Yalamak, yutmak ve haddini aşmak

Topluma mâl olmuş şahsiyetlerin ister kendisi, ister kendisi gibi yine topluma mâl olmuş diğer şahsiyetler hakkında gıyaben de olsa konuşması son derece sakıncalıdır. Kaldı ki, çeyrek asırdır Türk siyaset sahnesinde yer alan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın buna ihtiyacı yoktur.

MÜSLÜMAN coğrafyası için çok önemli bir yere sahip olan ve “Üç Aylar” olarak tasvir edilen kutlu bir zaman dilimine atım attığımız gün, Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan, Külliye’de gerçekleşen Kabine Toplantısının ardından 18 Haziran 2023 tarihinde yapılacak olan “Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Seçimleri” için en uygun tarihin 14 Mayıs 2023 Pazar günü olduğunu açıkladı. Böylelikle seçim koridoru açılmış oldu. Ülkemize ve milletimize hayırlı olsun şimdiden!

Seçim takvimi resmî olarak başlamasa da bu açıklama ile ülke gündeminin birinci maddesi, yılın ilk yarısına kadar “Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Seçimleri” olacak ve TBMM’nin en az yüzde 40’ı da bu seçimle birlikte yeni yüzleri ağırlayacak. Eskilerse “eskici” dükkânına dönmüş olacaklar.

Rekabet hem partiler arasında, hem de eski ile yeniler arasında yaşanacak. Mevcut vekillerin yeniden ceylan derili koltuklarda oturmak istemesinin yanı sıra imtiyazlarını, nüfuzlarını ve konforlarını kaybetmek istememeleri normal karşılanabilir ancak bu durum Türk siyasetinin kalbi konumundaki TBMM çatısı altında “dokunulmaz” zırhına büründürülen özel statülü bu titre sahip olma hakkını ya da şansını elde edenlerin konuşmalarına ve yaşam biçimlerine dikkat etmeyecekleri anlamına gelmez.

Herkesin gıpta ile baktığı bu makamlar üç erkten en önemli pozisyonda olan “yürütmenin” birer süvarisi hükmündedirler ve topluma örnek olmaları beklenir. Onların basiret ve feraset yönünden ileri olduklarına inanılırdı geçmişte. En azından hak ettiklerine, memleketlerini temsil etme bilgi, birikim ve yeteneğine haiz olduklarına…

Ama gelin görün ki, zamanla bu prensiplerin dışına çıkılarak belirlenen isimler, Genel Kurul ya da parti grup toplantılarına da katılım göstermekteler.

Zaman zaman ateşli söylemleri sayesinde basın mensuplarının röportaj yapmak için peşinden koştuğu birer fenomen hâline geldikleri de oluyor. Kimisi alternatif liderlik için, kimisi bakanlık ya da büyükşehir belediye başkanlığı için bu yola başvuruyor. Bu grupla birlikte, işinin hakkını güçlü hitabetiyle verenler, ister ülke gündemi, ister rakibi konumunda bulunan muhalif parti hakkında ya da dünya gündemi ile ilgili tansiyonu yükselten yahut düşüren açıklamalara imza atıyorlar. Habercilerin en sevdiği malzeme tipi de işte bu türden beyanattır.

Bunlardan bir benzeri hafta başında yaşandı. AK Parti Ordu Milletvekili Şenel Yediyıldız, kendi seçim bölgesinde yayın yapan yerel bir televizyon kanalına konuk olmuş, o programda, “Biz Tayyip ağabeye ihaneti bırak, sırtımızda taşımamız lâzım. Yani ayakkabısını elimizle yalamamız lâzım” minvalinde talihsiz bir açıklamada bulunmuştu.

Sözlerine hem AK Parti içinden, hem de muhalefet cephesinden tepki gelen ve eleştirilerin odağındaki isim olan AK Partili Yediyıldız, OdaTV’ye verdiği demeçte, “Ben bu ifadeleri bir yerel televizyonda konuştum. Bunlar bizim yöremizde kullanılan yerel ifadelerdir. Beni bilenler bilir, ben şimdiye kadar menfaatim için kimseye yalvarmamışımdır. Bu konuşmayı yapıp bir şeyler elde edeyim düşüncesi kesinlikle yoktur.  Ben bu konuşmayı yapmışım, ayıp etmişim, eyvallah. Ben belki haddimi aşmışımdır. Ama bu haddi aşma, vatana, millete karşı falan değil” diyerek hatasının farkında olduğunu dile getiren ifadeler kullandı. Bu, en azından “erdemli” bir davranış olarak belleklerde yer alacaktır.

Bu tür konuşmaların “kayıt üstü” kabilinde yapılması makul karşılanabilir ama topluma mâl olmuş şahsiyetlerin ister kendisi, ister kendisi gibi yine topluma mâl olmuş diğer şahsiyetler hakkında gıyaben de olsa konuşması son derece sakıncalıdır. Kaldı ki, çeyrek asırdır Türk siyaset sahnesinde yer alan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın buna ihtiyacı yoktur.

Her insanın “fâni” sıfatıyla dünya hayatını tamamlayacağı gerçeği, “Son Peygamber” sıfatına sahip Peygamber’in ümmetinden bir fert olarak “şirk koşmanın” en büyük günahlar silsilesinde birinci sırada yer aldığını “Kelime-i Şahadet” getiren her Müslüman bilir. Yediyıldız’ın da bildiğini düşünüyorum. O cümleyi hangi duygu yoğunluğu ile kurduğunu elbette kendisinden başka kimse bilemez. Sayın Erdoğan’ı sevdiği ve saydığından kuşkumuz yok. Oysa yüz sürülecek, tabiri diğerle yalayıp yutulacak -hatmedilecek ya da hıfz edilecek- olan ve kutsal metinleri barındıran bir mukaddes kitabımız var bizim. O da Kur’ân-ı Kerîm! İlginçtir, ülkemizde biz bu konuyu tartışırken, geçen hafta sonu Danimarkalı aşırı sağcı Sıkı Yön Partisi (Stram Kurs) lideri Rasmus Paludan isimli serkeş, Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kur’an-ı Kerîm’i ateşe verme cesareti göstermişti. Benzer bir skandala da hafta başında şahitlik ettik. İslamofobik Pegida’nın Hollanda’daki temsilcisi Edwin Wagensveld ise Kur’an-ı Kerîm’i yırtma küstahlığına imza attı. Her iki hâdise de yurt içinde ve dışında tepkiyle karşılandı.

Yazılanların ve söylenenlerin, iyi ya da kötü eylemlerin bir kâtip tarafından ilâ-ahir haberdar olmasına rağmen Kâinatın Yegâne Sahibine arz edilecek olmasını hatırdan çıkarmadan hareket etmeliyiz. Dünya ömrü kısa ve onu güzelliklerle, iyiliklerle müzeyyen hâle getirmeliyiz. Kaldı ki, dünü bugüne taşıyan, bugünü de yarına emanet etmek isteyenlerin en büyük mirası bu iyilik ve güzelliklerdir.
Sarf ettiğimiz sözlerden dolayı hukuk ve kamuoyu önünde sorun yaşamayacağımız, evlâtlarımıza ve sevdiklerimize mahcubiyet yaşatmayacağımız nice güzel günlere…