Ya behimi zulüm, ya insanî tekâmül!

Soykırımlara ve işgallere göğüs germe maharetimizle övünmek yerine, gayrı silkelenip yaratılış vasfımızı hatırlayarak şahdamarımızdan daha yakın olan Yaratıcımızla aramıza giren mesafeleri yakınlaştırma gayretine düşelim ki matemini tuttuğumuz kederlerin sayısı azalsın. Yaratılışımızdaki saklı sırlar Rabbimizin lütfu ile izah bulsun ve varlığımız tüm “insanlığı” aydınlatsın inşallah!

İNSAN… Yaratılmış tüm canlılar arasında, temsil ettiği “insanlık” mâkâmını yüceltme ve aşağılama hakkına sahip tek varlık…

Hiçbir hayvan türü tekâmül kaygısı yaşamaz. Hiçbir bitkinin ahlâk meselesi yoktur. Hiçbir dağın, taşın, toprak parçasının, yıldızın geçmişin tasasını ve geleceğin kaygısını taşıdığı ispatlanmış değildir.

Bir hayvan diğer bir hayvana zulmettiğinde, içinde bulunduğu grupta kınanmaz, hayvanat dışı addedilmez. Bir bitki başka bir bitkinin hayat hakkına tecavüz etse, nebatat arasında zemmedilmez!

Sadece âdemoğluna bahşedilmiş bir terfi, bir yetki, bir lütuftur insaniyetini fıtratına uygun muhafaza edebilme salâhiyeti.

İşte Rabbin katında gizli sırlarla halk eylenmiş insan, sahip olduğu vasıfları vahiy ile terbiye eyledikçe insanlık mâkâmını muhafaza salâhiyetine sahip olacaktır! Aksi durumda, terbiye kaynağı ve tekâmül reçetesi Kitap’tan uzaklaştıkça “insanlık dışı”na çıkma ehliyetine de sahip yegâne varlıktır!

İnsanın başına her ne gelecek ise, “bilmesi” üzerinden tecelli olunuyor. İnsan tekinin neyi bildiği, nasıl bildiği, neye inandığı ile şekilleniyor dünyası.

Bir de siyâsî ve ekonomik güç ile buluşunca âdemoğlunun bilme yetkisi, işte o zaman zalimler neşet ediyor! Dünyayı bâki sanma gafletiyle de mazlumların ahı hiç dinmiyor.

Müslümanların mesuliyeti işte tam da bu noktada başlıyor! Hakikatin izini sürerek vahiy perspektifinden hareketle akletme, fikretme, fehmetme mesuliyetini ihmâl etmemek gerekiyor.

Merak yetisinin insanoğluna keşfettirdiği bilimin insanlığı yüceltecek bir keşif mi, yoksa bugün seyrettiğimiz gibi behimi bir zalim kadrosu mu oluşturacağını bir kez daha gözden geçirmek gerekiyor.

Aksi hâlde insanlığın kaderi şekillenirken her insan tekinin payı olduğu gerçekliği bize şu iki cihetli tercihin parçası olacağımızın kaçınılmazlığından söz ediyor: “Ya behimi (hayvanî) zulüm, ya insanî bir tekâmül!”

İlim eylemenin yetmeyeceği, bilim/sel keşiflerle, zalimlerin dilinden zulme karşı yeni bir dil geliştirmemiz gerekiyor.

Bugün, insanı yönetme eylemini süslü unvanlar altındaki kurum ve kararlar çerçevesinde gerçekleştiren, insanlık dışı her türlü mezalimi “barış, demokrasi” şarkılarının gürültüsünde uygulayan güçlerin (!) eylediklerini seyrediyoruz. Dün Bosna’ydı, yıllardır Filistin, Arakan, Doğu Türkistan ve Suriye kan ağlıyor.

Afganistan yıllarca zamîmane bir tacize maruz kalmış olsa bile, büyük güç iddiası afakî olan ABD’nin acziyeti dünyaya resmedilirken Afganlarsa maddî-mânevî talan edilmiş coğrafyalarının kaderini kaderlerine ekliyorlar.

Bu zulme karşı mazlum olma kolaylığından sıyrılarak, idrak mertebesinde bir tavır gerçekleştirmek için yeniden ve yine yaratılış menkıbemizi gözden geçirmenin hem bir farkındalık, hem bir ibadet, hem de bir mesuliyet olduğunu hatırlamak artık boynumuzun borcu!

Bu hatırlayışlarla silkelenmedikçe, aslî gücümüzü yitirmeye mahkûm olduğumuz gibi, İslâm coğrafyalarındaki zafiyetlere de uzaktan gözyaşı döküp ahvalimize yas tutmaya devam edeceğiz.

Soykırımlara ve işgallere göğüs germe maharetimizle övünmek yerine, gayrı silkelenip yaratılış vasfımızı hatırlayarak şahdamarımızdan daha yakın olan Yaratıcımızla aramıza giren mesafeleri yakınlaştırma gayretine düşelim ki matemini tuttuğumuz kederlerin sayısı azalsın. Yaratılışımızdaki saklı sırlar Rabbimizin lütfu ile izah bulsun ve varlığımız tüm “insanlığı” aydınlatsın inşallah!