Ya 364 gün?

Yaşlılığı medeniyetimizden öğrenelim, medeniyetimize uygun yaşlılık çözümleri geliştirelim ve medeniyetimize uygun yaşlılık çözümlerini dünyaya anlatalım.

BİR süre önce Anneler Günü’nü idrak etmiştik, şimdi de Babalar Günü… Dünyanın sormak istemediği soruyu biz de sormayalım mı? Bence soralım ve cevabını da kendi kendimizi kandırmadan, “-mış gibi” yapmadan verelim. Acı soru şu: “Yaşlıların durumu ne olacak?”

Cevabı kolay olsaydı, ben de burada soruyor olmazdım. Keşke Anneler Günü veya Babalar Günü’nde yaptığımız gibi senede bir günü de onlara verseydik ve her şey yoluna girseydi! Sadece o günü birlikte ve anlamlı şekilde geçirebilseydik!

Güzel bir günün ardından bunları canınızı sıkmak için değil, o güzellikleri devam ettirelim, hattâ sonraki nesiller için de şu güzelliği meydana getirelim diye yazmak istedim.

Benim ciddî olarak meşgul olduğum konuların başında engellilerle ilgili meseleler gelir. Enteresandır, engelli meselesinin önünde veya sonunda yaşlılık konusu konuşulur. Ben de böylece bu meseleye de dâhil olmuş olurum. Benim engellilik ve dolayısıyla yaşlılık konularına dâhil olduğum yıllarda annem veya babam toplumsal algılamaya göre yaşlı sayılmazlardı. Onların anne babaları da ahirete irtihâl ettiğinden, aile içerisinde bir yaşlılık mefhumumuz yoktu. Tabiî bu durum bana bir fırsat sunmuş oldu. Yaşlılık konusuna tarafsız bir şekilde girmiş oldum…

Parlamentoda görev yaptığım yıllarda bu konuya ilgimi gören birçok akademisyen lütfettiler ve “Geriatri” başlığı altında birlikte çalıştık. Daha sonra Avrupa Konseyi’nde görev yaptığım yıllarda da mensubu olduğum komisyonlarda ve Avrupa Konseyi’ni temsilen katıldığım toplantılarda konuyu “Aging” (Yaşlanma) başlığı altında ele aldık.

Sizi yormayayım ve tek cümleyle durumu özetleyeyim: “Bugünkü modernist dünya düzeni, yaşlılık konusunda çâresiz, çözümsüz!”

Niçin?

Temel sebep şu: Şu anki dünya anlayışında bir kişinin, bir eşyanın, bir eylemin değerli olabilmesi için “bir işe yaraması” şart. Buna “faydacılık” da denilebilir. Eğer bir işe yaramıyorsanız, değersizsinizdir.

Şimdi gelelim dürüst itiraflara!

Peki, biz kendi dünyamızda öyle düşünmüyor muyuz? İşimize yaramazsa hangi fiili yapıyor, hangi eşyayı tutuyor, hangi insana vaktimizi, emeğimizi harcıyoruz? Bu hâl kemiklerimize öyle işlemiş ki ibadette bile bir menfaat beklentimiz var. Şurada iki rekât namaz kılıyor, ondan bile spor veya psikolojik terapi gibi bir fayda, bir menfaat bekliyoruz. Bir ay oruç tutuyoruz, bedenin temizliğinden tutun, aç insanları anlamaya, onlarla empatiye kadar birçok fayda beklentisi içindeyiz. “Namaz kıl!” denmişse namazını kıl gitsin. “Oruç tut!” denmişse orucunu tut, gerisini Emredene bırak. Niye illâ bir fayda beklentisi içindeyiz ki?

Peki, iç dünyasında böyle yapan insan, yaşlılık konusunda yapmaz mı sanıyorsunuz?

Genellemek yanlış olabilir belki ama benim rastladığım kadarıyla toplumda yaşlıların hürmet görmesi, baş tâcı edilebilmesi için illâ bir işe yaraması duygusu/düşüncesi var. Ne zaman yaşlılık mevzuu açılsa konu dönüp dolaşıp, “Acaba nasıl bir iş yapsalar da onlara karşı saygı, sevgi, hattâ ekonomik bir gelir artışı olsa?” düşüncesine geliyor.

Medeniyetimize uygun bir yaşlılık

“Yaşlılık” sıfatı, yeryüzündeki insanların çok büyük bir kısmının başına gelecek kaçınılmaz bir şey. Eminim bu yazıyı okuyanların başına da gelecek. Bir insanın uzun ömürlü olmasını diliyorsak yaşlanmasını ve yaşlılıktaki hâlleri yaşamasını da diliyoruz demektir. Ben sizin uzun ömürlü olmanızı diliyorum ama bugünkü yaşlılık mefhumuyla karşılaşmamanızı da diliyorum. Yani?

Yanisi şu: İşe yaramadıkları duygu ve düşüncesi, çevremizdeki hiçbir yaşlıda olmasın. Kimse bir vefâ gereği yapmasın bunu. Sadece siz olduğunuz için size saygı, muhabbet duysunlar. Sizi keşfetmek, iç dünyanızda seyahat etmek, sizi anlamak için sizin yanınızda olsunlar. Sizinle bir şeyi paylaşırken, “Yarın bundan bana şöyle bir fayda olabilir, o hâlde ben de bugün bunu paylaşayım” diye değil, sadece ve sadece paylaşabilmenin mutluluğunu yaşamak için sizinle paylaşsınlar. Her ikisini de Yaratan Varlığın, öyle yapmaları hâlinde ikisini de seveceğini, ikisinden de râzı olacağını düşünerek bunu yapsınlar.

İyi hoş da, gelecek nesiller yani çocuklarınız, torunlarınız böyle davranmayı rüyalarında mı öğrenecekler?

Ne söyleyeceğimi tahmin ettiğinizi düşünüyorum ama cümleyi tamamlamak için söyleyeyim: Çocuklarınız, torunlarınız yaşlılara nasıl davranacaklarını sizin davranışlarınızdan öğrenecekler. Yani nasıl bir davranış bekliyorsanız, şimdi o şekilde davranmanız lâzım.

Tabiî şöyle bir gerçeği de arz etmek isterim. Gelişen hizmetler/sistemler bizim uzun süre mevcût şartlarda üretim yapabileceğimizi gösteriyor. 70, 80, 90 yaşlarında birçok verimli insan var. “Emeklilik yaşını geciktirelim mi?” diye sorabileceğinizi sanıyorum. Emeklilik yaşını geciktirmeyelim ama ömrü ikiye bölelim diye önermek istiyorum. Çünkü mevcût ömür algımız 50 yaşlarına göre…

Birçok insan “Kırkından sonra” tâbirini kullanıyor. Aslında 40’ından sonra yaşlılık güzergâhına girdiğini sanıyor veya kabul ediyor. Bu kişi 80 yaşına kadar yaşarsa, aslında 40 senelik bir yaşlılık dönemi geçiriyor demektir. O yüzden ömrümüzün birinci kısmında mecbur olduğumuz işleri yapalım, ikinci kısmında da sevdiğimiz, hoşlandığımız işleri yapalım. Böyle bir durumun keyifli bir hayat sürmemize katkısı olacağını düşünüyorum.

Kendi medeniyetimizin yaklaşımını en ince ayrıntısına kadar öğrenmek, işimizi çok kolaylaştıracaktır. Hattâ bu yaklaşıma uygun davranışlar geliştirmek, bunları dünyaya öğretmek de iyi bir iş potansiyelidir. Ömrümüzü ikiye bölmek de benim tecrübelerim doğrultusunda üretebildiğim bir yöntem. Eminim, medeniyetimizin yaklaşımını esas alan birçok insanımız benden daha iyi öneriler hazırlayacaktır.

Tek cümleyle özetlersek…

Yaşlılığı medeniyetimizden öğrenelim, medeniyetimize uygun yaşlılık çözümleri geliştirelim ve medeniyetimize uygun yaşlılık çözümlerini dünyaya anlatalım. Sadece Anneler Günü, Babalar Günü mutlu değil, diğer 364 günde de hep beraber mesut, bahtiyar ve huzurlu olalım.