Yalnızlığa tutulan ayna

Ve sokağın ortasında dizlerinin üzerine yere yığılmıştı Teoman. Artık yüzüne doğru sakallarını ıslatan şeyin ter olmadığını biliyor, hıçkırıklarına engel olamıyordu. O anda ihtiyacı olan tek şeyin, onu yüreğinin en derininde hisseden kadını yani annesini aramak olduğunu düşündü.

OTURMA odasındaki tek sanatsal nesne olan o tablo sanki hikâyesinin eksik kısmını tamamlamışçasına, boyası dökülmüş, duvarla bütünleşmiş, zamanla görünmez olmuştu. Elindeki telefonla kolaçan ettiği sosyal medya da kabak tadı vermiş olmalı ki telefonu uzandığı üçlü koltuğun aşınmış kumaşı ve çökmüş minderin üzerine fırlatıp pencerenin önünde duran, rengi solmuş masanın üzerindeki cam fanusta yüzen Mavi’ye takıldı gözü. Zaten oda içerisinde bir tek hareket hâlinde olan, “Mavi” ismini verdiği balığı ile televizyon sehpasında duran saatti.

Oturmakla uyuşmuş cılız bacaklarını yavaş hareketle tozlu zemine indirip her attığı adımda Mavi’nin cama yanaşıp çıkardığı baloncukları karşılıksız bırakmayıp önce onun yemini bıraktı suya.

Teoman iple çektiği reşit olma yaşını doldurup bağımsızlığını ilân ederek ailesinden ayrı ev yaşantısının hayâllerini çoktan geride bırakmış, hayâllerinin icraata geçmesinin üzerinden de 7 yıl geçmişti bile. Zayıf yüzünde sabitlenmiş yorgunluk ifadesi gözbebeklerine kadar sirayet etmişti. Kirpikleri dahi göz kapaklarını aşağı çekmeye yetiyordu. Genç yaşına rağmen hiç acelesi yokmuş gibi hep ağır hareket eden Teoman olduğu yaştan daha büyük görünse de saçlarının rengi ve parlaklığı, yaşı konusunda insanlara medcezir yaşatmıyor değildi.

Arada bir gözü dışarıya ilişir ve zamanın nasıl geçtiğini anlamaksızın karşı apartmanın penceresine dalıp giderdi. Sanki kendi yalnızlığını seyrederdi saatlerce. Kurulu saat gibi her sabah 7’de kalkar, muntazam bir şekilde hazırladığı kahvaltısını yaparken çayını yudumlar, bu sırada gazetesini okumayı da ihmâl etmezdi. Kendinin aksine daha düzenli hayatı onu hayrete düşürmüyor değildi; yalnızlığı kendi seçimiydi fakat bu yaşlı adamın kendi tercihi gibi durmuyordu.

Muhabbetini esirgemediği tek kişi olan mahalle bakkalı Hikmet Bey’den başka biriyle konuştuğuna henüz hiç şahit olmamıştı. Bu aralar hayatı anlamlı kılan tek şey, adını bile bilmediği bu ihtiyarın günlük rutinlerine uzaktan da olsa eşlik etmekti. İnsan hayatının son baharını seyreder gibi seyrediyordu her anını.

Ona baktığında göğsüne bir yumru oturur ve bu hisse anlam veremezdi. Bazen sesi kendi kıyısına bile vurmazken, seyrettiği sisli bahar, aşikâr olanı haykırıyor gibiydi. O, hayatının baharında genç delikanlı olarak darmadağınık yaşantısında işlerini yoluna koyamamışken, onun bu itinalı duruşu, hâlâ anlamlandıramadığı bir muamma olarak kalıyordu her gün batımında. Cesaret edip bir kere karşısına çıkmaya yeltenememişti. Ama ne söyleyecekti ona? Varlığıyla karşısına çıkmaya hazır değildi içindeki bu duygularla cedelleşirken…

Yine seyircisi olduğu camın kenarına ilişmiş, başrol oyuncusunu bekliyordu. Bugün yaşlı adamın bir kutlaması vardı; belirgin bir titizlikle hazırlanmış ve evin içinde takım elbisesiyle salonla mutfak arasında mekik dokuyordu.

Sofra çoktan kurulmuş, iki kişilik servis açılmıştı. Kimin içindi bu hazırlıklar? Beklenen kişinin mahalle bakkalı olduğunu sanmıyordu. Yavaşça mumları yakıp muhtemelen sevdiği şarkıyı arıyordu ağırlaşmış elleriyle. Muntazam bir şekilde plağı yerleştirdi, mütebessim bir ifadeyle sofraya yöneldi, gelecek olan kişiye tahsis ettiği sandalyeyi geriye doğru çekip sanki birinin oturması için bir süre duraksadı, sonra masadaki yerini aldı, dakikalarca boş sandalyeye bakınarak mırıldanmaya başladı.

Kalbinin hızla çarptığı bir andı. Mırıldanan dudakları artık kıpırdamıyordu. Başı masaya doğru eğilerek hareketsiz bir şekilde öylece duruyordu.

Ne yapmalıydı Teoman? Titriyordu. Alnından aşağıya inen bir damla, ne hissettiğinin habercisiydi. Bu kalabalık şehirde o kadar insanın yanısıra sessiz sedasız çekip gidişi... İçine sindiremiyordu bir türlü. Şimdi koşup karşı apartmanın kapısını mı zorlamalıydı? Hayatını tam da bu cam kenarında sorgulamaya başlamıştı üstelik. Telefonuna sarılıp ambulansı aradı, kalbinin ağzında attığını hissediyordu. Geçen dakikalar, ona yaşadığı yıllar kadar uzun geliyordu. Nefes nefese merdivenleri inerken, ayaklarının kendi başına hareket ettiğini düşündü bir an ve ambulans gelip yaşlı adamın cansız bedenini kapıdan çıkarırken toplanmış mahallelinin ahları arasından Bakkal Hikmet Bey’in sesini işitti: “Allah rahmet etsin koca çınar! Demek senin vedan da her yıl heyecanla kutladığın evlilik yıldönümünde olacaktı. Ruhun şad, mekânın Cennet olsun.”

Ve sokağın ortasında dizlerinin üzerine yere yığılmıştı Teoman. Artık yüzüne doğru sakallarını ıslatan şeyin ter olmadığını biliyor, hıçkırıklarına engel olamıyordu. O anda ihtiyacı olan tek şeyin, onu yüreğinin en derininde hisseden kadını yani annesini aramak olduğunu düşündü. Telefonuna sarılarak annesini aradı. Bu sefer ona “Anne” derken hissettiği tek duyguya, sarılma duygusuna engel olamıyordu ama buna şu an imkân yoktu. Artık yapacağı işin valizini toplamak olduğunun farkındaydı…