Yamyam savaşları

Bütün saldırgan devletlere, sömürgeci toplumlara ve gücünü yok etmek, öldürmek ve zulmetmek üzere kullanan büyükbaşlara “yamyam” diyorum. Ve onların öldürmek, yok etmek, sömürmek ve nemalanmak üzere yaptıkları insanlık dışı saldırılara “yamyam savaşı” demekten başka bir yol bulamıyorum.

SANKİ çok uzun zamandır bir dünya savaşının içinde değilmişiz gibi rol kesen büyükbaşlar, dünyanın girdiği darboğazla birlikte küresel bir yıkım içinde olduğumuz gerçeğini daha fazla saklayamayacak durumdalar. Çünkü çok uzun bir zamandır resmen ilân edilmemiş, tarafları çok belirgin hudutlarla birbirinden ayrılmamış, ayan olan çıkar hesapları bağırmadan ama ilk fırsatta yazıya dökülmek suretiyle ücralarda saklanmış üçüncü dünya savaşının içerisinde bulunuyoruz.

Sömürge ve açlık, her ne kadar bilinen tarih kadar eski ve akıp giden zaman kadar süreğen olsa da etkilediği coğrafyanın çok daha genişlemiş olması bu savı desteklemekte.

Kendi topraklarında kendi din ve kültür dinamiğini mukavemet hâlinde tutamayan her bir toplum, bir saldırgan tarafından baskılanıyor demektir ve bu, ilân edilen ve gözler önünde sahnelenen savaşlardan bile daha büyük bir zulümdür. Bu saikle İsrail’in Filistin’le orantısız ve dayanaksız (vatan ve inanç savunması, savaşın tek insanî dayanağıdır) bir savaş ilân ettiği gerçeğini yüzümüze vurmalı.

Evet, kabul ediyorum, İsrail daha ziyade kümese dadanan tilki karakteri sergiliyor. Fakat etkisinin savaştan bir farkı var mı, sanmıyorum. Tabiî bu tip saldırılara daha ziyade “yamyam savaşları” adını vermek doğru olacaktır. Çünkü savaş tek taraflı, mesnetsiz, hudutsuz ve insan kanı içmeye dayalı olduğundan, saldırganı ancak “yamyam” olarak tanımlayabiliyor, karşısında da sadece kendini, vatanını ve inancını savunmaya çalışan insan toplulukları görebiliyorum. O hâlde yamyamların dünya üzerinde saldırdığı coğrafyanın yüzölçümü genişlediğinden ve yine bu yamyamların katlettiği, açlığa ve yoksulluğa mahkûm ettiği, kültür ve inancına saldırdığı baz alınınca bu saldırıdan etkilenen insan sayısı da hayli arttığından, kitlesel bir hareket olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Şimdi kim Suriye’de dünyanın kanlı eli olmadığını söyleyebilir? Suriye’ye kuşbakışı bir göz atıldığında ABD’den İngiltere’ye, İran’dan Rusya’ya pek çok devletimsinin burada uzun vadeli bir yamyamlık programı güttüğü açıkça görünüyor. Tabiî bildiğimiz savaşları hayrette bırakacak birkaç akıl almaz veriye de değinmek gerek.

Suriye Devleti’nin de başkalaşıma uğradığı ve bu amansız mutasyonla yamyama evrildiği bir süreçte, Suriye halkının baş etmesi gereken odaklara bir de kendi devleti ekleniyor. Hâl böyle olunca, bize bildiğimiz, sandığımız savaş kavramını aratacak bir absürtlük yaşanageliyor.

Uzak Doğu’dan Amerika kıtasına kadar uzanan toplu zulüm hareketleri; yok etme, sömürme, nemalanma ve bu yollarla büyüme, güçlenme gibi hayvanî güdülerle icra ediliyor, böylece adına “savaş” denmeyen ama bütün dünyada yankılanan kıyacı bir vetireyi dünyanın nabzına iliştiriyor.

Aslında savaş dediğinizde, tıpkı Rusya-Ukrayna Savaşı’nda deneyimlediğimiz gibi, daha zorlayıcı bir süreçle karşılaşacak.

Bugüne kadar kurulan ülkeler arası diyaloglar, gerek iki ülke arasında, gerekse belli ittifaklar hâlinde imzalanan anlaşmalar, ticarî ve ekonomik hareketleri tayin eden devlet ya da kurum bazında düzenlenen sözleşmeler, inanç birliğini ve coğrafya parçasını içine alan aidiyete dayalı dostluklar ve daha bir dolu itici güç, adına “savaş” denen saldırılarda taraf olma zorunluluğu meydana getiriyor. Şimdi nasıl ki Rusya’ya sözde de olsa yaptırım kararları alan devletler birbirlerine olan bağlılıklarını bu yolla beyan etmek durumunda kalıyorlarsa, adına “savaş” denilen saldırıların hepsinde belli ülkelerce belli tepkilerin verilmesi zorunlu olacak. Fakat tıpkı Afrika’nın sömürülmesi sürecinde savaş kavramının hiç hesaba katılmaması gibi, Filistin’e, Doğu Türkistan’da, Yemen’e, Myanmar’a yapılan saldırılara “savaş” denmemesinin sebebi, hiçbir yaptırıma maruz kalmama ve bütün sözleşme, anlaşma, çıkar dostluğuna tezat olacak her bir sözlü ve yazılı beyanı es geçebilme gayretinden başkası değildir. Peki, biz neden “savaş” demiyoruz?

Çünkü bizim de başka bir yaramız var bu hususta. Savaş diyebilmemiz için mağdur olan tarafında saldırıyor ya da en azından kendini savunuyor bir pozisyonda olunması gerekiyor. Filistin’in ordu ve silah gücü olarak kendini savunacak bir potansiyele sahip olmaması ya da Afrika’da sömürülen halkın toplu ve dayatmacı bir başkaldırıya güç yetirememesi, bu süreçlere “savaş” adı vermemizin de önünü kesiyor. Fakat bilinmeli ki, “savaş” denilmediği sürece büyükbaşlar bütün saldırı ve sömürü programlarını kitaba uyduruyorlar(!). Gerçi uydurdukları kitap yanlış, orası da ayrı vahamet!

Ama ben çok daha uygun bir tanımlama buldum: Bütün saldırgan devletlere, sömürgeci toplumlara ve gücünü yok etmek, öldürmek ve zulmetmek üzere kullanan büyükbaşlara “yamyam” diyorum. Ve onların öldürmek, yok etmek, sömürmek ve nemalanmak üzere yaptıkları insanlık dışı saldırılara “yamyam savaşı” demekten başka bir yol bulamıyorum.