Wonder: Mucize

Başlarda arkadaşlarının dalga geçtiği Auggie, kişiliği ve zekâsı sayesinde arkadaşlarının yaptıklarından utanmasını sağlıyor. Film sadece Auggie ve hastalığının etrafında dönmüyor. Filmin içerisinde aslında Via ve Miranda gibi çok sayıda karakterin hikâyesi de anlatılıyor. Yönetmen diğer karakterlerin hikâyesini izleyicinin nazarına sunarken, ana hikâyeden kopmanın önüne o kadar ustalıklı bir şekilde geçiyor ki zihninizde hiçbir karmaşa oluşmuyor.

BİR yere gittiğinizde ya da bir ortama girdiğinizde tüm bakışların üzerinizde olması hoşunuza gider mi? Bakışlara hayranlık da eşlik ediyorsa, sanırım bu hepimizin hoşuna gider. Ama ya bakışların sahipleri sizde bir eksik, bir kusur gördüğünden bakışlarını size yönlendiriyorsa? Sanırım bundan hiç kimse hoşlanmaz. Tıpkı Auggie gibi…

Auggie, “Treacher-collins” denen bir tür yüz deformasyonu sendromuyla dünyaya gelmiştir. Daha doğar doğmaz tanıştığı hastalığı nedeniyle zorlu günler geçirmektedir. Kalabalıklardan hoşlanmaz. Özellikle okulun bahçesi onun için kâbus yeridir. Fotoğraf karelerine girmek de onun için âdeta zulümdür.

Auggie, yüzündeki deformasyonu gizlediği için en çok astronot kıyafetleri ve kasklarını sever. Astronot kıyafetleri ve kasklar, kendini sıradan bir çocuk gibi hissetmesini sağlar. Çünkü diğer zamanlarda her gittiği yerde bütün bakışlar onun üzerindedir. Kimse açıktan bir şey söylemese de Auggie’nin yüzündeki deformasyondan dolayı bakışlar hiç de pozitif değildir.

Stephen Chbosky’nin yönettiği ve senaryosunu Steve Conrad ve Jack Thorne ile birlikte yazdığı “Wonder” yani “Mucize” filmi, R.J. Palacio’nun aynı adlı romanından uyarlanan bir film. Başrollerinde Julia Roberts, Owen Wilson ve Jacob Tremblay’ın oynadığı film, 2017 yapımı.

Film, Treacher-collins sendorumuna yakalanmış Auggie’nin hikâyesini anlatıyor.

Auggie, 27 ameliyat geçirmesine rağmen yüzündeki deformasyondan kurtulamamıştır. Annesi, babası ve ablasından büyük destek gören ve orta ikinci sınıfa gidecek yaşa gelmesine rağmen okula hiç gitmemiş olan Auggie, eğitimini evinde alır. Ama ailesi artık zamanının geldiği düşüncesiyle Auggie’yi okula yazdırır. Hikâye de bu noktadan sonra derinleşmeye başlar.

Yönetmen filmde bir mağdur portresi çizip izleyiciyi dramatik noktalardan yakalama kolaycılığına gitmemiş. Tam tersi, çok daha derinlikli anlatılarla şu veya bu şekilde toplumdan tecrit olmak durumunda kalan çocukların hayatını ve onların neler hissettiklerini anlatma yolunu seçmiş. İyi ki öyle yapmış! Çünkü ortaya derin alt metinleri olan çok güzel bir film çıkmış. 

Auggie, bedensel özrüne rağmen hem karakter, hem de zihinsel olarak çok diri ve özeldir. Gittiği okulda hemen bunu fark ettirir. Yönetmen bu zıtlığı kullanarak filmin alt metnini kanaviçe gibi örmüş.

Başlarda arkadaşlarının dalga geçtiği Auggie, kişiliği ve zekâsı sayesinde arkadaşlarının yaptıklarından utanmasını sağlıyor.

Film sadece Auggie ve hastalığının etrafında dönmüyor. Filmin içerisinde aslında Via ve Miranda gibi çok sayıda karakterin hikâyesi de anlatılıyor. Yönetmen diğer karakterlerin hikâyesini izleyicinin nazarına sunarken, ana hikâyeden kopmanın önüne o kadar ustalıklı bir şekilde geçiyor ki zihninizde hiçbir karmaşa oluşmuyor.

Oyunculuklar o kadar başarılı ki, yapmacık hiçbir mimik kadraja yansımamış. Başta Julia Roberts olmak üzere oyuncular çok iyi iş çıkarmışlar. Öyle ki, çoğu yerde mimikler ve beden dili, anlatımdaki derinliği diyalog olmadan yakalamanızı sağlıyor.

Filmde Auggie rolünü canlandıran Jacob Tremblay’a ayrı bir pencere açmak gerek. Çünkü canlandırdığı karakter, duygularıyla, iç geçirişleriyle, gelgitleriyle, ruh dünyasında yaşadığı fırtınalarla, kişiliğiyle, zekâsıyla, sempatikliğiyle ve etrafıyla kurduğu iletişim ağıyla çok zor bir karakter. Hele hele karakterin 10’lu yaşlarda bir çocuk olması, durumu daha da zorlaştırıyor. Ama Jacob Tremblay, rolünün hakkını fazlasıyla veriyor. O nedenle filmde mükemmel oyunculuklar olmasına rağmen ben en fazla Jacob Tremblay’ın oyunculuğunu takdir ettim.  

Filmde göze çarpan bir diğer unsur da, olumsuzluklarla boğuşan karakterlere toplumun “öteki” diye gördüğü kişiliklerin yardım etmesi. Via ve Auggie, tükenmişlik hissine iyice kapıldığında onlara Siyahi olan iki karakter yardım ediyor. Bu detay hiç şüphesiz önemli bir ayrıntı. Toplumca “öteki” diye tanımlanan ve çevreye itilen insanların aslında en az merkezdekiler kadar insanî ve vicdanî duygulara sahip olduğunu, onlardan hiçbir farkları olmadığını, hattâ zaman zaman duyarlılıklarının daha da derin olduğunu bu detay bize çok derinden hissettiriyor. Bu yönüyle de film, bir nevi sınıf eleştirisi üzerinde duruyor. Fakat bunu, izleyicinin nefret duygularını harekete geçirmeden yapıyor.

Filmde hiç olmamış bir yan yok mu derseniz? Elbette var. Hikâyenin ana kahramanı olan Auggie, sahip olduğu tüm özellikleri çalışmasına ve kişiliğine borçlu olduğu hâlde filmin bazı noktalarında Auggie’nin bu özelliklerini sanki kusurunu kapatmak için edindiği hissine kapılıyorsunuz.

Bence empatiye en fazla ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde ailece izlenmesi gereken bir film…

Şimdiden iyi seyirler…