Yakarsa dünyayı, analar yakar!

Annelerin HDP-PKK tahakkümüne karşı bu isyanı, Türkiye’de her meseleye bodoslama dalan “özgürlük”, “barış” ve “demokrasi” havarileri ile HDP’ye direkt ya da dolaylı destek veren kesimlerin çok da hoşuna gitmemişe benziyor. Hacire Ana bu açıdan birçok kişinin ezberini bozmuştur. HDP’yi allayıp pullayıp onunla siyaseten işbirliği yapanlar afallamışlardır. Zaman, kimin gerçekten teröre mesafe koyduğunu, kimin barışı istediğini ve insan haklarını önemsediğini görme zamanıdır!

BİR kıvılcımın her yeri ateşe vermesi gibi, toplumsal hareketlerde de bir basit adım, arkasından kitlesel bir başkaldırıya dönüşebilir. Tarihte bunun birçok örneğini görmek mümkündür. Bu tür sosyal patlamalar, insanların hayâlî kurgularla bastırıldığı, gerçeklerin çarpıtıldığı, insanlara tehdit ve şantajla işler yaptırıldığı zorba sistemlerde daha çok görülür.

PKK terör örgütünün Kürt kökenli vatandaşlarımız üzerinde kurduğu tahakküm tam da böyledir! Kendisine zemin bulabilmek adına özellikle devletin ulaşmasının zor olduğu alanlarda ortaya çıkan boşluğu doldurarak kendine göre baskı ve zorba bir düzen kurduğu, bilinen bir hakikattir. Öğrencilik yıllarımda Ağrılı bir arkadaşın, “Gündüz devletin, gece örgütün elindeyiz  dediğini hatırlıyorum.

Devletin yapabilecekleri dışarıdan ve daha çok resmî müdahaleler iken, o bölgede neşvünema bulan terör örgütünün informal alanlarda Kürt kökenli vatandaşlarımız üzerinde her türlü propagandayı yürüttüğü, onları tehdit ve şantajla yönlendirdiği, dağ ve şehir kadrosuna insan kaynağı temin ettiği bilinmektedir. Hattâ bu işi o kadar sistematik hâle getirmişler ki işleyiş, bir ucu yasalara göre kurulmuş bir siyâsî parti, diğer ucu Kandil’e kadar uzanan bir terör örgütü düzleminde cereyan etmektedir.

Bir uç “barış”, “demokrasi”, “halkların kardeşliği” ve “seçimler” gibi argümanlarla sistem içerisinde meşruiyet kazanmaya çalışmakta, diğer uç ise güvenlik güçlerimizi şehit etmekte, Türkiye’yi bölmeye çalışmaktadır. İki ucun da amacı ortaktır ve bu amaca görünürde farklı ancak temelde aynı yöntemlerle hizmet etmeye çalışmaktadırlar.

Barış ve demokrasi soslu tarafın yapı ve işleyişi birazcık detaylı incelendiğinde, açıkça terörist bir örgüt hâline gelmiş PKK ile senkronize, ortak ve aynı frekansta olduğu söylenebilir. Diyarbakır, Mardin ve Van Belediye Başkanlarının görevden uzaklaştırılmasının gerekçeleri ortadadır.

Böyle bir düzlemde bir uçtan iki uca yolculuklar mümkündür. Bu düzleme dâhil edilen insanlar becerilerine göre ya dağlara, ya şehirlere, ya belediyelere ya da Meclis’e gönderilmektedir. Dağa çıkanların hikâyeleri dinlendiğinde, bunlar için plânlı ve programlı özel yöntemler geliştirildiği görülmektedir. Bu yöntemler sayesinde çocuklar ailelerden kopartılmaktadırlar.

Ele geçirilen kişilerin önce isimleri üzerinde bir oynama yapılmaktadır. Mustafa, Bilal, Mehmet, Muhammed, Emrullah, Nevzat, Kerim, Hatice, Zeynep, Songül, Mihriban gibi isimler Çektar, Ferman, Kawa, Soreş, Berhudan, Agit, Rojda, Havin veya Zilan gibi kod isimlerle değiştirilmektedir. (Bu isimler, etkisiz hâle getirilmiş ya da yakalanmış teröristlerin gerçek isim ve kod isimleridir ve Google taraması ile elde edilmiştir.)

Çocukları kendilerinden kopartılan aileler tarafından meseleye bakıldığında çok dramatik bir manzara ortaya çıkmaktadır. Düşünebiliyor musunuz, çocuğunuz ortadan kaybolmuş, ismi değiştirilmiş ve Türkiye’de mi, dağlarda mı, Irak’ın kuzeyinde mi, Suriye’de mi, YPG’nin içinde mi bilmiyorsunuz?! Bilseniz bile her an cesedi önünüze gelebilir! Böyle bir ruh hâli ile yaşıyorsunuz… Kız çocukları terör örgütü liderlerine peşkeş çekiliyor, geri dönme veya kaçma sinyali verenler öldürülüyor. Siz de anne-babasınız ya da kardeşsiniz…

Böyle bir anne çâresizliği, işte bir kıvılcım yaktı! Hacire Anne, “Oğlumu verin!” diyerek 22 Ağustos’ta Diyarbakır HDP İl Binası önünde bir eylem başlattı. Bir süredir haber alamadığı oğlu Mehmet’i arıyordu.

Mehmet HDP binasına girmiş ve bir daha eve dönmemişti. Dışarıdan bakıp da “Kaybolan çocuğun HDP ile ne alâkası var, devlete müracaat etsin” demek, meseleyi örtbas etmektir. Devlet, yine kendi mekanizmalarını kullanarak kaçırılan çocuklar için elinden geleni 35 senedir yapmaya devam etmektedir. Fakat Hacire Ana bölgenin insanıdır; kimi nerede arayacağı konusunda Ankara’dan ya da İstanbul’dan ahkâm kesenlerden daha iyi şekilde konuya vâkıftır.

Onun, “Ciğerim için buradayım! HDP oğlumu kaçırdı. Oğlum HDP binasına girdi, bir daha çıkmadı. Ben oğlumu istiyorum. Yerde de olsa, gökte de olsa oğlumu getirecekler!” feryâdı sonuç verdi ve oğluna kavuştu. Annenin bu kararlı girişimi, çocuğu kaybolan diğer annelere de ilham verdi.

Hacire Anne’den sonra çocuğu kaybolan başka anneler de HDP binasının önünü mesken tutmaya başlamışlardır. Annelerden biri, “Bütün parti Süleyman’ı tanıyor. Bir de diyorlar ki, ‘Biz Süleyman’ı tanımıyoruz’. Siz Süleyman’ı maşa olarak kullandınız. Yeter artık! Bizim artık HDP’ye verecek çocuklarımız yok, yeter! Bakın, 30 yıldır sömürü! Bu oyun, bu düzen yeter artık!” diyerek, başka bir anne ise HDP’li yetkililere, “Diyarbakır’da genç bırakmadınız genç! Ya cezaevinde, ya toprağın altında... Başlarım sizin Kürdistan dâvânıza da… Senin çocuğun dağa gitse kıyameti koparırsın. Senin oğlun hangi özel okulda okuyor? Senin karın hangi plajlarda? Sen bunu desene! Fakir fukaranın çocuğu dağa, bunlar koltuklara... Alıştınız insanları dağa göndermeye. Vermiyoruz. Size verecek çocuğumuz yok!” diye haykırarak HDP’nin ipliğini pazara çıkarmış oldu.

Annelerin HDP-PKK tahakkümüne karşı bu isyanı, Türkiye’de her meseleye bodoslama dalan “özgürlük”, “barış” ve “demokrasi” havarileri ile HDP’ye direkt ya da dolaylı destek veren kesimlerin çok da hoşuna gitmemişe benziyor. Hacire Ana bu açıdan birçok kişinin ezberini bozmuştur. HDP’yi allayıp pullayıp onunla siyaseten işbirliği yapanlar afallamışlardır. Zaman, kimin gerçekten teröre mesafe koyduğunu, kimin barışı istediğini ve insan haklarını önemsediğini görme zamanıdır!

Annelerin yaktığı bu kıvılcım, Kürt kökenli vatandaşlarımızın üzerindeki HDP-PKK tahakkümünü ortadan kaldıracak potansiyele sahiptir. Annelerin ihtilâli dalga dalga yayılabilir. Bu hâliyle sona erse bile bir milât olma özelliğini koruyacaktır. Anne yüreği, her türlü zorbalığın üstesinden gelebilecek güce sahiptir. Konuya siyâsî rant çerçevesinde, “Şu partinin zararına, bu partinin menfaatine olacak” diyerek bakmamalıyız.

Yürekleri dağlanmış annelerin feryâdı ile başlayan sürecin Türkiye’yi terör belâsından kurtaracak bir tarafa doğru evirilmesini ümit ediyoruz. Bu ailelerin PKK’nın ve onun destekçileri tarafından tehdit edilmesi muhtemel olduğu için de hem devletin, hem de kamuoyunun dikkatleri onlar üzerinde olmalıdır!