Yabancı düşmanlığı

Önünde sonunda Suriye sorunu çözülecektir. Türkiye’de kalmış, doğmuş, büyümüş milyonlarca Suriyeli, gelecekte Türkiye’nin dostluk ve kardeşlik köprüleridir, gönüllü elçileridir. Bu kardeşlik ve dostluğa engel olan telkinlerin sahipleri, Türkiye’nin utancı olarak anılacaklardır. İnsanî değerlerden yoksunlaşarak Türkiye büyüyemez. Aksine insanî değerler Türkiye’yi daha çok büyütür.

DOĞAL afetler, siyâsî baskılar, iç savaşlar veya refah içinde daha iyi şartlarda yaşamak isteği ile çok eskiden beri insanlar göç etmektedirler. Sebepleri itibarı ile göçlere bakıldığında hepsinin birer olgu olduğunu kabul etmek gerekir. Olgular itirazlarla ortadan kalkmaz. Her şeyden önce sebeplerinin anlaşılması, zararlı sonuçlarının ortadan kaldırılması veya azaltılması mümkün hâle getirilebilir.

Siyâsî ve ekonomik nedenlerle göçlere karşı olmak ve göç etmek zorunda kalmışlara düşmanlık etmek, bu sorunu ortadan kaldırmadığı gibi, bir grup çaresiz insana düşmanlık etmek şeklindeki bir insanlık suçuna da yol açmaktadır.

İslâm tarihinde başından beri göçlerin olduğu bilinmektedir. Hatırlanmalıdır ki, Hazreti Muhammed de gördüğü zulümlerden dolayı 622’de Mekke’den Medîne’ye hicret etmiştir. Hem Mekkelilerin, hem de Medînelilerin Arap olması, üstelik göç eden Mekkelilerle onları karşılayıp bağırlarına basan Medînelilerin Müslüman olması, muhacir Mekkeliler ile ensar Medîneliler arasında tarihte emsali görülmemiş kardeşçe bir uyumun ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Ancak zamanla, bir ganimet paylaşımı esnasında, “Hazreti Muhammed hemşehrisi Mekkelilere fazla ganimet veriyor” diyerek Medîneli ensarın kolayca muhacir Mekkelilere karşı kışkırtıldığının örnekleri ortaya çıkmıştır. Elbette bu kışkırtmayı Medîneli münafıklar yapmışlardır. Hazreti Muhammed’in varlığı ve aldığı tedbirler bu kışkırtmayı etkisiz hâle getirmiştir. Bu gibi olaylar göstermiştir ki muhacir (göçmen) ile yerli (ensar) arasında her an bir sorun çıkabilir.

Böyle potansiyel sorunları büyütmeyi varlık nedeni bilenler her yerde her zaman bu tür kışkırtmaları yapabilirler.

Günümüzde Türkiye’de Suriyeli sığınmacılar bahanesiyle muhalefet çevreleri tarafından koparılan fırtınanın Suriyelilerin Arap, Türkiyelilerin Türk olmasıyla sınırlı olmadığı hatırlanmalıdır. 4 Haziran 1989 günü Özbekistan’da Ahıskalılara karşı günlerce süren saldırıların sonunda çok sayıda Ahıskalı Türk, Özbek Türkleri tarafından katledilmiştir. (http://www.ajansahiska.com/haber/ozbekistan-fergana-olaylari-h1035.html)

Benzeri olaylar 14 Haziren 2010 günü Kırgızistan’da, Kırgız ve Özbek Türkleri arasında yaşanmış, çok sayıda Özbek Türk’ü katledilmiş ve önemli sayıda Özbek Türk’ü Kırgızistan’dan göç etmek zorunda kalmıştır. (http://www.ajansahiska.com/haber/ozbekistan-fergana-olaylari-h1035.html)

Her iki tarafın da Türk olmasına rağmen, Ahıska, Özbek ve Kırgızlar arasında meydana gelen bu kanlı çatışmaları sadece dış güçlerin nifakları ile açıklamak yeterli değildir. Benzeri olaylar Türkiye’de de çeşitli şehirler arasında, Özbekistan ile Kırgızistan kadar olmasa da yaşanmıştır. Devlet otoritesinin zayıfladığı, yetersiz kaldığı durumlarda her zaman tekrarlanma ihtimâli vardır. Bu tür sorunların çözümünde aynı ırktan olmak tek başına çözüm değildir. Aynı ırktan olanların arasında da görüldüğü gibi kanlı çatışma ve katliamlar yaşanmaktadır.

Yine de yabancı düşmanlığını siyâsî bir dâvâ hâline getirmek Batılılara özgü bir tutumdur. Avrupa ülkelerinde özellikle sağ partiler daha çok yabancı düşmanlığı üzerine siyâsî tezlerini tesis etmişlerdir. Buna karşılık sol partiler ise yabancı düşmanlığına muhalif tutumları ile bilinmektedirler. Başta Almanya’da “Dazlak” adı verilen ırkçı gruplar olmak üzere irili ufaklı sağ siyâsî görüşlülerin temel önceliği, yabancıların ülkeye alınmaması, ülkeye alınmış olanların ise bir an önce kovulmalarıdır. (https://bianet.org/bianet/insan-haklari/181096-almanya-da-asiri-sagin-oldurdugu-turkiyeliler)

Almanya’da Dazlakların saldırıları ve kundaklamaları sonunda çok sayıda Türk, dövülerek, bıçaklanarak, kurşunlanarak, yakılarak katledilmiştir. Almanya gibi Avrupa ülkelerinde görülen bu saldırganlığın temelinde ırkçılık vardır. Başta Türkler olmak üzere sonradan ülkeye gelen yabancıların Almanya gibi ülkelerde “hak etmedikleri refaha ortak oldukları” gibi ekonomik nedenlere dayandırılan tutumların temelinde, yabancı olanların farklı ırk ve farklı dinden olmaları vardır.

Türkiye’de yabancı düşmanlığına Kemalist ve sol çevreler öncülük etmektedirler. Kendilerinin ırkçı olmadıklarını, hümanist olduklarını vurgulamalarına karşılık, yabancılara, özellikle yabancı Müslüman topluluklara karşı tutumları kin ve nefrete dayalıdır. Zaten Türkiye’de her okulun duvarında “asil kana” dayalı çağrıların bulunması, bir çeşit kan ve gen ırkçılığının temelini oluşturmaktadır. Şaşılacak olan ise, bu kan ve gen ırkçılığının Avrupalılara karşı değil, Türk olmayan diğer Müslümanlara karşı ayarlı olmasıdır.

Günümüz Türkiye’sinde başta CHP çevreleri olmak üzere yabancı düşmanlığı yapanlar, Almanya'daki Dazlakların Türkiye’deki karşılığı veya temsilcisi durumundadırlar. Kemalizm’i içselleştirmiş her fert, potansiyel olarak yabancı düşmanıdır.

Birinci Dünya Savaşı’nın galibi İngiltere, Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’u bile işgal etmişti. Bunu takip eden olayların ardından Osmanlı Devleti’nin Ankara’da TBMM tarafından 1 Kasım 1922’de tasfiye edilmesi, Türkiye’de bayram sayılmıştı. Her nasılsa, sonradan Osmanlı Devleti’nin tasfiyesinde İngilizler değil, savaş içinde isyan eden bir grup Arap isyancının ihaneti geçerli sayılmıştır. Türkiye’de yabancı ve Suriyeli düşmanlığının öncülüğünü yapan CHP’li Dazlaklar, Osmanlı’ya karşı isyanın Suriyeli sığınmacılardan öcünü almaya çok hevesli davranmaktadırlar. Araplara ve Suriyelilere karşı düşmanlık için önemli olan Osmanlı Devleti, sıra İngilizlere gelince birdenbire silinip yok olmaktadır. Hatta tek parti döneminin kurulması ve icraatları (inkılapları) söz konusu olunca aynı Osmanlı bu kez “iç düşman” durumuna gelmektedir.

Osmanlı’yı iç düşman bilen yerli Dazlaklar, her nasılsa Osmanlı adını verdikleri kimseleri “asil kan” tasnifinin dışında tutmaktadırlar. Böylece bu asil kan vurgusu bütün Türkleri bile içine alamamaktadır. Daha çok ve özellikle yerli Dazlaklar ile sınırlı hâle gelmektedir. Bu kadar çelişkili, insanlık dışı, ahlâk dışı tutumlara neden olan böylesi bir söylemin iç barış için büyük bir tehdit olduğu açıktır.

Yabancı düşmanlığına, özellikle Suriyeli sığınmacılara karşı tarifsiz bir kin ve düşmanlık besleyen yerli Dazlaklar, bu sorunun çözümü için Esat idaresindeki Baas yönetimini çare olarak görmektedirler. Hâlbuki Arap olmak ile her derde deva gibi görülen asil kandan olmamak bakımından Suriyeli muhacirler ile Esat’ın arasında bir fark yoktur. Katliamlarına, asırlık zulümlerine rağmen Esat idaresini bağrına basan çevreler, onun katliamcı bir diktatör olduğunu görmek ya da duymak istemiyorlar. Yerli Dazlaklar, diktatörleri çok ama çok seviyorlar.

***

Türkiye, Osmanlı Devleti bakiyesi olan bir ülkedir. Nüfusu içinde de önemli ölçüde etnik köken bakımından Türk olmayan kesimler vardır. Bu yüzden komşu ülkelerle tarih ve kültür birliğine sahiptir. Türkiye’nin bu yapısı ve birikimi, sanıldığının aksine Türkiye’nin zayıf tarafını değil, kuvvetli tarafını teşkil etmektedir. İç çatışmalardan, siyâsî baskılardan dolayı Türkiye’nin sığınılan bir ülke olması, bir çeşit “anavatan” olarak görülmesinden dolayıdır. Türkiye’nin askerî ve ekonomik gücü arttıkça tarih, nüfus ve kültürel özellikleri de etki alanını büyütecektir. Türkiye’nin etki alanının büyümesini istemeyen ABD gibi sömürgeci ülkeler, Türkiye’deki sığınmacıları muhalefet eliyle bir tehdide dönüştürme çabası içindedir.

Alman Dazlaklığı örneğinde olduğu gibi, Batılılaşmayı varlık nedeni sayan yerli Dazlaklar da bu düşmanlığı bir siyâsî dava durumuna getirmiştir. “Beyaz Türk” olarak adlandırılan tuzu kuru kesim bu düşmanlığı medya aracılığı ile tahrik ederek toplumun yoksul kesimlerine benimsetme çabasındadır.

Yabancı düşmanlığını benimsemeye istekli görünen yoksul kesimler hatırlamalıdırlar ki, Beyaz Türkler tarafından kendisi her zaman “köylü, ilkel, geri” diye aşağılanmıştır. Yabancılar günümüz Türkiye’sinde ucuza çalıştırılarak daha çok sömürülen ve kimsenin oturmaya tenezzül etmeyeceği yerlerin birkaç katı fazlaya kiraya verilerek sömürülenlerdir. Bir sömürülen, başka bir sömürülene düşmanlık ederek bir şey kazanamaz.

Türkiye idaresi, Suriye’ye müdahalede gecikerek, Türkiye’de daha çok Suriyeli sığınmacının birikmesine yol açmıştır. Bunun dışında Türkiye idaresini suçlamak yersizdir, beyhudedir. Çünkü Suriye olayları, Türkiye istediği için veya Türkiye’nin bir kurgusu olarak başlamamıştır. Ancak Türkiye, 2014-2015’te Suriye’ye müdahale ederek Halep ve çevresini denetimine almış olsaydı, günümüz Türkiye’sinde “yabancı düşmanlığı” bu ölçülerde tahrik edilecek seviyeye gelmemiş, Türkiye’yi içeriden karıştırmanın, Türkiye’yi iç sorunlarla meşgul etmenin önemli bir aracı durumuna gelmemiş olurdu.

Artık Türkiye’nin artan terör saldırıları nedeniyle, yerli Dazlakların istismar malzemesine dönüşen Suriyeli sığınmacıların giderek bir iç tehdide çevrilme potansiyelini dikkate alarak Suriye’deki denetim alanını genişletmelidir Türkiye. Türkiye’deki Suriyelilerin tamamının veya bir kısmının o denetim altındaki bölgeye taşınmasını da temin etmelidir.

Türkiye’de artan yabancı düşmanlığı göstermiştir ki, tarihinde defalarca yabancı sığınmacılar için sınır kapılarını açmış olmak, hatta onlar için Rusya gibi ülkelerle defalarca savaşmış olmak, yabancı düşmanlığına ve ırkçılığa engel olmak için yeterli değildir. Türkiye eğitim politikasını bu yüzden değiştirmelidir. “Irk ve asil kan” vurgularını artık bırakmalıdır. 1920’lerin havasında “Araplara düşmanlık, İngilizlere dostluk” esası üzerine kurulu söylemleri terk etmelidir.

***

Önünde sonunda Suriye sorunu çözülecektir. Türkiye’de kalmış, doğmuş, büyümüş milyonlarca Suriyeli, gelecekte Türkiye’nin dostluk ve kardeşlik köprüleridir, gönüllü elçileridir. Bu kardeşlik ve dostluğa engel olan telkinlerin sahipleri, Türkiye’nin utancı olarak anılacaklardır. İnsanî değerlerden yoksunlaşarak Türkiye büyüyemez. Aksine insanî değerler Türkiye’yi daha çok büyütür.

Dört milyon Suriyeliyi barındıran Türkiye ve onun Cumhurbaşkanı Erdoğan yerine 2014’de 1 milyon göçmeni Almanya’ya kabul etti diye Almanya’nın eski Başbakanı Merkel’e UNESCO tarafından hazırlanan bir barış ödülü verilmeye çalışılması (https://www.hurriyet.com.tr/avrupa/merkele-unesco-baris-odulu-verilecek-42124790) Batı’nın ikiyüzlülük ve maskaralık örneklerinden birisidir. Aslında bu ödül kararı aksine olsaydı ve Türkiye’ye, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a verilseydi, belki de Türkiye’nin insanî amaçlarla yaptıkları üzerine gölge düşürür ve şaibeli duruma getirirdi. İyi ki bu ödül Erdoğan için değil, Merkel için hazırlanmıştır.