Yalan dünyadan ahiret hayatına bir bakış

Dünya, ahiretin tarlasıdır. Burada ekilen orada biçilir. Bu yüzden dünya hayatı müminler için bu yönüyle değerlidir. Yoksa onun geçici olan zevk ve sefasına dalarak ahiret için hazırlık yapmayanlar, azıksız yola çıkanlar gibi perişan olurlar.

HEMEN hemen herkesin aşina olduğu, Yûnus Emre’nin bir dörtlüğü vardır: “Mal sahibi mülk sahibi/ Hani bunun ilk sahibi/ Mal da yalan mülk de yalan/ Var biraz da sen oyalan…

Geldik yalan dünyaya, bir müddet oyalanıp gideceğiz. Gelirken hiçbir şey getirmediğimiz gibi, giderken de maddî olarak hiçbir şey götüremeyeceğiz. Sadece dünya hayatında kazandığımız iyilikler ve cürümlerimiz olacak yanımızda yol azığımız olarak.

Genel olarak düşündüğümüzde, dünyanın üç ayrı yüzü olduğunu görürüz: Birinci yüzü, Allah’ın kudret kalemiyle yazılan bir kitap görünümündedir. İmtihana tâbi tutulan insanların bu kitabı okuyarak Allah’ı tanımaları, O’na kulluk etmeleri gerekir. Çünkü her eserin bir müessiri, her sanatın bir sanatkârı, her kitabın bir yazarı olduğu gibi, şu kâinat kitabının da bir yazarı, şu harika sanat tablolarının da bir sanatkârı, şu muhteşem eserlerin de bir sahibi vardır: Yüce Yaratıcı…

Dünyanın ikinci yüzü; ahiret için mahsulatın ekildiği bir tarla, amellerin yazıldığı bir defter, imtihanın yapıldığı bir salon hükmündedir. Üçüncü yüzü ise, onun fâni, geçici bir han olmasından kaynaklanmaktadır.[i]

Dünya hayatı ve ahiret hayatı hakkındaki ayetlerin tefsirlerinden yola çıkarak konuyu izah etmeye çalışalım…

Asıl hayat, ahiret hayatıdır

Dünya hayatının geçiciliğine dair söylediğimiz sözler elbette müminleri bağlar. Zira dünya hayatını tek gerçeklik olarak kabul edip ölümden sonrasında bir hayat olmadığına inananlar da yok değil. Seyyid Kutub’un da dediği gibi, dünya hayatı insanların en yüce hedefi hâline gelirse, hayatın gayesi dünya nimetlerinden yararlanma olarak öngörülürse, bütünüyle hayat, oyun ve eğlenceden ibaret olur.[ii] Ankebut Sûresi’nde bu şekilde dünyaya bel bağlayanlar için şöyle buyurulur: “(Oysa onların tek gerçek kabul ettikleri) bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bunu bilselerdi!” (Ankebut, 64)

Müfessir Razi’ye göre öldükten sonra dirilmeyi ve kıyameti inkâr edenlerin dünyaya olan arzuları, onun lezzetlerini elde etme istekleri büyük olur. İşte bu sebeple Allah-u Teâlâ, dünyanın değer­sizliğine ve önemsizliğine dikkat çekmek için bu ayeti zikretmiştir. Cenab-ı Hakk, dünya hayatını “bir oyun ve oyalanma” diye adlandırmıştır; çünkü insan, oyun ve eğlence ile meşgul olurken ondan lezzet alır. Sonra bu lezzet aldığı şeyler sona erip bitince, bunlardan geriye sadece bir nedamet ve pişmanlık kalır. İşte bu dünya hayatı da böyledir. Bu da sona erdiğinde, geriye sadece bir tahassür ve nedamet kalır.

Razi bu ayeti tefsir ederken dünya hayatının oyun ve oyalanma diye isimlendirilmesini de şu maddelerle izah etmiştir: (a) Oyun ve eğlencenin süresi azdır; çok çabuk sona erer, zeval bulur. Bu dünya hayatının süresi de böyledir. (b) Oyun ve eğlence, mutlaka pek çok durumda istenmeyen şeylere sebebiyet verir. Dünya lezzetleri de böyledir. (c) Oyun ve eğlence, işlerin zahiriyle aldanma sırasında meydana gelir. Ama iyice düşünülüp, işlerin esası araştırılıp ortaya konulduğunda, geriye asla oyun ve eğlence diye bir şey kalmaz. Oyun ve eğlence de böyledir; çünkü bunlar, çocuklar ve gafil cahillere uygun düşen şeylerdir. Ama aklı başında olan zeki kimselere gelince, onlar çok nadiren oyun ve eğlenceye dalarlar. Dünyanın hoş şeylerinden lezzet alıp iyi şeylerinden de faydalanmak, ancak işlerin hakikatlerinden habersiz olan gafil kimseler için söz konusu olabilir. Ama muhakkik olan hikmet erbabına, hükemâya gelince, onlar bütün bu “iyi” denilen şeylerin birer aldatmaca olduğunu, esasında bunların nazar-ı dikkate alınacak bir tarafı olmadığını bilirler. (d) Oyun ve oyalanmanın makbul bir neticesi yoktur. Böylece bütün bu izahların toplamından, dünyevî lezzet ve durumların bir oyun ve oyalanma olduğu, gerçekte nazar-ı dikkate alınacak bir tarafı olmadığı sabit olmuş olur. Yüce Allah, bunu beyan edince, bundan sonra “Ahiret yurdu ise muttakiler için elbet daha hayırlıdır” buyurmuş, ahireti hayırlı olmakla tavsif etmiştir.[iii]

Seyyid Kutub aynı ayeti tefsir ederken şu uyarıyı yapmayı ihmâl etmiyor: “Kur’ân-ı Kerim burada insanları hayatın nimetlerinden vazgeçirmeyi, dünyadan kaçıp ondan el etek çekmeyi amaçlamıyor. Böyle bir şey İslâm’ın ruhuna ve asıl amacına terstir. Burada, hayatın nimetlerinden yararlanılırken ahiretin gözetilmesini ve Yüce Allah’ın belirlediği sınırların aşılmamasını amaçlıyor. Aynı şekilde, dünya nimetlerinin basit düzeyinin üstüne çıkılmasını, dünya hayatının zevklerinden yararlanma konusunda itirazsız her dediği yerine getirilecek şekilde nefse tutsak olunmamasını kastediyor. Buradaki mesele, değerlerin şaşmaz ölçüsü ile ölçülecekleri kıstas meselesidir. Şunlar dünya değerleri, şunlar da ahiret değerleri… Mümin, bunları bilmek zorundadır. Bu bilginin ışığında dengeli bir bakış açısına sahip olarak tam bir özgürlükte dünya hayatının nimetlerinden yararlanır. Kuşkusuz dünya ona göre bir oyun, bir eğlencedir. Ahiret ise canlılık dolu sonsuz bir hayattır.”[iv]

Her ne kadar dünya hayatı ahirete göre daha değersiz olsa da asla boşuna değildir. Kur’ân bu gerçeği de dile getirerek insanoğluna dünya hayatının bir nimet ve ahireti kazanmak için bir fırsat olduğunu ihtar ediyor.

Ahiret hayatı daha hayırlıdır

Bir önceki bölümde yer alan izahlardan dünya hayatının geçiciliğini ve asıl olanın ahiret hayatı olduğunu anladık. Kur’ân, En’am Sûresinde bu gerçeği daha ileri bir safhaya taşıyarak insan için ahiret hayatının daha hayırlı olduğunu bize söylüyor: “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttaki olanlar için şüphesiz ki ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (En’am, 32)

Ahiret kaygısı taşımadan, sırf dünya ile meşgul olanlar için “dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir”.[v] Seyyid Kutub bu gerçeği şu edebî cümlelerle izah ediyor: “Dünya hayatı ile ahiret yurdunun Yüce Allah’ın terazisinde son aşamadaki mutlak değeri işte budur. Bu küçük gezegen üzerinde geçirilen ve aslında gündüzün bir saati kadar olan hayatın değeri o engin mülk âleminin sınırsız sonsuzluğu ile karşılaştırılınca, ayette anlatıldığından fazla bir şey olamaz. Aslında bir saat kadar kısa olan bu zamanı dünya köleliği uğruna harcamak öbür yüce âlemin ağırlıklı ciddiyeti ile karşılaştırınca oyundan ve eğlenceden başka bir anlam taşıyamaz.”[vi]

Bayraktar Bayraklı, söz konusu ayette geçen “oyun ve eğlence” ibaresini şu şekilde izah ediyor: “Oyun ve eğlencenin en önemli özelliği, geçici olmalarıdır. Çoğu zaman insana bir fayda da temin etmemektedirler. Geçici ve faydası yeterli olmayan dünya hayatını kutsallaştırıp ona tapınırcasına tutkuyla bağlanmanın zararı anlatılmaktadır. Daha faydalı ve daha kalıcı olanı araması gereken insan, onu bu dünya hayatında bulamayacak, ancak ahirette bulabilecektir. Unutulmamalıdır ki, o bulma işini ona bu dünyada ahirete yönelik ürettiği ameller kazandıracaktır. Burada dünya hayatına yönelik amellerin ahirete yönelik amellerden değer bakımından daha dü­şük olduğu öğretilmektedir.”[vii]

Diyanet Kur’ân Yolu tefsirinde de şu izahı görüyoruz: “Hayata anlam ve değer katan şeyler, Allah’ın hoşnutluğunu ve O’na yakınlaşmayı umarak yapılan hayırlı işlerdir. Böyle bir düşünce ve niyet taşımadan yaşanılan hayat boş, mânâsız ve faydasız geçirilen, tüketilen bir süreden ibarettir. Buna mukabil, müttaki olanlar yani dünyada yaptıkları her işin hesabını Allah’ın huzurunda vereceklerini düşünerek yaşayan, O’nun buyruklarına âsi olmaktan, yasaklarını çiğnemekten sakınanlar, emir ve yasaklarına tam bir saygı şuuruyla uyanlar, bu tutumlarıyla dünyada kendilerine tanınan fırsatı hakkıyla değerlendirdikleri için bunlar hakkında ahiret yurdu dünyadan daha hayırlı, daha güzel olacaktır.”[viii]

Ayetin sonundaki ihtar içerikli soru cümlesini Bayraktar Bayraklı şöyle tefsir etmiştir: “Buradaki aklı işletmenin anlamı, dünya ile ahiret hayatı arasındaki değer farkını yakalamaktır. Yüce Allah aklın bu değer farkını yakalayaca­ğına işaret etmektedir. Dünya hayatından başka bir hayatın olmadığını söyleyen, öl­dükten sonra dirilmeye inanmayan, Allah’a kavuşmayı yalanlayan ve Kur’ân’a sırtını dönen, Kur’ân’ın evvelkilerin masalı olduğunu iddia eden insanlar için bu dünya oyun ve eğlenceden ibarettir. Böyle düşünen, böyle inanan ve davranan insanlar, aklı devre dışı bıraktıklarından dolayı Allah tarafından sorgulanmaktadırlar. ‘Hâlâ aklınızı işletmeyecek misiniz?’ sorusu bunu ifade etmektedir. Böylece din eğitiminin insan aklını devreye sokma gibi önemli bir görevi ve amacı olduğu ortaya çıkmaktadır.”[ix]


Dünya hayatı da bir nimettir

Her ne kadar dünya hayatı ahirete göre daha değersiz olsa da asla boşuna değildir. Kur’ân bu gerçeği de dile getirerek insanoğluna dünya hayatının bir nimet ve ahireti kazanmak için bir fırsat olduğunu ihtar ediyor: “İyi bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyundan, bir eğlenceden, bir süs ve gösterişten, aranızda bir övünmeden, mal ve evlatta çokluk yarışından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibi ki onun bitirdiği ekinler çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kuruyuverir de sen onu sapsarı kesilmiş görürsün. Ardından da çerçöp hâline gelirler. Ahirette kâfirlere şiddetli bir azap, müminlere ise Allah’tan bir bağışlama ve rıza vardır. Evet, dünya hayatı aldatıcı bir menfaatten başka bir şey değildir.” (Hadid, 20)

Dünya, kendi kıstaslarına göre değerlendirildiğinde ve kendi ölçüleri ile tartıldığında önemli bir değermiş gibi görülür, algılanır. Fakat evrenin kıstasları ile değerlendirildiğinde ve ahiret ölçüleri ile tartıldığında önemsiz ve değersiz bir şey olduğu ortaya çıkar. Dünya bu ayette ahiretin ciddiyeti yanında çocuk oyuncağına benzetiliyor. İnsanlar dünyadaki çocuk oyununun arkasından ahirete varınca böyle bir akıbetle yüz yüze gelirler. Evet, oyun, eğlence, süs ve gösteriş, övünme ve sayıyı artırma yarışı… Dünyada ciddî ve önemli görülen her olay ve gelişmenin arkasında bu gerçekler vardır.[x]

Razi, aynı ayetin asıl maksadının “dünyanın hâlinin önemsizliğini, ahiretin durumunun saygınlığını ortaya koymak” olduğunu belirtir. Ona göre, bu sebeple Cenab-ı Hakk, “Dünya bir oyun, bir eğlence, bir süs ve bir övünme vesilesidir” buyurmuştur. Bu gibi şeylerin önemsiz olduğunda ise hiç şüphe yoktur. Ahiret hakkında da, “Orada devamlı, çetin bir azap vardır. Veya kesintisiz biçimde Allah’ın rızası vardır” demiştir. Bunların da büyük şeyler olduğunda şüphe yoktur.[xi]

Aslında dünya hayatı bir hikmet ve gayeye matuftur. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hakk, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım. (...) Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” (Bakara, 30) buyurmuştur. Şimdi dünya hayatı bir hikmet ve bir gayeye matuf olmasaydı, Cenab-ı Hakk hiç böyle buyurur muydu? Ayrıca, hayatı yaratan da O’dur. Nitekim Allah, “Ölümü ve hayatı yaratan zât” (Mülk, 2) vurgusunda bulunmuştur. Bir de, Cenab-ı Hakk, “Ya sizi ancak boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’min, 115) ve “O göğü, o yeri ve bunların arasında bulunan şeyleri boşuna yaratmadık” (Sad, 27) buyurduğu üzere abesle iştigal etmez.

Ayrıca, “hayat”ın kendisi de bir nimettir; hatta bütün nimetlerin temelidir. Eşyanın hakikati, dünyada veya ahirette olmaları ile farklılık göstermez. Yine, Allah-u Teâlâ, hayatı yaratmış olması sebebiyle alabildiğine lütufta bulunarak, “Allah’ı nasıl olup da inkâr edersiniz? Hâlbuki siz ölüyken O diriltti” (Bakara, 28) buyurmuştur. Böylece Cenâb-ı Hakk’ın nimetlerinin çeşitlerine dair ilk ele aldığı şey, “hayat” nimetidir. Bu sebeple, bahsettiğimiz şeylerin tümü birden “dünya hayatının kötü ve kınanmış olmadığına” delâlet etmektedir. Ama kim kalkar da bu dünya hayatını Allah’a taat uğruna değil de şeytana taat ve hevâya ittiba uğruna harcarsa, işte kınanan ve mezmûn olan budur![xii]

Bu faydalar sonlu, fâni ve gidicidir. İşte bu faydalar ne zaman daha kuvvetli, daha lezzetli, daha mükemmel ve daha fazla olursa, bunların yok olup sona ermesi ile duyulacak olan keder ve hüzün de o nispette çok ve güçlü olur.

Dünya hayatının özellikleri

Razi söz konusu ayeti esas alarak dünya hayatının özelliklerini şöyle izah etmiştir:

“(1) Dünya hayatı bir oyundur. Oyun ise, onları cidden yoran çocukların yapacağı bir iştir. Uğrunda bu yorgunlukların çekildiği bu şeyler ise, vermeden sona erer. (2) Dünya hayatı bir eğlencedir. Eğlence gençlerin yapacağı bir şeydir. Eğlenceler de sona erdiğinde, genel olarak geride sadece bir hayıflanma ve hasret duygusu kalır. Bu böyledir, zira insan, eğlenceler sona erdikten sonra malının, ömrünün gittiğini, lezzetin ve zevkin son bulduğunu ve ortada herhangi bir şey kalmamasına rağmen nefsinin bunlara karşı bir iştiyak ve özlem duyduğunu görür. Böylece zarar verici şeyler birbirini izler.

(3) Dünya hayatı bir süstür. Süs ve süslenme kadınların âdetidir. Zira süsten ve süslenmeden elde edilmek istenen şey, çirkin olanı güzelleştirmeye çalışmak, yıkım ile yüz yüze olan bir binayı onarmak ve noksan olan şeyi tamamlama hususunda çaba göstermek demektir. Hâlbuki arızî olan şeyin zatî olana mukavemet gösteremeyeceği malûmdur. Dolayısıyla dünyanın kendisi “zatı gereği son bulan, zatı gereği fasit” olan bir şey olunca daha nasıl insan bu bozuk şeyleri bu dünyadan silmeye muktedir olabilir?

(4) Dünya hayatı fâni ve zail sıfatlarla aranızda bir övünç vesilesidir: Bu övünme ya neseb bakımından yahut da güç, kuvvet, asker, taraftar bakımındandır. Hâlbuki bütün bunlar son bulucudur. (5) Dünya hayatı, mallarda ve çocuklarda bir çoğalma vesilesidir. İbn Abbas şöyle der: ‘Kişi malını Allah’ın gazabının söz konusu olduğu yerler için cem eder, o mal sayesinde Allah’ın dostlarına tepeden bakar ve o malını Allah'ın gazabına sebep olacak yerlerde harcar. Dolayısıyla bu mal, üst üste, istiflenmiş zulmetler misalidir. Cenab-ı Hakk, dünyadakilerin mutlaka bu kısımlardan biri ile ilgili olacağını bildirmiş olmaktadır. Yine Cenab-ı Hakk, dünyanın durumunun bu hususlardan hali olmayınca, kişinin bunlardan yüz çevirip de kendisini, ahiretini mamur edecek şeylere yöneltecek olanları yapması gerektiğini beyan buyurmuştur. Daha sonra Cenab-ı Hakk, bu dünya hayatı için bir mesel getirerek, ‘bir yağmur gibi’ buyurmuştur.”[xiii]

Ahiret için dünyada fedakârlık gerekir

Kur’ân’da Müslümanların ahireti kazanmak için dünyada bazı fedakârlıklara katlanmak zorunda kalabilecekleri vurgulanır. Ayetlerde sıkça dünya hayatının değersizliği ifade edilirken, burada bazı fedakârlıklarda bulunanların ahirette mükâfatlarını tam olarak alacakları ve bu mükâfatları elde etmek için ağır bir malî bedel ödemek zorunda kalmayacakları belirtilmektedir. Bu konuyla ilgili olarak Muhammed Sûresi’nde şöyle buyurulur: “Dünya hayatı oyun ve eğlenceden ibarettir. Siz iman eder ve Allah’a itaatsizlikten sakınırsanız, O da hak ettiğiniz karşılığı verecek, sizden servetinizi de istemeyecektir.” (Muhammed, 36)

Seyyid Kutub bu ayeti şu şekilde tefsir etmektedir: “Dünya hayatı, eğer bu hayatın gerisinde daha şerefli ve daha kalıcı bir hedef olmazsa, Yüce Allah’ın sisteminden uzak olarak hayat sürülürse ancak bir oyun ve bir eğlenceden ibarettir. Bu öyle bir sistemdir ki, bu dünya hayatını ahiretin tarlası ve halifelik nimetini ebedî ahiret yurdunu elde etmenin aracı olarak kılar. İşte ayetin ikinci paragrafında işaret edilen nokta budur.

‘Eğer iman eder, sakınırsanız, Allah size mükâfatınızı verir.’ Dünya hayatını bir oyun ve bir eğlence olmaktan çıkaran ve ona ciddiyet damgasını vuran, onu hayvansal seviyeden çıkarıp Yücelerin Yücesine bağlı olan doğru yoldaki halifelik seviyesine yükselten, ancak ve ancak iman ve takvadır. İşte o gün Allah’tan korkan müminin can-ı gönülden feda ettiği dünya hayatındaki şeyler boşa gitmez, yok olmaz. İşte ebedî ahiret yurdunda bol mükâfat ancak bununla elde edilir. Tabiî bununla birlikte Yüce Allah, insanlardan tüm mallarını harcamalarını istemiyor. Getirdiği yükümlülüklerle ve farzlarla onları sıkıntıya sokmak istemiyor. Çünkü O, ruhların ve nefislerin yaratılış ve fıtrat itibarı ile dünya malına düşkün olduklarını bilmektedir. Ve Yüce Allah bir kimseye ancak yapabileceğini yükler. Dolayısı ile Yüce Allah, kullarının mallarının tümünü harcamalarını isteyip de onları sıkıntıya sokup kinlerini ortaya çıkarmayacak kadar onlara karşı merhametlidir.”[xiv]


Dünya ile ahiret hâllerinin mukayesesi

Fahreddin Razi, tefsirinde, dünya ile ahiret hâllerini şöyle mukayese eder:

“Dünya ile ahiret hâllerinin pek çok yönden farklı oluşları da durumun böyle olduğuna delâlet eder:

1) Dünyanın iyilikleri değersiz, ahiretin iyilik ve hayırları ise yüce ve âlîdir. Durumun böyle olduğunu şunlar da göstermektedir:

a) Dünyanın hayırları, ancak iki şehevî duyguyu yerine getirmedir -ki bu da son derece değersiz ve önemsiz bir iştir-. Bunun böyle oluşunun delili şudur: Bütün önemsiz canlılar bu konuda insanla müşterektirler. Hatta çoğu kez o canlıların bu husustaki durumu insanınkinden daha mükemmeldir. Çünkü deve daha çok yer; horoz ve serçe daha çok cima yapar; kurt daha çok parçalayıcı ve yok edicidir; akrep daha fazla acı vericidir.

Bunların değersizliğine delâlet eden bir diğer husus da şudur: Bunlar eğer çok değerli ve yüce şeyler olsaydı, bunları çokça yapmak, kıymetin ve değerin artmasını gerektirirdi. Böylece ömrünün tamamını yemeye ve cinsî münasebete vakfeden insanın insanların en şereflisi ve en yüce dereceyi haiz olanı olması gerekirdi. Hâlbuki durumun böyle olmadığı, aksine bu gibi insanlara kin duyulduğu, kötü ve değersiz kabul edildiği, hayvan, köpek veya bunlardan daha aşağı bir şekilde nitelendiği aklın bedâhetiyle malûm olan bir husustur. İnsanların bu gibi şeylerle iftihar etmeyip tam aksine bunları gizlemeleri de bunların âdi olduklarına delâlet eder. İşte bundan dolayı insanlar, cinsî münasebette bulunurken bu fiili gizli yaparlar ve bu gibi fiilleri insanların yanında, uluorta yapmaya kalkışmazlar. İşte bu da bu gibi fiillerin şeref değil, aksine bir eksiklik icap ettirdiğini gösterir. Durumun böyle olduğuna şu da delâlet etmektedir: İnsanlar birbirlerine sövdüklerinde, bu hususta ancak cimaya delâlet eden lafızları söylerler. Eğer bu lezzet çeşidi birtakım noksanlıklar cinsinden olmasaydı, durum böyle olmazdı.

Bu lezzetlerin özünün birtakım elem ve acıları gidermeye yönelik olması da buna delâlet eder. İşte bu sebepten dolayı daha fazla aç ve daha çok ihtiyaç içinde olan kimsenin bu tür şeylerle lezzet duyması daha mükemmel ve daha ileri derecede olur. Durum böyle olunca, gerçekte bu lezzetlerin bir hakikatinin bulunmadığı ortaya çıkar. Yine bu lezzetlerin çok çabuk değişmesi, sona ermesi ve son bulması da bunu göstermektedir. Böylece, yaptığımız bu izahlarla dünyevî lezzetlerin değersizliği sabit olmuş olur.

Ama ruhanî mutluluklara gelince, bunlar çok şerefli, yüce, kalıcı ve kutsî olan birtakım mutluluklardır. İşte bundan dolayı bütün mahlûkat, insanlar arasında ilmi çok ve dünyevî-maddî lezzetlerden alabildiğine kaçınan birinin bulunduğunu hayâl ettiklerinde, onlar tabiî olarak ona saygı duyar, hizmet eder ve kendilerini o kimsenin hizmetkârı ve kölesi kabul eder ve ona nispetle kendilerini günahkâr addederler. İşte bu da asıl ve selîm fıtratın, maddî lezzetlerin değersizliğine, manevî lezzetlerin derecesinin de çok mükemmel olduğuna şehadet ettiğini gösterir.

b) Ahiretin hayırları, dünyanın hayırlarından daha üstündür. Bunu şöyle diyerek izah ederiz: Farz edelim ki, bu iki çeşit hayır, üstünlük ve şeref bakımından müşterek olsunlar. Ancak ne var ki, yarın Kıyamet Günü için vaat edilmiş hayırları elde etmek, kâfi olarak malûm olan bir şeydir. Ama dünyanın yarını için vaat edilen hayırlara ulaşıp onları elde etmek ise kat’î olarak malûm olmayan, hatta zannedilen bir durum dahi değildir. Zira bugünün sabahında hükmünü tam mânâsıyla yürüten nice hükümdar vardır ki aynı günün sonunda toprağın altında olur. Yine nice büyük ve kudretli emir ve yönetici vardır ki, sabaha melik ve emir olarak girer, ama akşam vakti hakir bir esir olur. İşte bu farklılık da bu iki çeşit hayır arasında bir farklılığın bulunmasını gerektirir.

c) Farz et ki, insan dünyada bugünden başka diğer bir gün daha bulsun. Ancak insan, biriktirmiş olduğu mallardan, güzel şeylerden ve lezzetlerden faydalanmasının mümkün olup olmadığını bilemez. Ama biriktirmiş olduğu saadet getiren bütün şeylere gelince, o, ahiret yurdunda ondan faydalanacağını kesin olarak bilir.

d) Farz edelim ki, o bunlardan faydalansın. Ancak o kimsenin dünyevî hayırlardan faydalanması, arzulanmayan şeylerin bulaşmasından ve insana korku veren haramların o faydaya karışmasından asla hâlî ve uzak kalamaz. İşte bundan ötürü, “Kim yaratılmamış olan şeyi isterse, hem kendisini yormuş, hem de o nimete kavuşmamış olur” denilmiş, buna karşılık “O nedir ey Allah’ın Resulü?” diye sorulmuş, Hazreti Peygamber (sav) de, “Bir günün tamamının mutlu ve neşeli geçeceğini düşünerek sevinmek” buyurmuştur.

e) Farz edelim ki, bu kimse yarın bu mallardan ve güzel şeylerden faydalansın. Fakat bu faydalar sonlu, fâni ve gidicidir. İşte bu faydalar ne zaman daha kuvvetli, daha lezzetli, daha mükemmel ve daha fazla olursa, bunların yok olup sona ermesi ile duyulacak olan keder ve hüzün de o nispette çok ve güçlü olur. Nitekim şair el-Mütenebbi, şöyle demiştir: “Bana göre üzüntünün en şiddetlisi, sahibinin, daha sonra kendisinden ayrılacağım kesin olarak bildiği bir mutluluktan dolayı olanıdır.”

Binaenaleyh, söylediğimiz açıklamalarla dünyevî saadet ve hayırların böylesi büyük eksiklik ve kusurlarla muttasıf (iç içe) olduğu, ahiret saadetlerinin ise bu kusur ve ayıplardan uzak olduğu, bundan dolayı da ahiret hayatının daha mükemmel, daha üstün, daha kalıcı, takvaya daha uygun, arzu edilmeye daha lâyık ve uygun olduğuna kesin olarak hükmetmek gerektiği sabit olur. [xv]

Sonuç

Dünya, ahiretin tarlasıdır. Burada ekilen orada biçilir. Bu yüzden dünya hayatı müminler için bu yönüyle değerlidir. Yoksa onun geçici olan zevk ve sefasına dalarak ahiret için hazırlık yapmayanlar, azıksız yola çıkanlar gibi perişan olurlar.

“Dünya hayatı üç günlük” diye boşa dememişler: Doğdun, yaşadın ve öldün… Önemli olan, bu üç maddelik süreçte bir şeyler kazanabilmektir.

Yazımızı Mevdudi’nin şu tespitleriyle noktalayalım: “Bu dünyadaki hayat ve bu hayat içindeki iniş ve çıkışlar geçicidir. Her ne kadar dünyada hoşunuza giden şeyler çok görünüyorsa da aslında onlar hakirdir, asılsızdır ve aldatıcıdır. İnsanoğlu akılsızlığı yüzünden aldanmaktadır; zira onları elde etmeyi nihaî saadet zannetmektedir. Oysa bu dünyada ne kadar büyük fayda ve lezzetler elde edilirse edilsin, hepsi de sınırlı ve geçici bir hayat ile çevrelenmiştir. Ayrıca bu dünyada insanoğlunun hayat akışı aniden tersine dönebilir. Ancak bu dünyanın aksine, ahiret hayatı ebedîdir. Oradaki faydalar da, zararlar da çok kapsamlı ve süresizdir. Şayet Allah’ın mağfireti sizlere nasip olursa, Allah’ın rızası mukabilinde size verilen nimetler de o derece büyük ve sonsuz olacaktır. Öyle ki, onların yanında bu dünyanın zenginlik ve ihtişamı bir hiçtir. Allah’ın azabına müstahak olanlar ise zararlarının ne derece büyük olduğunu göreceklerdir. Çünkü bu dünyadaki hiçbir fayda, kazanç ve lezzet, ahirette sahip olunanların yanında bir değer taşımaz.”[xvi]

 



[i] https://sorularlaislamiyet.com/dunya-hayati

[ii] Prof. Dr. Seyyid Kutub, Fizilal-il Kur’an

[iii] Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 9/395-396

[iv] Prof. Dr. Seyyid Kutub, Fi Zilal-il Kur’an, Ankebut suresi 64. ayet tefsiri

[v] Diyanet Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 394

[vi] Prof. Dr. Seyyid Kutub, Fi Zilal-il Kur’an, En’am suresi 32. ayet tefsiri

[vii] Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, Bayraklı Yayınları: 6/288-289

[viii] Diyanet Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 394

[ix] Bayraktar Bayraklı: 6/288-289

[x] Prof. Dr. Seyyid Kutub, Fi Zilal-il Kur’an, Hadid suresi 20. ayet tefsiri

[xi] Fahruddin Er-Râzi, 21/219.

[xii] Fahruddin Er-Râzi, 21/319-320

[xiii] Fahruddin Er-Râzi, 21/319-320

[xiv] Prof. Dr. Seyyid Kutub, Fi Zilal-il Kur’an

[xv] Fahruddin Er-Râzi, 9/396-398

[xvi] Mevdudi, Tefhim-ul Kur’an, Hadid Suresi 20. Ayet tefsiri.