BİR süre önce Anneler
Günü’nü idrak etmiştik, şimdi de Babalar Günü… Dünyanın sormak istemediği
soruyu biz de sormayalım mı? Bence soralım ve cevabını da kendi kendimizi
kandırmadan, “-mış gibi” yapmadan verelim. Acı soru şu: “Yaşlıların durumu ne
olacak?”
Cevabı
kolay olsaydı, ben de burada soruyor olmazdım. Keşke Anneler Günü veya Babalar
Günü’nde yaptığımız gibi senede bir günü de onlara verseydik ve her şey yoluna
girseydi! Sadece o günü birlikte ve anlamlı şekilde geçirebilseydik!
Güzel
bir günün ardından bunları canınızı sıkmak için değil, o güzellikleri devam
ettirelim, hattâ sonraki nesiller için de şu güzelliği meydana getirelim diye yazmak
istedim.
Benim
ciddî olarak meşgul olduğum konuların başında engellilerle ilgili meseleler
gelir. Enteresandır, engelli meselesinin önünde veya sonunda yaşlılık konusu
konuşulur. Ben de böylece bu meseleye de dâhil olmuş olurum. Benim engellilik
ve dolayısıyla yaşlılık konularına dâhil olduğum yıllarda annem veya babam toplumsal
algılamaya göre yaşlı sayılmazlardı. Onların anne babaları da ahirete irtihâl
ettiğinden, aile içerisinde bir yaşlılık mefhumumuz yoktu. Tabiî bu durum bana
bir fırsat sunmuş oldu. Yaşlılık konusuna tarafsız bir şekilde girmiş oldum…
Parlamentoda
görev yaptığım yıllarda bu konuya ilgimi gören birçok akademisyen lütfettiler
ve “Geriatri” başlığı altında birlikte çalıştık. Daha sonra Avrupa Konseyi’nde
görev yaptığım yıllarda da mensubu olduğum komisyonlarda ve Avrupa Konseyi’ni
temsilen katıldığım toplantılarda konuyu “Aging” (Yaşlanma) başlığı altında ele
aldık.
Sizi
yormayayım ve tek cümleyle durumu özetleyeyim: “Bugünkü modernist dünya düzeni, yaşlılık konusunda çâresiz, çözümsüz!”
Niçin?
Temel
sebep şu: Şu anki dünya anlayışında bir kişinin, bir eşyanın, bir eylemin değerli
olabilmesi için “bir işe yaraması” şart. Buna “faydacılık” da denilebilir. Eğer
bir işe yaramıyorsanız, değersizsinizdir.
Şimdi
gelelim dürüst itiraflara!
Peki,
biz kendi dünyamızda öyle düşünmüyor muyuz? İşimize yaramazsa hangi fiili
yapıyor, hangi eşyayı tutuyor, hangi insana vaktimizi, emeğimizi harcıyoruz? Bu
hâl kemiklerimize öyle işlemiş ki ibadette bile bir menfaat beklentimiz var. Şurada
iki rekât namaz kılıyor, ondan bile spor veya psikolojik terapi gibi bir fayda,
bir menfaat bekliyoruz. Bir ay oruç tutuyoruz, bedenin temizliğinden tutun, aç
insanları anlamaya, onlarla empatiye kadar birçok fayda beklentisi içindeyiz. “Namaz kıl!” denmişse namazını kıl
gitsin. “Oruç tut!” denmişse orucunu
tut, gerisini Emredene bırak. Niye illâ bir fayda beklentisi içindeyiz ki?
Peki,
iç dünyasında böyle yapan insan, yaşlılık konusunda yapmaz mı sanıyorsunuz?
Genellemek
yanlış olabilir belki ama benim rastladığım kadarıyla toplumda yaşlıların
hürmet görmesi, baş tâcı edilebilmesi için illâ bir işe yaraması duygusu/düşüncesi
var. Ne zaman yaşlılık mevzuu açılsa konu dönüp dolaşıp, “Acaba nasıl bir iş yapsalar da onlara karşı saygı, sevgi, hattâ ekonomik
bir gelir artışı olsa?” düşüncesine geliyor.
Medeniyetimize
uygun bir yaşlılık
“Yaşlılık”
sıfatı, yeryüzündeki insanların çok büyük bir kısmının başına gelecek kaçınılmaz
bir şey. Eminim bu yazıyı okuyanların başına da gelecek. Bir insanın uzun
ömürlü olmasını diliyorsak yaşlanmasını ve yaşlılıktaki hâlleri yaşamasını da
diliyoruz demektir. Ben sizin uzun ömürlü olmanızı diliyorum ama bugünkü
yaşlılık mefhumuyla karşılaşmamanızı da diliyorum. Yani?
Yanisi
şu: İşe yaramadıkları duygu ve düşüncesi, çevremizdeki hiçbir yaşlıda olmasın. Kimse
bir vefâ gereği yapmasın bunu. Sadece siz olduğunuz için size saygı, muhabbet duysunlar.
Sizi keşfetmek, iç dünyanızda seyahat etmek, sizi anlamak için sizin yanınızda
olsunlar. Sizinle bir şeyi paylaşırken, “Yarın
bundan bana şöyle bir fayda olabilir, o hâlde ben de bugün bunu paylaşayım”
diye değil, sadece ve sadece paylaşabilmenin mutluluğunu yaşamak için sizinle
paylaşsınlar. Her ikisini de Yaratan Varlığın, öyle yapmaları hâlinde ikisini
de seveceğini, ikisinden de râzı olacağını düşünerek bunu yapsınlar.
İyi
hoş da, gelecek nesiller yani çocuklarınız, torunlarınız böyle davranmayı
rüyalarında mı öğrenecekler?
Ne
söyleyeceğimi tahmin ettiğinizi düşünüyorum ama cümleyi tamamlamak için
söyleyeyim: Çocuklarınız, torunlarınız yaşlılara nasıl davranacaklarını sizin
davranışlarınızdan öğrenecekler. Yani nasıl bir davranış bekliyorsanız, şimdi o
şekilde davranmanız lâzım.
Tabiî
şöyle bir gerçeği de arz etmek isterim. Gelişen hizmetler/sistemler bizim uzun
süre mevcût şartlarda üretim yapabileceğimizi gösteriyor. 70, 80, 90 yaşlarında
birçok verimli insan var. “Emeklilik
yaşını geciktirelim mi?” diye sorabileceğinizi sanıyorum. Emeklilik yaşını
geciktirmeyelim ama ömrü ikiye bölelim diye önermek istiyorum. Çünkü mevcût
ömür algımız 50 yaşlarına göre…
Birçok
insan “Kırkından sonra” tâbirini
kullanıyor. Aslında 40’ından sonra yaşlılık güzergâhına girdiğini sanıyor veya
kabul ediyor. Bu kişi 80 yaşına kadar yaşarsa, aslında 40 senelik bir yaşlılık
dönemi geçiriyor demektir. O yüzden ömrümüzün birinci kısmında mecbur olduğumuz
işleri yapalım, ikinci kısmında da sevdiğimiz, hoşlandığımız işleri yapalım.
Böyle bir durumun keyifli bir hayat sürmemize katkısı olacağını düşünüyorum.
Kendi
medeniyetimizin yaklaşımını en ince ayrıntısına kadar öğrenmek, işimizi çok
kolaylaştıracaktır. Hattâ bu yaklaşıma uygun davranışlar geliştirmek, bunları
dünyaya öğretmek de iyi bir iş potansiyelidir. Ömrümüzü ikiye bölmek de benim
tecrübelerim doğrultusunda üretebildiğim bir yöntem. Eminim, medeniyetimizin
yaklaşımını esas alan birçok insanımız benden daha iyi öneriler
hazırlayacaktır.
Tek
cümleyle özetlersek…
Yaşlılığı medeniyetimizden öğrenelim, medeniyetimize uygun yaşlılık çözümleri geliştirelim ve medeniyetimize uygun yaşlılık çözümlerini dünyaya anlatalım. Sadece Anneler Günü, Babalar Günü mutlu değil, diğer 364 günde de hep beraber mesut, bahtiyar ve huzurlu olalım.