“EY iman edenler! Zannın birçoğundan sakının.
Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini
araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin
etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının.
Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (Hucûrat, 12)
Hakikate ihanet edenlerin temel bir özelliği
var. Yalan üzerine hikmet bina etmeye çalışmak ve bundan medet ummak, elbette beyhude
bir çabadır. Yalan üzerine hikmet bina edilmez. Bu tipler, Allah’ın (cc) kebair
günahlardan saydığı “yalanı” âdeta sanat hâline getirenlerden oluşmuşlardır.
Ne var ki, etrafımızda bu beyhude çabayı
sergileyen çok sayıda kişi mevcût. Bunların, değeri kendinden menkul bir hikmet
arayışları yok elbette. Dertleri, siyasal minik fırsatlar elde etmek. Evet,
belki söz konusu çabalar, gayret sahibinin kısa vadeli siyasal fayda
sağlamasına imkân tanıyabilir, fakat yalan ve hileli yönlendirme üzerinden esaslı
bir siyasal kazanım elde edilemez.
Yakın tarihimizde olup bitenler, kırılan
gönüller, tahrip edilen iş yerleri ve kurum binaları, kundaklanan resmî veya
gayr-i resmî araçların tahribatı hâlâ hafızalarımızdadır. Geziciler, FETÖ/PDY
ve PKK, Türkiye’nin son döneminin meşhur kalkınma karşıtı kalkışmacıları değiller
miydi?
Her üçü de yalan yanlış bilgi kırıntıları
üzerinden özellikle muhalefet lehine siyasal alan devşirmeye çalıştılar. Hâlâ
çalışıyorlar. Düzenledikleri siyasal kampanyaların ortak özelliği, yalan
üzerine siyasal hikmet bina etmeye çalışmaktı. Dikkat edin, bu üç kirli yapının
cürümlerinden hiç bahsetmiyorum. O kirli üçlünün cürümleri yakın tarihimizin
arşivlerinde saklıdır. Terör, kanlı eylemler, casusluk, meşru hükûmete darbe yapmaya
kalkmak, Vandalizm…
Benim derdim, bu üç yapının kendisini sunma
biçimlerine dikkat çekmektir. Bugün paralel devlet yapılanması da, Geziciler de,
PKK militanları ve sempatizanları da aynı söylem haritası içinden konuşuyorlar.
Bunların ortaklıklarına kısaca bir göz atalım…
Terörün iftira ittifakı
Bu şen’î ortaklığın en önemli noktası, her
üçünün de gerçeklikle ilişkisi olmayan unsurları gerçekmiş gibi pazarlaması ve
bu gerçek dışı detaylardan hareketle politik söylem üretmesidir. Unutulmasın ki,
bu şer şebekelerinin yaşadıkları siyasal sıkışma derinleştikçe, ürettikleri
manipülasyonlar da aceleye gelmeye, yalanları giderek daha pornografikleşmeye
başlıyor.
Teröre karşı sürdürülen operasyonları Geziciler
de, paraleller de PKK’lılar da aynı şekilde sunuyor ve buna en büyük destek ise
özellikle ana muhalefet partisinden geliyor. Örneğin PKK’nın yaptığı bir infaz,
devletin güvenlik güçleri tarafından yapılmış gibi gösteriliyor.
Hatırlayınız, PKK’nın, HDP’li belediyelerin
yardımlarıyla asfaltlara, rögar kapaklarının altına döşediği patlayıcıların
patlaması sonucu yerle bir olan sokak görüntüleri, “Devlet güneydoğuda soykırım yapıyor” diye ambalajlanıyordu. PKK ve
bileşenlerinin yeni kalkışma çağrılarına ilişkin haberlere bir bakın Allah
aşkına, değişen bir şey yok!
Geziciler de, FETÖ/PDY (paraleller) de,
PKK’lılar da aynı şekilde veriyor bu haberleri. Olmayana “Oldu” diyorlar. Olanı
çarpıtıyorlar ve bu şen’î olayların mihrakı olarak memleketin ana muhalefet
partisi ve ağzı ayarsız sözcüleri, kimi belediye başkanları ve gönüllü medya
kalemşörleri ile onlara arka çıkan muhalefet cenahı da ha bire yeni senaryolar
yazmakla meşguller.
En büyük fitne olan sosyal medyanın hayatımızdaki yeri gün geçtikçe büyürken,
ileride nasıl bir gelişme göstereceğini tahmin etmek gerçekten pek kolay değil.
İnsanlar 1990 yılında e-kitaptan bahsedildiğinde ilk olarak bu cihazın asla
kitabın yerini tutmayacağını, teknolojik mânâda kolaylık sağlayacağını
düşünmüşlerdi. Fakat şimdilerde ne kadar yaygın olarak kullanıldığını, hangi
menfi ve şeytanî fiiller için kullanıldığını hepimiz biliyoruz. Bazen
pornografik olarak, bazen devlet aygıtını çökertmek için, kimi zaman düşman
ülkelerin içimizdeki beşinci kol faaliyetleri olarak görev yapmaya başladı.
Modernizm adına geliştirilen, akla tapıcıların sosyal
medya ağları ve gücüne bin yedi yüz sene önceden Kur’ân’da şöyle buyuruluyor:
“Ey
Peygamber! Kalpten inanmadıkları hâlde, ağızlarıyla ‘İnandık’ diyenler
(münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanları seni üzmesin. Onlar (Yahudiler)
yalan uydurmak için (Seni) dinlerler, Sana gelmeyen bir topluluk hesabına
dinlerler. Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini bildikten sonra yerlerini
değiştirir ve şöyle derler: ‘Eğer size şu hüküm verilirse, onu tutun. O
verilmezse sakının.’
Allah
kimin azaba uğramasını istemişse, artık Sen onun için asla Allah’a karşı hiçbir
şey yapamazsın. Onlar, Allah’ın kalplerini temizlemeyi istemediği kimselerdir.
Onlara dünyada bir rüsvaylık, ahirette ise yine onlara büyük bir azap vardır.”
(Mâide, 41)
Bu âyetten işaretle işin vahametinin çapı haber
verilmektedir.
Maateessüf, günümüzde en büyük “sosyal medya” adlı yalan
vadisi, firari FETÖ elemanları, FETÖ’den icâzetli CHP, CIA’dan icâzetli ve FETÖ
ortaklı PKK ve onun siyâsî (!) ayağı HDP ve de kimi zamansa bilmem ne
ittifakının diğer hizipleri tarafından fütursuzca kullanılıyor. Âdeta milletimiz
aleyhine bir şer cephesi olarak icra-i faaliyetteler.
Hani derler ya “Savaş yapmanın da bir kuralı ve âhlakı olur”,
bu şer cephesinde ahlâk hak getire! Bu herzeleri alt alta yazarsam ne bu
sayfalara sığar, ne de biter.
Sadece kısa birkaç misâl verelim…
Muhalefetin ahlâksızlık politikası
Daha
önceleri LGBTi’nin hezeyanlarına karşı Diyanet İşleri Başkanı’nın haklı ve
görevi gereği söylediği ifadelerine karşı çıkan kimi barolar ve ana muhalefet, sonra
camilerin hoparlörlerinden müzik yayını, sinagog ve kiliselerin kıymetli
aksesuarlarını kırmak ve farklı meşrepteki bazı kardeşlerimizin kapılarına
değişik renklerde işaretler veya yazılar yazmak gibi fiillerle saldırdı.
Kullanılan
yayın vâsıtaları, elektronik ve sosyal medya araçlarının alâmet-i fârikası da aynıdır.
Bu fitne güruhunun ahlâkî değeri olmadığı için, aile mevhumu ve mahremiyeti, estetik
ve zarafet ölçüsü de yoktur.
Bu
güruhun, Allah’ın âyetlerle müstesna kıldığı kadınlara karşı saygısız
tavırlarını da biliriz. Ki bu güruh, Müslüman toplumumuzun bamteline basmak
için bu anlamda olmadık yollara başvuruyor. Son olarak, hapisteki bir
nasipsizin zevcesi olan Başak Demirtaş’a yapılan hakaretle birçoğumuz yanıldık.
Zira yapılan yazılı saldırının AK Partili ve muhafazakâr biri tarafından gerçekleştirildiği
algısı üretildi. Bunun üzerine bütün AK Parti ve muhafazakâr karşıtı mahalle
ayağa kalktı. Hattâ muhafazakâr kesimden insanlar da bu yanılgıya kısmen
katıldılar.
Devlet
aklının gereği Adalet Bakanımız Abdülhamit Gül, zamanında tepkisini ortaya
koydu. Hedeflenen ise, her zaman yaptıkları gibi, sadece hakarete uğrayan ve
aşağılanan kadınlar HDP’lilermiş gibi bir algı meydana getirmekti. “Muhafazakâr
kesim kadınlara bütün hoyratlığı ve taşra cehaletiyle yükleniyormuş” gibi bir
anlayış pohpohlandı. Kadın cinsiyeti etrafında üretilen bu utanmaz siyaset,
kısa sürede ortaya çıktı. Mesajları atan şahıs, daha önce de Demirtaş’a
özgürlük mesajları atmıştı zira.
Bir
oyun sahneye konulmaya çalışılmıştı. Provası yapılan bir provokasyon… Toplum
yine muhafazakârlara karşı bir kadın imgesinin aktörlüğünde linçe sevk edilmeye
çalışılmıştı. İktidar ve muhafazakârlarsa kadın, ırz ve namus düşmanı
gösterilmek istendi.
Prof.
Dr. Ergün Yıldırım soruyor:
“Hakikaten sadece
hakarete uğrayan kadınlar HDP’li ya da CHP çevresinde mi? Sadece lâikçi
kesimlerin kadınları mı ‘organize kötülükle’ karşılaşıyorlar? Hiç de öyle
değil. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın annesi, FETÖ’nün gazetecileri tarafından
ağza alınmayacak hakaretlere uğramıştı. Yine eşi Emine Erdoğan ve kızları
birçok iftiraya uğradılar. Biz muhafazakârlar, lâikçi kadınlara yapılan
aşağılanma ve küfürleri eleştirdik, yine eleştireceğiz. Peki, bu konuda lâikçi
veya CHP çevresinde Erdoğan’ın ailesindeki kadınlara yapılan hakaretleri
eleştiren oldu mu? Muhafazakâr kadın gazeteci arkadaşlarımıza yapılan
hakaretleri dehşet içinde okuyorum. Merve Şebnem Oruç, Halime Kökçe, Fadime
Özkan ve Meryem Gayberi ile ilgili burada yazmaktan hayâ duyacağımız hakaretler
ve küfürler ediliyor. Onların namuslarına her çeşit dil uzatılıyor. Kadın
gazeteci çevreden kaç kişi bunları mesele yaptı?
Meslektaş hanım
arkadaşlarına sahip çıkan oldu mu? Bir kadın STK’sı olan KADEM ile ilgili
atılan küfürbaz ve namussuz mesajları okuyunca yine utancımdan yerin dibine
girdim. Hangi lâikçi kadın STK’lar bu arkadaşlara sahip çıktı? Feministler ‘Kadın
kadın’ diye bağırıp duruyorlar. Lâikçi ve CHP mahallesinde her çeşit kaleme ve
kudrete sahipler. Bir gün de bu kendi hemcinsleri olan gazeteci ve sivil toplum
çalışanlarına destek verdiklerini gördünüz mü? Bunlar da kadın! Üstelik sık sık
kadın sorunlarına da eğilen ve onları çözme konusunda çaba gösteren insanlar…
Feministler nerede? Sadece kendi ideolojilerini benimseyenler mi kadın oluyor?
CHP ve HDP neden
muhalefet partileri olarak kadınlarımıza yapılan bu aşağılık iftiralar
konusunda kendi camialarında ve çevrelerinde bir girişimde bulunmuyorlar? Neden
‘Kadınlara yapılan bu ‘örgütlü namussuzluğa’ bir son verelim’ demiyorlar? Bir
özeleştiri yapmıyorlar. Türkiye’de kadınlarımıza yapılan bu aşağılık iftira ve
küfürlere karşı topluca hareket etmiyorlar. Kendi mahallesinin kadınlarını
savunma çabasındalar. ‘Karşı mahalle kadını’na her çeşit iftiranın atılmasına
karşı sessizlik içinde duruyorlar. Yöneticilerinden hakaret edenleri
uyarmıyorlar…”
Feminizm
yaramız
Bir
yürek yaramız da feminizm… Türkiye’de lâikçi, Batıcı ve modernist kadının
bekçiliğini yapan bu furyaya inanmış birkaç hanımefendi omuz verse bile hakikat
değişmeyecektir. Laikos kesim, feminizm akımına, onun sözcülüğüne soyunmuş.
Onun için bağırıp çağırıyor. Muhafazakâr ve dindar kadınlarımıza yapılan bu
kadar “örgütlü namussuzluğa” karşı tek kelime edilmiyor. Oysa bizim için bütün
hanımlar, kızlar namusumuzdur. Onlar üzerinde konuşurken daha titiz, daha dikkatli
ve daha nezaketli davranırız. Annemiz, eşimiz, kızımız, ablamız olan
kadınlarımız… Onlar bizim namusumuz, temel normumuz.
İlişkilerimizin âdâbı da, edebi de bu norma dayanır. Bu norma söz edene karşı her çeşit mücadeleyi vereceğiz. Vahşi kapitalizmin belli günler ihdas edip maddiyatın normlarına kurban ettiği kadınlarımıza, Allah-u Teâlâ Kur’ân’da bir sûre-i celîle hediye ederek, eşref-i mahlûkatın “nîsâ” kanadına kıymetini göstermiştir. Bizde bu İlâhî fermanın müjdesini şiar edinip, ailemizi canımızdan çok koruyup kollayacağız. Vesselâm…