Yalan siyaseti ve bilinçaltı

İmaj yaratma sürecinde iki aktöre rol verilir: Toplum ve kamuoyu zihnini kazanmaya çalışan halkla ilişkiler uzmanları ile kendi içlerinde sorun çözücüler olarak gördüğü imaj yaratıcıları… Bunlar gerçekleri görmezden gelerek imajın sürdürülmesini sağlayan profesyonel imaj uzmanlarıdır. Şu an muhalefet bu uzmanlarla çalışmaktadır.

SİYASET yalanı nedir? Siyasette yalan söyleme neden mubah sayılır? Neden özellikle siyasette? Siyâsî gelişmelerin bunda etkisi nedir? Bürokratlar ve halk bundan ne ölçüde sorumludur? Siyasetçileri yalan siyaset izlemeye kimler, niçin yönlendirir ve neden bundan rahatsız olmazlar?

Bu tür soruların cevapları siyaset biliminde çok önemlidir. Siyaset yalanı, “merkezcil yalan alanı” oluşturarak insanları o alanda tutma gücüdür. Siyaset hakikati ise, çok nadir dillendirilen, dillendirilse de çok defa yalanın gölgesinde kalan gerçekliktir. Zira siyasetteki yalan, adi yalanlardan çok farklıdır. Çünkü o yalan, doğrudan topluma hitap eder, bilinçaltı oluşturur ve o bilinçaltılar, gerçekleri kapatarak doğruları itibarsızlaştırır. Daha sonra yalanların özrü olsa da toplum, özürlerin farkında olamıyor ve ruhunu yalan güneşinde aydınlatmaya devam ediyor. Yalan, İslâm akaidinde “büyük günahlar” içinde yer almasına rağmen Müslüman siyasetçilerin çoğu da yalanlardan kendilerini kurtaramıyor.

Siyaset, yalan ve hakikat arasındaki ilişki, bilim insanları tarafından tartışılan önemli bir konudur. “Siyasette yalan, haklı bir araç mıdır?” ve “Yalandan sıyrılmış bir siyaset mümkün müdür?” gibi sorular, konunun özünü teşkil etmiştir ve etmektedir. İlginçtir ki yalan, siyâsî erdemler arasında yer almamasına rağmen siyasette basit bir gereklilik olarak kabul edilir ve maalesef toplum bu yalanlara gereken tepkiyi vermez. Aynı toplum, çocuğunun küçük yalanına destanlar yazar ama yazdığı destanı asla kendisine okumaz. Belki de kendisi, erdemden yoksun bir siyaset yolculuğundadır.

Yalan gerçekten de siyasetin özünde yer almak zorunda mıdır? Yoksa o, dünya yansa bir bağ otu yanmayanlardan mıdır? Ya da ne olursa olsun, adalet yerini bulmalı mıdır?

İlk iki sorunun cevabı “Hayır”, üçüncü sorunun cevabı her zaman ve her zeminde “Evet” olmalıdır. Yani hak yerini bulmalı, gerekirse, “Dünya yıkılırsa yıkılsın” denmelidir. Yalanların rüzgârında yaşamak, adaletten ve ahlâktan yoksunluktur. Bu, erdemli toplum oluşumunu imkânsız kılar.

Modern yalan sistematiği

Her şeyde olduğu gibi yalan, modern ve klasik olmak üzere ikiye ayrılır. Bir de kişinin kendine söylediği yalan var ki bu, konunun dışındadır. Klasik yalan daha çok adi yalan olup, asıl tehlikeli olanı modern yalandır. Çünkü modern yalan, örgütlü yalandır; küresel bir manipülasyon içerir. Yıllardan beri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında muhaliflerin yalanları bu türdendir. Her süreçte topluma sunulan bu yalanlar özel bir ekip tarafından bilinçaltı oluşturmak için sürekli tekrar edilir.

Klasik yalanda, yalan her alana yayılamaz, yayılsa da çok dar alanda kalır ve topluma etkisi yoktur; yalancı, söylediği yalanının farkındadır, gerektiğinde mahcubiyet duyar ve özür diler. Ama modern yalanda özür çok azdır; özür olsa da atı alan Üsküdar’ı çoktan geçmiştir. İstenilen yanlış bilinçaltını oluşturmuştur. Bunun bir adım sonrası önyargıdır. Önyargıyı yıkmak, atomu parçalamaktan zordur. Önyargı, günümüz toplumunun en ciddî sorunlarından biridir. Sizin Bor Karbür Fabrikasını açmanızın, terörü minimize etmenizin, etrafınızdaki istikrarsızlıklara rağmen istikrarlı olmanızın onların nezdinde bir önemi yoktur. Bu modern yalan durumu, onların ruhunu asla kemirmez.

Bundan dolayı klasik yalan, modern yalana göre insanı daha az zararlı yapar. Çünkü modern yalanda yalan, tüm topluma yayılır; yalan söyleyen bile artık neyin hakikat olduğunu bilemez. Köyümüzde rahmetli Süleyman amcanın dediği gibi olur: “Köyün alt başında bir yalan söylüyorum, üst başına gidince kendim de inanıyorum.” Bu, modern yalana esprili bir örnektir. Medya iletişim araçları sürekli olarak yalana küresel bir boyut kazandırmaktadır. Bu yalanlar, ancak benzer argümanlar ile minimize edilir.

Gerçeklere tüm potansiyel alanda büyük nitelikte zarar verecek olan tüm yalanlar, dürüstlüğün gerçekliğini baskılar. Bu baskılamalarla toplumun değer yargıları kirletilir, onların gerçekliği yok sayılır ve bir sahte imaj yaratılır. Klasik yalanda sadece hakikat gizlenirken, modern yalanda yok etme ve yaratma eylemi vardır. Deprem sürecinde bu sahte imaj çok net görüldü. Bundan dolayı modern zamanda “yalancı” denilen şey, bir eylem organizasyonudur. Çünkü onlar, hakikati gizlemekle kalmayıp yeni bir hakikat (sanal yalan) yaratmaya çalışır.

Siyasetin objesi olan hakikatler, rasyonel hakikatler değil, olgusal hakikatlerdir. Olgular ve olaylar, siyaset alanının dokusunu oluşturur. Olgular, rasyonel hakikatlere göre daha kırılgandır; çünkü hatırlanmaya ve tanıklığa ihtiyaç duyar. Örgütlü siyâsî yapılanmalar, örgütlü yalanları kullanarak olguların kırılganlığından yararlanır.

Mutlak hakikatler ise, despotik bir karaktere sahiptir; sorgulanmaz ve sorgulanamaz; zira onlar her durumda kesindirler. Bundan dolayı örgütlü siyâsî yapılanmalar baskı altına alamayacakları güçten korkar ve nefret ederler. Onlar, her türlü yalan ile muhataplarını toplum nezdinde itibarsız hâle getirme gayretindedirler.

İdeale ve gerçeğe şiddet uygulamak

Siyasette ideal kişi, dâvâya kendini kalpten adamış biri değil, gerçekle hayâl ürünü arasındaki ve doğruyla yanlış arasındaki farkı fark eden ve önemsemeyen kişidir. Bunlar, yalanların toplumu manipüle etmesi veya etmemesi için her türlü tedbiri alacak donanıma sahip olurlar. Toplumu gerecek ve gerekirse şiddete sevk edecek yalanları özenle seçerek çözüm üretirler. Örgütlü yalanlar, her zaman içinde şiddet barındırır; bundan dolayı yalan üzerine kurgulanan örgütler birbirleriyle iyi anlaşırlar. İçinde barındırdığı şiddet, sadece olguları değil, aynı zamanda olgulardan bahsedenleri de yok eder.  

Başarısız siyasetçiler toplumun kırılganlığını kullanarak ve onları manipüle ederek gerçekleri saklarlar. Örneğin Amerika’nın Irak ve Suriye savaşı veya ülkemizdeki depremden dolayı muhalefetin tavrı tamamen imaj yaratma üzerine kurulmuştur. Amerika için yenilgi korkusu ya da zafer isteği ülkenin refahı ile ilgili değil, başka ülkelerin süper güç imajıyla ilgilidir. Ülkemizde muhalefetin kaygısı ise, toplumun refahı için değil, başarıları gölgelemek için başvurulan adi bir plândır. Bu tür siyâsî hedef için birçok can kaybı ve maddî kayıp yaşanmıştır ve yaşanabilir. Başarısızlıktan kaynaklanan hırs o denli büyük bir öfke oluşturur ki yalanın bile bir sınırlı güç olduğunun farkına varamaz.


Hakikat anlatıcıları

Yalan klişesinin arkasında, her şeye muktedir olacağını düşünen tehlikeli bir mit yatar. Siyasal konularda son sözü sürekli iktidarın belirliyor olması, olgusal olarak muhalefeti koni içi bir yolculuğa iter. Onlar, hakikatleri saklamak adına yalanın momentumunu artırarak toplumu zor günlerin beklediğine inandırmaya çalışır. Bu, gelecek için olumsuz bir bilinçaltıdır.

“Siyaset yalandan korunabilir mi?” sorusu her kesim için geçerlidir. Ama yalanın, çoğu zaman mantığa ters düşmeyen küçük olumsuz örneklerden dolayı, inandırıcılığı güçlü olabilir. Bu durumlarda gerçeğin görünen ve duyulandan farklı olması, inandırıcılığın etkisini azaltmayabilir. Yalanı plânlayanlar toplumun neyi duymak istediğini bilir ve ona göre hareket ederler. Olguları zevklere ve çıkarlara göre uyarlayarak yalanı hakikatten daha çekici yapabilirler. Böylelikle ikna edicilik hakikate göre fazla olur; hakikatse onlar için can sıkıcıdır.

Bunlara rağmen hakikat güçlüdür ve yeri doldurulamaz. Meselâ, insansız hava aracı yapanların takdir edilmesi gerekirken sistemli bir siyaset yalanıyla farklı olgular oluşturulmaya çalışılıyor. Çünkü başarının bazı kesimleri beklenmeyen davranışa yönlendirmek gibi rahatsız ediciliği vardır. Yalan belki hakikati sarsabilir ama onun yerini asla alamaz.

Siyaset, hakikat anlatıcılarıyla yalandan korunabilir. Hakikat anlatıcıları, daha ziyade kanaat önderleri, filozoflar, saygın sanatçılar, millî duruşa sahip tarihçiler, olaylara tanıklık edenler ve alanında etkili olan bilim ve ilim insanlarıdır. Çünkü siyaset alanı çok ihtişamlıdır, bu ihtişamı modern yalandan koruyacak olan ise hakikat anlatıcılarıdır. Siyaset alanı, ihtişamını ve başarısını ancak hakikatle sınırlandırırsa koruyabilir. Siyâsî iktidar, toplum vicdanında yer bulamayan ve rahatsız eden olgulara prim vermemelidir. Çünkü yalan, pireyi deve yapar.

Bireysel derecesi ne olursa olsun, her konuda yalan söylenen toplumda, hakikat anlatıcıları, farkında olunsun ya da olunmasın her şekilde uyarıda bulunurlar. Onlar, kendilerini daha güzel gelecek adına siyaset üstü dürüstlüğe adar, ihtimâli çok düşük olsa dahi siyaset yalanını değiştirmeye çalışırlar. İçinde eylem ve değiştirme özgürlüğü barındıran siyaset yalanları, ancak etik sınırlara saygı duyularak, hakikatin doğruluğu korunarak, adalet mekanizması sürdürülerek aşılabilir. Çünkü hakikat, ayağımızı bastığımız toprak, üstümüzde uzanan gökyüzüdür; güneşin balçıkla sıvanamayacağı gibi gerçektir.

Özellikle muhalefet, siyaseti yalanını her türlü etik sınırları aşarak propaganda ve manipülasyon aracı şeklinde etraflıca kullanır. Popüler bir siyaset aracı hâline getirilen yalanın ne şekilde ve hangi amaç için kullanıldığı, toplumun eleştirel yaklaşımına açılmaz. Bu şekilde belirlenen kandırmacı siyasetle olunandan farklı görünmeye, hakikatler gizlenmeye çalışılır. Bunların siyaset açısından kamuoyunu etkilemeye yönelik bir yalan sorunu olduğu çoğu zaman bilinir. Yalanın yayılmasını önlemekle sorumlu merciler, hakikatleri ivedilikle anlatıp modern perspektiften değerlendirme yaparak amaçlanan konular ile varılan sonuç arasında ilişki kurabilmeli ve gerçek, topluma detaylı anlatılarak olumlu bilinçaltı kazandırılmalıdır.

Yalan sadece kamuoyunu yönelik değil, aynı zamanda mevcut yöneticileri de etkileme plânıdır. Bu, yönetici düzeyinde her zaman beklenen etkiyi göstermese de halk tabanında ve dış ülkelerde farklı etki oluşturur. Meselâ bir kesim siyasetçiler tarafından üzeri örtülerek makul gösterilmeye çalışılan PKK gerçeğimiz var. Bu gerçek yıllardır terör yaymasına rağmen, maalesef yalanlardan mülhem farklı düşünceler oluştu. Bu tam bir kandırma sanatıdır. Türkiye kırk yıllık mücadelenin iç ve dış siyaseti etkileyen bu hakikati saklamaya çalışanlara karşı daha etkili mücadele yöntemi izlemelidir. Çünkü bu kandırma siyasetinin ne kadar başarılı olduğu görülmektedir.

Siyasetteki yalan, toplum günahlarının tesadüfî bir sonuca değil, kasıtlı bir şekilde hassas olgulara dayandırılır. Bunlar, doğrulanma gerekliliği bulunamayan, yalanlanamayacak nitelikteki olgulardır. “Yalanlar bazen akla daha yatkın olunca, insan karşıdakinin duymak isteyeceklerini söyleyerek kanıt ihtiyacını ortadan kaldırabilir” düşüncesinden hareketle, “Belki de gerçek bu şekildedir, neden olmasın?” diye düşündürebilir. Bunu yaparken yalanın hiçbir zaman gerçeklik boyutuna ulaşamayacağı, hiçbir yalanın gizli kalamayacağı hissiyatı verir. Bu durumda toplum, işine gelen yalana inanır, işine gelmeyene sırt döner.

Sanal imaj ile gerçek manzara arasında siyaset

Yalan, iktidar hırsındaki siyasetçilerin sürecin her kademesinde sistematik olarak kullandığı bir gerçektir. Yalan çok defa imaj yaratma politikasıdır. Fakat imajın sürdürülebilme tutkusu, iktidar olma hırs yalanlarını kısır döngüye sokabilir. İmaj yaratma sürecinde iki aktöre rol verilir: Toplum ve kamuoyu zihnini kazanmaya çalışan halkla ilişkiler uzmanları ile kendi içlerinde sorun çözücüler olarak gördüğü imaj yaratıcıları… Bunlar gerçekleri görmezden gelerek imajın sürdürülmesini sağlayan profesyonel imaj uzmanlarıdır. Şu an muhalefet bu uzmanlarla çalışmaktadır.

İmaj yaratma nedeniyle mücadelenin bilinmesi istenen boyutunda bazen değişiklik olabilir. Yalan, yayıcıların provokasyon stratejileri doğrultusunda, sık sık sistematik bir medya harekâtıyla, haklı çıkmak gibi bir amaca yönelik olarak toplumu sürekli provoke eder. Buradaki amaç, hakikatlerin kök salmasını önleyerek toplumun güvenini zedelemektir. Şayet o yalan tutmaz ise, başka bir yalan devreye sokulmak üzere hazırdır. Bazen kendi kamuoyu bile bu imaj yaratma fiilinin salt yalanlardan olduğunu kısık sesli de olsa söyler ve bazen de yalan ters tepebilir. Yani Revan’a pirince gidilirken evdeki bulgurdan olunur. Çünkü toplum her siyasetçiyi, içinde yalan olabileceği bilinciyle dinler. Toplum bazen yalan imajıyla çalkalanırken, bazen de hakikat ile dinamik bir güç kazanır. Çünkü her kesimin topluma vermeyi plânladığı yegâne izlenim, “haklılık”tır.

“Kandırma, kendini kandırma, imaj yaratma, gerçeklikten kopma” olarak değerlendirilen yalan, furyalar ile yetinmeyip toplumun her kesiminin erişemeyeceği, birçok haberin uhdesinde bulunduğu haberini yayarak, araştırmacı ve gazetecileri kendilerinin uygun gördüğü alanlarda açık bulmaya yönlendirmek ister. Bu noktadan yola çıkılarak değişme ihtimâli olan siyasetin başaktörü hâline gelmek amaçlanır. Çünkü yalan, emperyalist politikalarda etkin kullanılan bir siyaset argümanıdır. Yalan ile pasifleştirilen ve inandırılan toplumun travmaları bu siyasetçiler için asla önemli değildir. Bu ise, siyaset yalanının en büyük zararıdır. Zira toplum kime inanacağına dair güvenini zamanla kaybeder. En kötüsü de, toplumun yalan üzerine kurulmuş bu siyasete prim vermesidir. Bu, hakikati daha çok acıtır. Gerçeklerden uzaklaştırılmış bir toplumda yönetim, ciddî bir sorun olur.

Her şeye rağmen, yalan siyasetin içinde varlığını sürdürür. Bu ise siyasal alanın etkisini zayıflatır. Anarşiye prim verir. Siyasetin gücü ve başarısı hakikatle korunur. Hakikat, siyaset alanının sınırını oluşturur.

Hakikatin yalan karşısında kırılgan olduğu, yalanın cazibesinin, hakikatin ise her zaman her kesimi mutlu etmediği gerçeğinin altını çizmekte yarar var. Bundan dolayı hakikatin yalan karşısında sürekli tanıklığa ve hatırlanmaya ihtiyacı vardır. Bu maksatla TRT 1’de yayımlanan yalan düzeltmeleri son derece önemlidir. Bunun tüm kanallarda zorunlu olması, yalanı yayanlara ise caydırıcı cezaların uygulanması gerekir.

Her zaman tatlı dil yılanı deliğinden çıkarmayabilir. İletişim araçları her anlamda hakikat anlatıcısı olarak düşünülmelidir. Siyaset ve yalan bu kadar iç içe geçmişken, toplum bilincinin düzelmesi ve siyaset yalanından kurtulması her alanda hakikat anlatıcılarının gücüne bağlıdır. Çünkü hakikat karşısında susan, dilsiz şeytandır.

Her şeye rağmen hakikati hiçbir beklentisi olmadan dile getiren, hakikate tanıklık yapan ve onu haykıran, toplumun her daim Osman Yüksel Serdengeçti’si olmaya namzettir.