Ya Suriyeliler gelmeseydi?

Tüm peygamberlerin toplumlara faydalı ve üreten meslekleri vardı. Cennet’le müjdelenmiş olmalarına rağmen yan gelip yatmadılar. Dünyanın en zor işlerine ve imtihanlarına talip oldular. İşsizliğin kaynağı tembellik, tembelliğin kaynağı ise iman zafiyeti. Evet, kanaatimce işsizlik dediğimiz hastalığın temelinde “tembellik”, onun da temelinde iman zafiyeti var.

YÜZ gençten 27’si işsiz. Genç nüfustaki işsizlik 90’lı yıllardan beri en yüksek seviyede seyrediyor. Çünkü gençler iş beğenmiyor, masa başı iş istiyorlar. Lokantalar, oto tamircileri, tekstil atölyeleri eleman bulamıyorlar. Aslında iş var ama çalışan yok. Bu nedenle hizmet sektöründe inanılmaz bir eleman sıkıntısı yaşanıyor.

Avrupa’da yaşlı olan nüfustan dolayı üretim alanı çökmüş durumda. Farklı ülkelerden yetenekli vatandaşları sipariş eden Avrupa, geçici de olsa çözümü bulmuş. Peki, Türkiye?

Genç nüfusunun çokluğu ile bilinen Türkiye’de genç nesil üretimden daha çok tüketime çalışıyor. İşsiz gençler fabrikalar veya farklı iş sahalarında çalışmak yerine işsizlik maaşı alıp evde yatmayı tercih ediyorlar. Türkiye’de bir taraftan genç işsiz sayısı artarken, öteki taraftan iş beğenmeyen tembel gençlerin sayısı da artıyor. Peki, durma noktasına gelmiş olan sanayi, çözümü nerede arıyor?

Çözümü Suriyeli gençleri çalıştırmakta bulan sanayi fabrikaları ile konuştuğumuzda duyduklarımıza inanmak istemedik: “Bizim gençlerimiz iş beğenmiyor. Asgarî ücretin çok üzerinde ücret vermemize rağmen personel bulamıyoruz. En önemlisi de, ülkemizde fazla rahatlıktan kaynaklanır şekilde kalifiye eleman yetişmiyor. Herkes masa başı, rahat, saatli ve düzenli iş istiyor. İsteklerinin bir kısmına ‘Tamam’ diyorsunuz fakat ne yazık ki yine de çalışmak istemiyorlar.”

Ya Suriyeliler gelmeselerdi? Aza kanaat edip iş buldukları için şükreden o gençler ya gelmeselerdi? Ne olurdu bizim hâlimiz? Belki birçoğunuz saçma bulacaksınız ama o gençler bugün Türkiye’nin üretiminin durmamasının ana kaynağı oldular. Onlar olmazlarsa ne yazık ki üretimimiz duracak ve birçok alanda sistem bozulacak.

Ziyaret ettiğim büyük fabrikaların birçoğu ya Suriyelileri ya da Afganları çalıştırıyorlar. Nedenini sorduğumda, “İhtiyaçları var ve iyi iş yapıyorlar. Bizim vatandaşlarımıza iş beğendiremiyoruz” cevabını alıyorum.

Gençlerimizi ya anlayalım veya onlara bu gidişatın zararlarını anlatacak projeler hazırlayalım. Bu gidişat iyi değil! Zamanın büyük çoğunluğunu odasında, sosyal medyada geçiren gençlik, boşluktan kaynaklı psikolojik bunalımda debelenip duruyor. Herkes üniversite mezunu ve herkes doktor, mühendis, öğretmen olarak memurluk yapmak istiyor. Kimse üretim alanında olmak istemiyor. “Ben yemedim, oğlum yesin”, “Ben giymedim, kızım giysin” diyen anne babaların hastalığının sonucu tembel, yiyen, giyinen, yatan nesil bir oldu.

Dinimizde çalışmak, ibadet olarak görülüyor. İbadeti bilmeyen nesle çalışmanın ibadet olduğunu nasıl anlatacağız, o da ayrı bir muamma. Bu arada istisnalar her zaman vardır.

Geç kalmadan bir şeyler yapmamız lâzım. Aza kanaat etmeyip hep kolaycılığa kaçmamanın önemini anlatmamız lâzım. İnsan güzellikten anlamaz. Biraz rahata erdi mi, hiçbir şeyi beğenmez, isyanda ve eğlencede nefsinin tavan yapması için elinden geleni yapar. Dedim ya, insan…

Dostlarım, kardeşlerim! “Barış zamanı ter dökmeyen, savaş zamanı kan döker”. Şu anda rahat ve refah varken gelecekte yaşayacağımız sıkıntılara çocuklarımızı hazırlamak için bugünden çalıştırmamız lâzım. “En zor koşullarda” hem de… Aksi hâlde, yarın kan dökecek nesil de bulamayacağız.

“Oysa biz, bolluk içinde azmış nice şehir halkını helâk etmişizdir. İşte yerleri! Kendilerinden sonra oraların pek azında oturulabildi, hepsi Bize kalmıştır.” (Kasas, 58)

Güçlerine ve servetlerine güvenip şımaran, azan ve inkârcılıkta direnen bazı eski toplumların tarih sahnesinden silinmiş oldukları hatırlatılarak insanlık uyarılıyor bu ayetle. Kur’ân evrenseldir, zamana ve mekâna bağımlı olmadığı için bizlere de uyarıda bulunuyor. Toplum olarak fazla şımarık hâle geldik. Yediğimiz önümüzde, yemediğimiz arkamızda. Yine de, ne yazık ki mutsuz, psikolojisi bozuk insanlar çok fazla. Uyuşturucu ve alkol bağımlılığı hâd safhada. Tüm bunların ana nedeninin tembellik olduğu kanaatindeyim. Tembel topluluklar, bırakın başkalarını, kendilerine bile zararlı topluluklardır.

Tembel olma durumu, tembelce davranmayı ve tembelce çalışmayı, iş görmeyi sevmemeyi, çaba göstermek ve sıkıntıya katlanmaktan kaçmayı ve vücuttaki herhangi bir organın tıbbî fonksiyonunu yerine getirmede yavaşlık göstermeyi ifade eder. Hazreti Muhammed (sav), namazlarının sonunda el açıp Allah’a dua eder, çeşitli kötü, yanlış, zararlı ve istenmeyen şeylerden Allah’a sığınırdı. Allah’a sığındığı konulardan biri de tembellik idi: “Ya Rabbi! Tembellikten Sana sığınırım” derdi. 

Bir de Hazreti Muhammed (sav) zamanında Müslüman olan insanlar O’na biat edince, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet edeceklerine ve tembellikte bulunmayacaklarına, tembellik yapmayacaklarına dair biat ediyorlardı (Ahmed b. Hanbel, III, 322, 340, V, 325).

Kur’ân ve Sünnette bu şekilde tenkit edilen tembellik, insanların dünya ve ahireti için zararlı olan bir hâldir. Başarısızlığın başlangıcıdır. Onun için İslâm, insanları tembellikten sakındırmıştır. Aynı zamanda bütün peygamberler insanları tembelliğe karşı uyarmışlardır. Tembelliğin zıddı çalışkanlıktır. O da inanan insanların şiarıdır ve her türlü başarının yolu çalışkanlıktan geçer. Bütün peygamberler çalışmayı emretmişlerdir. Hiçbir peygamber, “Ben peygamberim, sadece dini anlatacağım” deyip yatmamıştır.

Hazreti Muhammed (sav) çoban ve tüccardı. Hazreti Davud (as) demirciydi. Hazreti İsa (as) marangozdu. Hazreti Zekeriya (as) marangozdu. Hazreti Lokman (as) hekim ve eczacıydı. Hazreti Üzeyr (as) bahçıvandı. Hazreti Yunus (as) balıkçıydı. Hazreti İlyas (as) dokumacı ve iplikçiydi. Hazreti Zülkifl (as) fırıncıydı. Hazreti Musa (as) çobandı ve ayrıca Hazreti Şuayb’a (as) hizmetçilik yaptı. Hazreti Şuayb (as) ziraatçıydı. Hazreti Yakub (as) çobandı…

Tüm peygamberlerin toplumlara faydalı ve üreten meslekleri vardı. Cennet’le müjdelenmiş olmalarına rağmen yan gelip yatmadılar. Dünyanın en zor işlerine ve imtihanlarına talip oldular. İşsizliğin kaynağı tembellik, tembelliğin kaynağı ise iman zafiyeti. Evet, kanaatimce işsizlik dediğimiz hastalığın temelinde “tembellik”, onun da temelinde iman zafiyeti var. Genç neslimizi iman noktasında eksik yetiştirdik. Karnını doyurduk, soğuktan koruduk, hastalıklardan koruduk ama imansızlık hastalığından koruyamadık. Şükretmeyi bilmeyen doyumsuz ve tembel bir nesil yetiştirdik.

Şimdi kendinize sorunuz lütfen, nereden başlamalıyız ki zarardan dönelim ve kâr olsun?