Yabancılar ve güvenliğimiz

Yapılacak olan barış ve sulh, bölgemizdeki mâsum ve mazlum insanlar adına umut verici olacaktır. İnsanlık düşmanı örgütler ve sömürgeci emperyalist devletler adına da hüsran verici olacaktır. Dolayısıyla ülkemizdeki yabancılardan kaynaklanan ve onların oluşturduğu güvenlik ve emniyet zaafı ile diğer sıkıntılar da kendiliğinden ortadan kalkacaktır.

“YABANCILAR” kavramı ile bu ülke vatandaşı olmayan, kaçak yollarla Türkiye’ye gelen her renk, ırk ve dindeki ya da hiçbir dinle alâkası olmayan insanları kastediyoruz.

Türkiye, coğrafî ve jeopolitik olarak öyle bir yerde bulunuyor ki, hem Doğu’dan Batı’ya, hem de Güney’den Batı’ya geçiş güzergâhının üzerinde bir köprü mesabesinde olmasının jeostratejik açıdan sancılarını yaşıyor.

Burası öyle bir coğrafya ki, tüm enerji kaynaklarının merkezi mesabesinde olmasından nâşi, başta ABD ve İngiltere olmak üzere tüm emperyalist ve sömürgeci ülkelerin ilgisini üzerine çeken ve iştahını kabartan bir konumda bulunmaktadır.

Yine burası öyle bir coğrafya ki, kadim dinlerin neşet ettiği ve sosyolojik olarak farklı etnik ve aşiretçi yapıların söz konusu olduğu, ayrıca kavmiyetçi yapısıyla da feodal bir görünüm arz ettiği çok eski bir coğrafyadır.

Ayrıca burası öyle bir coğrafya ki, ülkelerin yönetim sistemlerinin baskıcı ve totaliter bir yapıya sahip olması hasebiyle iç savaş ve çatışmaların hiç eksilmediği, can ve mal emniyetinin olmadığı, hürriyetlerin kısıtlanması sebebiyle de insanlarının kendi ülkelerini terk ederek Batılı ülkelere kaçmalarının günbegün hesabının yapıldığı bir coğrafyadır.

Tabiatıyla bu kadar temel insanî problemin yaşandığı bir coğrafyada sorunların bitmesi, sükûnet ve huzurun hâkim olması asla düşünülemez. Dolayısıyla bu coğrafya, kaynayan bir cadı kazanı gibidir. Bundan dolayıdır ki, Türkiye de bu mânâda hissesine düşen payı fazlasıyla almaktadır. İşte geçen hafta İstanbul İstiklâl Caddesi’nde yaşanan terör eylemi ve sâir zamanlarda ülkenin dört bir yanında yaşanan meş’um olaylar bu minvâl üzeredir.

Türkiye, son yıllarda başta Irak, Suriye, İran, Afganistan, Yemen olmak üzere ve diğer yakın coğrafyalarda yaşanan iç savaşlar, çatışmalar, karışıklıklar sebebiyle ve dahi Hükûmet’in de izlediği “açık kapı politikaları” nedeniyle gelenin geçtiği bir yol geçen hanına dönmüştür.

Özellikle Suriye’de cereyan eden hâdiseler sebebiyle oluşan insânî dramlar yüzünden ilk zamanlarda izlenen bu açık kapı politikaları bir anlam ifâde etse de, daha sonraları bu politikaların kesintisiz ve kuralsız bir şekilde uygulanması işin vahametini artırmış, zaman içerisinde ülkemizin güvenlik ve emniyetini çok zor durumlara düşürmüştür.

Ülkemizi sadece güvenlik ve emniyet konusunda değil, aynı zamanda ekonomik, sosyal, siyasal, dinsel ve daha birçok konuda çok olumsuz bir şekilde etkilemiş ve rahatsız etmiştir.

Yetmezmiş gibi, Afganistan’daki olaylar sebebiyle bir de buna Afganlar eklenmiştir. Ayrıca dünyanın dört bir tarafından sökün edip gelen yabancılar, mafya artıkları ve DEAŞ’la mücâdele bahanesiyle Batılı ülkelerin Avrupa’dan ülkemize soktuğu ve aslında Suriye’de PKK saflarında bize karşı terör eylemlerinde bulunacak olan teröristleri de hesaba katacak olursak, konunun vahameti bir değil, on kat daha da artmıştır.

Yanı başımızda ve yakınımızda cereyan eden bu olayların bize olan yansımalarını ve bu yansımaların sonuçlarını analiz edip değerlendirdiğimiz zaman, ülkemize ve milletimize nelere mâl olduğunun hesabını elbette vicdan sahibi her insan tarafsız bir şekilde yapacak ve hakkı teslim edenlerden olacaktır. Ama sırf ideolojik ve politik saiklerle hareket eden partici partizanlar tabiatıyla bundan müstesnâdır.

Ayrıca Suriye’de cereyan eden bu olayların yansımalarına ve sonuçlarına baktığımız zaman güney sınırımızda ABD, İngiltere, Fransa, Almanya başta olmak üzere diğer Avrupa ülkeleri ve Rusya’nın desteğiyle neredeyse bir PKK devletinin kurulmak üzere olduğunu görürüz.

Peki, bütün bunlar bize neyi göstermektedir? Tabiî ki izlenen politikaların yanlışlığını!

Zâten Sayın Cumhurbaşkanı’nın yıllar önce o keskin ve üst perdeden söylemiş olduğu sözlerinden vazgeçerek bir “U” dönüşü yapması ve “Devletlerarası ilişkilerde ebedî küskünlük de olmaz, dargınlık da” demesi bunun en açık delillerinden değil midir?

Ancak, hakkı teslim etmek gerekir ki, Sayın Cumhurbaşkanı’nın gerek Esed, gerekse de Sisi hakkında söyledikleri İslâmî ve insânî açıdan ve ilkesel olarak doğrudur. Ne var ki, reel politik açıdan yanlıştır. Zâten gelişmeler ve gelinen nokta bunun apaçık göstergelerindendir.

Buradaki yönetim ve liderlik zaafı, bunun zamanında görülememiş ve anlaşılamamış olmasıdır. Bu durum, duygusal liderliğin sonuçlarından başka bir şey değildir. Hâlbuki gerçek liderlikte duygulara yer yoktur. Akl-ı selime, akleden kalbe ve rasyonaliteye yer vardır.

Ancak, gerek Suriye, gerekse Mısır ile yıllardır kalınan küskünlüklerin ve dargınlıkların ülkemize ve milletimize olan bedeli çok ağır olmuştur. Bununla birlikte, kazananların tarafında ise taşeron örgüt PKK, ABD, İsrail, İngiltere, Fransa, Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri, Rusya, hatta İran bile vardır. Herhâlde bu, inkâr edilemez bir gerçekliktir.

Bütün bunlara rağmen, “Zararın neresinden dönülürse kârdır” fehvasınca yapılan ve yapılmaya çalışılan görüşmeler uluslararası ve bölgelerarası siyâset açısından doğrudur ve yapılan yanlışların telâfisi için de gerçekçidir.

Diğer yandan, yapılacak olan barış ve sulh, bölgemizdeki mâsum ve mazlum insanlar adına umut verici olacaktır. İnsanlık düşmanı örgütler ve sömürgeci emperyalist devletler adına da hüsran verici olacaktır. Dolayısıyla ülkemizdeki yabancılardan kaynaklanan ve onların oluşturduğu güvenlik ve emniyet zaafı ile diğer sıkıntılar da kendiliğinden ortadan kalkacaktır.

Ülkemize, milletimize ve bölgemizdeki tüm mâsum ve mazlum insanlar adına hayırlara vesile olması dileğiyle…