası, geleceğidir” demiş bir düşünür. Sadece güzel şeyler düşünüp güzel şeyler yazmalıydım belki, yapamadım. Ben de ne varsa onu bıraktım şuracığa. Hâdsizliklerimden, bilmişliklerimden affınıza sığınırım.