“Ya İstiklâl, Ya Ölüm”

Resmî mitolojiye ve TRT dizilerine göre, Millî Mücadele içeride padişah, dışarıda ise işgalcilere karşı yapılmıştır. Oysa durum böyle değildir. Padişaha karşı yapılan bir mücadelede sürekli padişaha bağlılık arz edilir mi? Padişah gerçekten işgalcilerle işbirliği yapmış ise, o işgalciler padişahı korumak için ne yapmışlardır?

TRT 1’de “Ya İstiklâl, Ya Ölüm” adıyla yeni bir dizi film yayını başladı.

Bu TV kanalında aynı içerikte yayınlanmış olan dizilerin sayısı çok fazladır. O kadar fazladır ki, sayısını bilen dahi yoktur. Aynı içerikte aynı tekrarları film hâline getirmenin kime nasıl bir faydası olacaktır?

Türkiye’de ders kitaplarına ve resmî törenlere egemen olan mitolojik havaya göre 1919-1923 (Millî Mücadele) dönemi, yüz yıldan beri tekrarlanır.

AK Parti döneminde işin gerçeğine göre bir dizi görme beklentisi kimsede kalmadı. AK Parti’nin de her nedense bu mitolojiye teslim olmuş görüntüsü verdiği, artık kabul edilmektedir.

Oysa Millî Mücadele’nin şartları ve sınırları Suriye Cephesi’nde ortaya çıkmıştır. O cephede Osmanlı tarafı 39 günde bugünkü sınırları ile dört ülke kaybetmiştir. Bu kaybın sonunda ise Osmanlı Hükûmeti, Mondros Mütarekesi’ni imzalamaya mecbur kalmıştır. Üstelik o dört ülkenin kaybedildiği savaşta önce ordu, sonra cephe komutanı olan Kemal Paşa, hükûmete defalarca “Mütareke yapın” diye telgraf çekmiştir.

İstanbul’u işgal eden İngilizler, gerekli gördükleri herkesi (gazeteci, yazar, vali, bakan, komutan) tutuklayıp Malta adasına götürerek özel bir mahkemede yargılamışlardır. Niye bazılarını tutuklamadıkları sorusunun karşılığı, TRT’nin dizisinde yoktur. Oysa bu sorunun cevabı, dönemi anlamak için hayatî derecede önemlidir.

***

İslâmî kesimde genel olarak Sultan Vahideddin’i sahiplenip kahraman saymak, buna karşılık Kemal Paşa’ya açık veya gizli muhalif olmak gibi bir görüş etkilidir. Bu görüşün tarihî ve toplumsal nedenleri vardır. Ancak şu kadarını teslim etmek icap eder ki, Sultan Vahideddin bir deha ya da kahraman değildir. Onu esas alarak tesis edilecek bir tarih görüşü bilimsel değil, duygusal ve tepkisel olacaktır. Fakat aynı Sultan Vahideddin’den de bir “hain icat etme” çabası anlamsızdır, yersizdir, mesnetsizdir!

Kemal Paşa’nın, kariyerini içeride Sultan Vahideddin’e borçlu olduğu kesindir. Çünkü Suriye Cephesi’ne ordu komutanı olarak gönderilmesi de (o cephede 39 günde dört ülke kaybetmek gibi bir faciaya rağmen) Samsun’a gönderilmesi de Sultan Vahideddin sebebiyle olmuştur. Çünkü Sultan Vahideddin, İTC’lilere (İttihat ve Terakki Cemiyeti) karşı büyük bir hınç içindeydi. Kemal Paşa’nın İTC’li olmadığına ve kendisine sâdık birisi olduğuna inanmıştır.

Kemal Paşa’nın, dönemin şartlarında İstanbul’dan Samsun’a olağanüstü yetkilere sahip bir generalin gönderilmesi de yine İngilizlerin onayı ile olmuştur.

***

Şimdi hatırlayalım, İstanbul 13 Kasım 1918’de işgal edildiğinde hangi bakan ya da general “Ya istiklâl, ya ölüm” diyebilmiştir? Bunun bir belgesi, kaydı var mıdır? Kesinlikle yoktur. Aksine Kemal Paşa, ortağı olduğu Minber Gazetesi’nde 17 Kasım 1918’de İngilizler için, “Türklerin hayırhah dostudur” demiştir. “Geldikleri gibi giderler” sözünü de muhtemelen sonradan yaveri uydurmuştur. Çünkü Kemal Paşa’nın böyle bir sözü olsaydı, onu kendi gazetesinde yazardı.

1919 yılı, Türkiye tarihinde “kongreler yılı” diye bilinir. Çünkü o yılda Alaşehir, Balıkesir, Ardahan, Kars, Erzurum ve Sivas gibi pek çok yerde kongre yapılmıştır. Oysa resmî mitoloji de bu kongrelerden yalnızca ikisini; Kemal Paşa’nın katılmış olması nedeniyle Erzurum ve Sivas Kongrelerini önemli saymaktadır. Diğer kongrelerin adını bile anmaya tenezzül etmiyorlar.

Bir ülkenin, bir halkın tarihini bir kişi ile açıklamak, 21’inci yüzyılda olacak iş değildir. Lâkin Türkiye’de olmaktadır ve halkın ödediği vergilerle TRT tarafından, yine o vergileri ödeyen halk, aldatılmaya devam edilmektedir.

Kemal Paşa’nın ünlü Havza Genelgesi’nde, her yerde, “İzmir’in işgalini kınayan mitingler yapılması ve İstanbul’daki İtilâf Devletlerine bu işgali protesto etmek için telgraflar çekilmesi” istenilmiştir. “Ya istiklâl, ya ölüm” parolası o dönemde olsaydı, İstanbul’un işgalcilerine böyle telgraflar çekilir miydi?

Henüz İstanbul’un işgali bile kabul edilmemiş, protesto konusu yapılmamıştır. İtilâf Devletleri şikâyet mâkâmı sayıldığı için telgraflar, onların İstanbul’daki temsilcilerine gönderilmektedir. Ama TRT bize her sahnesinde bu parolayı hatırlatmaktadır.

Havza ve Amasya Genelgelerinde, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde ne ilginçtir ki, “Türk” adı bile geçmez. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde ABD lehine bir hava esmeye başlamıştır.

Erzurum Kongresi’nde, “Sınırlarımıza saygılı, gelişmiş bir ülkenin yardımı kabul edilir” cümlesiyle örtülü olarak ABD mandasına gönderme yapılmıştır. Sivas Kongresi’nde ise iki gün boyunca “ABD mandası isteyelim mi, istemeyelim mi?” diye tartışılmıştır. Ezici çoğunluk, manda taraftarı olarak görüş bildirmiştir.

“ABD mandasını istediğimizi kararlaştırıp ilân ettiğimizde, ABD kabul etmez ise müşkül duruma düşeriz” denilerek, kongre kararları arasına manda isteği alınmamıştır. Bunun yerine Başkanlık Dîvanı üyeleri sıfatıyla Kemal Paşa, İsmail Fazıl Paşa ve Rauf Orbay’ın imzası ile “manda isteğini” kapsayan bir dilekçe, ABD Kongresi’ne gönderilmiştir.

TRT ise izleyicilerine, “Ya istiklâl, ya ölüm” parolasını tekrarlamaya devam ediyor. Sivas Kongresi tutanakları ve ABD Harbord Heyeti ile yapılan görüşmelerin tutanaklarında bu paroladan hiç söz edilmez. İsteyen, Uluğ Iğdemir imzalı “Sivas Kongresi Tutanakları” adlı kitaptan okuyabilir.

***

Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen İttifak Devletleri’nin tamamında (Almanya, Avusturya, Bulgaristan ve Macaristan) yönetim, krallıktan cumhuriyete geçiş olarak değiştirilmiştir. Bu değişimin ise savaş galiplerinin bilgisi dışında gerçekleştiğini iddia etmek, insan aklını yok saymaktır. Elbette Türkiye’deki değişim için de aynı nedenler geçerli olmalıdır. TRT ise kendisini vergileriyle finanse edenlerin aklını yok saymaya devam ediyor.

Türkiye tarihinde Millî Mücadele başladıktan sonra, Kemal Paşa gidip ordu müfettişi sıfatıyla bu mücadeleye sonradan katılmıştır. Millî Mücadele, onun Samsun’a gönderilmesi ile başlamış değildir. Millî Mücadele’yi il ve ilçeler alanında başlatanlar yani “Kuvay-ı Millîye” ya da “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adıyla halkı teşkilâtlandıranlar ise İTC’lilerdir.

Kemal Paşa ise Sultan Vahideddin’in kendisine verdiği “ordu müfettişi unvanı” ve ordu komutanlarının desteği ile sonradan katıldığı bu mücadelede öne çıkmıştır.

Amasya Genelgesi’ni hazırlayanların (Kemal Paşa, Rauf Orbay, Ali Fuat Paşa ve Kazım Karabekir) rejim değişikliğine giden kararlarının dönemin dış şartları hesaba katılarak alındığı ama gizli tutulduğu sonraki gelişmelerde görülmüştür.

Ancak bu değişiklik nasıl olacaktı? Her ne kadar ordu Anadolu’da idiyse de Hükûmet, Padişah ve Meclis İstanbul’daydı. Her şeyden önce, Millî Mücadele öncülerinin sonuna kadar padişaha bağlılıklarını her aşamada ve her vesîleyle tekrarlaması lâzımdı. Bunu hakkıyla yaptıkları bilinmektedir. Meclis’in Ankara’ya taşınması hususunda Kemal Paşa’nın yaptığı konuşmada şu sözler dikkat çeker: “İnşaallah âlempenah padişahımız, sağlık ve afiyetle ve her türlü yabancı kayıtlarından kurtularak mübarek tahtlarında devamlı kalmasını İlâhî lütuftan niyaz eylerim.”

***

İkinci olarak, Hükûmet ve Meclis’in Ankara’ya taşınması lâzımdı. Padişah’ın İstanbul’da iktidarsız bir duruma getirilmesi lâzımdı. İşgalciler, Hükûmet ve Meclis’in Ankara’ya taşınması için lâzım gelenleri fazlası ile yapmışlardı. Son aşamada da Padişah ve çevresinin hain durumuna düşürülmesi, işgalcilerle işbirliği yapan duruma getirilmesi lâzımdı.

Sultan Vahideddin’in bütün bunları zamanında, siyâsî bir kavrayıştan yoksun olduğu için anlamadığı açıktır.

Resmî mitolojiye ve TRT dizilerine göre, Millî Mücadele içeride padişah, dışarıda ise işgalcilere karşı yapılmıştır. Oysa durum böyle değildir. Padişaha karşı yapılan bir mücadelede sürekli padişaha bağlılık arz edilir mi? Padişah gerçekten işgalcilerle işbirliği yapmış ise, o işgalciler padişahı korumak için ne yapmışlardır? Padişahın itibar ve iktidarını koruyan işler mi yaptılar, yoksa tam aksine onu iktidar ve itibardan yoksun edecek işler mi?

Padişahın iktidarını da, itibarını da sıfırladılar. Giderken işgallerindeki İstanbul ve çevresini padişaha değil, Ankara Hükûmeti’ne bıraktılar.

***

Türkiye’de Millî Mücadele tarihi de, onun içeriği de büyük ölçüde tahrif edip kurgulanmıştır. Bu kurguya göre kahraman ve hain sayılanlara roller yüklenmiştir. Akıl dışıdır ve tarih biliminin bütün kuralları yok sayılmıştır. Bu kurguya göre eğitim faaliyetleri yapılmaktadır. Kurgunun siyâsî karşılığı ise elbette CHP’dir!

Günümüzün siyâsî şartlarında TRT’den bu kurguyu altüst edecek bir faaliyeti de kimse beklememelidir. Mevcût iktidarın tercihi ve TRT yönetiminin yapısı da elbette böyle bir işe uygun değildir. TRT seyircisinin içinde CHP’lilerin oranı muhtemelen yok denecek kadar azdır. Ama mevcût TRT yönetimi, CHP’li olmayan seyircilere CHP kurgusuna göre yapılan dizileri tekrarlamaktadır.

TRT dizilerindeki yanlışlıkları birkaç yazıyla özetlemek bile mümkün değildir.