Yakınsak d-evrim

“Yok canım, bu devirde darbe marbe olmaz” diye yan gelip yatalım mı? Yoksa “Bu mendeburlardan her şey beklenir kardeşim, yine bir şeyler çeviriyorlar” deyü temkinli mi olalım? Gecenin bir yarısı kazlar hep bir ağızdan ötmeye başlarlarsa, birazdan yaşanması muhtemel bir deprem için hazırlık mı yaparsınız, yoksa öbür tarafınıza dönüp yatmaya devam mı edersiniz?

15 Temmuz öncesiydi…

Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler ülkede darbe şartlarının tastamam oluşmuş olduğunu haber veriyorlardı gerine gerine. Hattâ Erdoğan’ın cesedini bir sabah bir çöplükte de bulabilecektik.

Nazlı Ilıcak “aplamız” da bu koroya katılmıştı ve yakında karanlıktan çıkılacağı müjdesini çakıvermişti. Güzel günler görecektik, güneşli günler...

Bu koronun âkıbetini biliyorsunuz.

FETÖ’cü profesör (!) Osman Özsoy hele daha bir cevvâldi. Profesör olacağına bir albay olsaymış daha fazla hizmet edebilirmişmiş. Bu düzen zaten bitecekmiş, devam edeceğine nasıl inanıyormuşuz, işte buna şaşırıyormuş.

Bu dönem sona erdiğinde de AK Parti’ye üye olan herkesin mal varlıklarına çökülebilirmiş. Kendisi şu an kaçak bir şekilde Toronto’da yaşıyor. Ekmek almak için bile sokağa korkuyla çıkıyor.

Emre Uslu ve Enes Kanter de “anavatan” ABD’den tivitler savuruyor, Temmuz’da Türkiye’ye döneceklerinin müjdelerini veriyorlardı. Bu ergen tivitlerinin üzerinden dört koca Temmuz geçti, hâlen yurda dönüşlerini beklemekteyiz.

Bu arada Meral “aplamız” da başbakan olacaktı, hâlâ olacak. “Yurtta sulh”, cihanda sulh gelecekti, bu da biraz ertelendi sanırım.

Hattâ epeyce yakın olan bir yakınım, 15 Temmuz öncesi Ramazan Bayramı’nda “Daha her şey bitmedi” diyerek karşımda sırıtırken, “Hayırdır birader, bu devirde darbe mi yapacaksınız?” diye içimden geçirerek istihza ile dudak bükmüşlüğüm bile olmuştu.

Bu örnek listesi epeyce uzar, ben sadede geleyim.

Bu kadar “tür” bir yakınsak evrimin içerisinde değillerdi elbette. Hepsi de yaklaşmakta olanın yaklaşmakta olduğunu biliyorlardı. Bu özgüvenle atarlı cümleler kurabiliyorlardı.

Muhtemelen bu plân gizli kalmalıydı ama sözün şehveti ve “güneşli günlerin” yakın olduğuna duydukları sarsılmaz inançla ağızlarının uçkurlarını tutamıyorlardı sadece.

Darbe geliyordu, kendileri geliyordu, şartlar olgunlaşmıştı.

Gelin görün ki, onların bildiklerine biz inanmıyorduk bile. Yeni milenyuma gireli koskoca on altı yıl olmuş, böyle bir devirde darbe mi olurmuş canım? Demek ki oluyormuş! Yaşadık ve gördük.

***

Şimdilerde yeni ve benzer bir yakınsak evrim yaşandığına şâhitlik ediyoruz yine. Deprem öncesi bağrışan kaz sürüleri gibi yeniden bağrışmaya başladılar.

Yine yaklaşmakta olan bir darbeden bahsediyorlar üstü kapalı şekilde, parmaklar sallıyor, makus talihimizden kaçamayacağımızı söylüyor, ayar vermeye çalışıyorlar.

Sahi kuzum, bu ne özgüven?

Şimdi ne yapmalı dostlar?

“Yok canım, bu devirde darbe marbe olmaz” diye yan gelip yatalım mı?

Yoksa “Bu mendeburlardan her şey beklenir kardeşim, yine bir şeyler çeviriyorlar” deyü temkinli mi olalım?

Gecenin bir yarısı kazlar hep bir ağızdan ötmeye başlarlarsa, birazdan yaşanması muhtemel bir deprem için hazırlık mı yaparsınız, yoksa öbür tarafınıza dönüp yatmaya devam mı edersiniz?

Kazlar bağırırken bir hadisle bitireyim ben. Siz ne yaparsanız, onu yapın: “Mü’min, bir delikten iki defa sokulmaz.”

Kalınız sağlıcakla efendim!