Bir çaresizliğin ifadesi... WINEP Raporu: “Erdoğan zulüm dağıtmaya devam ediyor”

Amerikalı İsrail lobisinin resmî organı ve Pentagon üzerinde etkili olan düşünce kuruluşu “Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü”nün geçtiğimiz günlerde resmî sitesinde “etkili” ve “yetkili” kurum ve kuruluşların “istifadesi”ne sunduğu “Türk Demokrasisine Bakış: 2023 ve Ötesi” başlıklı rapor, Türk siyâseti genelinde Türk Demokrasisi’ne ve 18 yıldır Türk seçmeninin oylarıyla iktidarlığını sürdüren Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a -affedersiniz- kin kusmuğu hâlindeki bir rapordur.

HATIRLARSINIZ, bir süre önce ABD Savunma Bakanlığı için hazırladığı raporlarla adını duyuran düşünce kuruluşu Rand Corporation, Türkiye’yle ilgili geniş, ilginç ve takip edilmesi ve üzerinde durulması gereken “şüphe”ler doğuran bir rapor yayınlamıştı. Bu raporla ilgili birçok farklı değerlendirmeler kaleme alınmış, satır aralarına serpiştirilen “mesaj”ların tek tek tahlili yapılmıştı.

Bugünlerde ikinci -ve çarpıcı- bir rapor daha yayınlandı. Ancak bu raporu yayınlayan, bu defa “The Washington Institute for Near East Policy”, yani “Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü” oldu.

Bana göre diğer rapordan çok daha dikkate alınması gereken “Türk Demokrasisine Bakış: 2023 ve Ötesi” başlıklı bu rapora geçmeden önce bu enstitüyü biraz tanımamız gerek.


Misyonları “basit ama güçlü”ymüş!

Kendilerini “Bugün sadece Orta Doğu eğitimine adanmış en büyük araştırma enstitüsüyüz” diye tanımlayan ABD’deki İsrail lobisinin resmî yayın organı “Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü”, Orta Doğu’daki ABD çıkarlarını gözetmeye kararlı küçük bir vizyoner Amerikalı grup tarafından, Los Angeles sivil lideri Barbi Weinberg ve halefi New York ve Palm Beach’ten bir “hayırsever” olan Michael Stein liderliğinde 1985 yılında kurulmuş.

Enstitü’nün “misyon”u, “Basit ama güçlü… Fikirlerin gücünü ve disiplinini, ABD Yakın Doğu politikasının oluşturması”…

Enstitü’nün resmi internet sitesinde kendilerine ait bilgiler şöyle aktarılıyor:

Kurucular, bölgedeki Amerikan çıkarlarının bir avuç temel fikirden kaynaklandığını anlamışlar: Güvenlik, barış, refah, demokrasi ve istikrar… Ancak bu çıkarların en iyi şekilde sorgulama, tartışma ve araştırmaya dayanan politikalar yoluyla ilerletilebileceğini de kabul etmişler. En önemlisi, kurucular, dışarıdaki gözlemcilerin Orta Doğu’nun olmasını istediklerine dair romantik kavramları reddedecek ve bunun yerine bölgenin gerçekte ne olduğuyla ilgili-ilgisiz değerlendirmeleri kucaklayacak bir kurum tasarlamışlar.

11 Eylül 2001’deki terör saldırılarının ardından Enstitü, ABD hükûmetine “İslâmcı aşırıcılığı”, terörizmi ve kitle imha silahlarının, özellikle nükleer silahların çoğalmasını anlama ve bunlara karşı koymada yardımcı olacak araştırma alanları eklemişler.

Daha huzurlu, güvenli ve müreffeh bir Orta Doğu’nun ortaya çıkmasına bağlılarmış!

“On yıl sonra, sözde Arap Baharı’nın patlaması ve Sünni-Şii çatışmasının bölge çapında alevlenmesi, bölgenin istikrarını zayıflatan ve yüzyıllık siyâsî sınırlarını silmekle tehdit eden bir olaylar zinciri başlattı. Enstitü bir kez daha, Selefilik, çevrimiçi teröristlerin işe alınması ve Rusya’nın bölgesel bir etki olarak yeniden ortaya çıkması gibi yeni konularda en son analizi sağlayarak cevap verdi.”

“30 yıldan fazla bir süre sonra, yalnızca ABD vatandaşları tarafından finanse edilmeye devam ediyoruz. Daha huzurlu, güvenli ve müreffeh bir Orta Doğu’nun ortaya çıkmasına bağlıyız. Fikirlerin gücü ve onları sağlam, uygulanabilir politikalara dönüştürebilen adanmış bireylerin yetenekleri ile canlandırılan Amerikan liderliği, bizi bu gerçeğe yakınlaştıracaktır.”

Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü, çalışma bölgeleri olarak Mısır, İran, Irak, İsrail, Ürdün, Lübnan, Kuzey Afrika, Filistin, Azerbaycan, Afganistan, Pakistan, Umman, Yemen, Suriye ve Türkiye’yi seçmiş.

Araştırma sahalarını ise Arap ve İslâmî politikalar, Arap-İsrail ilişkileri, demokrasi ve reform politikaları, enerji, yeraltı kaynakları ve ekonomi politikaları, asker ve güvenlik politikaları, terörizm, barış çözümlemeleri ve çoğalma ve dünya nüfusu olarak tespit etmiş.

Enstitü’nün “Danışmanlar Kurulu”, dünya kamuoyu tarafından da çok iyi tanınan oldukça ilginç isimlerden oluşmuş: Condoleezza Rice, Henry A. Kissinger, John R. Allen (ABD Ordusu ISAF Generali), Birch Evans Bayh III (ABD Senato Yüksek Delegesi), Howard Berman (ABD Kongre üyesi), Eliot Cohen (Johns Hopkins Üniversitesi Öğretim Üyesi), Joseph Lieberman (ABD Senatorü), Edward Luttwak (Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi), Michael Mandelbaum (Johns Hopkins School Araştırma Yöneticisi), Robert McFarlane Former National Security Advisor, Martin Peretz, Richard Perle, James G. Roche, George P. Shultz, James G. Stavridis, R. James Woolsey ve Mortimer Zuckerman…
Samuel W. Lewis, Max M. Kampelman, Warren Christopher, Lawrence S. Eagleburger, Alexander Haig ve Jeane Kirkpatrick ise “Onur Kurulu” üyeleri…
Enstitü Başkanı, Shelly Kassen. İcra Müdürü, James Schreiber. Uygulayıcı Direktör, Robert Satloff ve Michael Singh. Araştırma Direktörü, Patrick Clawson. Ve Türkiye Uzmanı ise, Soner Çağaptay

Soner Çağaptay kimdir?

Türkiye’nin ve dünyanın önde gelen prestijli üniversitelerinde Orta Doğu, Akdeniz ve Doğu Avrupa üzerine dersler vermiş. Yale’de 2003’ün ilkbaharında verdiği modern Türk tarihi konulu ders, üniversite tarafından bu konu üzerinde 1970’li yıllardan beri verilen ilk ders olma özelliğini taşıyormuş.

Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü “Beyer Ailesi Kürsüsü”nde Kıdemli Uzman ve Türkiye Araştırmaları Programı’nın direktörü olarak görev alıyormuş. Türkiye-ABD ilişkileri, Türk iç politikası ve Türk milliyetçiliği konularında kapsamlı çalışmalar yapmış, yazıları akademik dergilerde ve gazetelerde yayınlanmış. Bunların arasında Wall Street Journal, Washington Post, New York Times, Foreign Affairs ve The Atlantic gibi uluslararası basının önde gelen yayın organları bulunuyormuş. Bir süre boyunca Türkiye’nin en eski ve nüfuzlu İngilizce gazetesi olan Hürriyet Daily News’de düzenli köşe yazıları yazmış ve CNN’in Global Kent Meydanı (Global Public Square) adlı bloguna katkı sağlamış. Ayrıca CNN, NPR, Amerika’nın Sesi ve BBC kanallarının programlarında düzenli olarak konuk ediliyormuş.

Tarih eğitimi alan Dr. Çağaptay, doktora tezini, 2003 yılında Yale Üniversitesi’nde Türk milliyetçiliği üzerine hazırlamış. Dr. Çağaptay Yale, Princeton, Georgetown ve Smith üniversitelerinde Orta Doğu, Akdeniz ve Doğu Avrupa üzerine dersler vermiş. 2006’dan 2007’ye kadar Princeton Üniversitesi’nin Ortadoğu Çalışmaları Bölümü’nde Ahmet Ertegün Kürsüsü Profesörü olarak görev almış.  

Dr. Çağaptay birçok unvan, burs ve kürsü başkanlığına layık görülmüş. Bunların arasında Smith‐Richardson, Mellon, Rice ve Leylan bursları ve Princeton’da Ertegün Kürsüsü yer alıyormuş. Ayrıca ABD Dışişleri Bakanlığı Hariciye Enstitüsü’nün İleri Derece Türkiye Araştırmaları Enstitüsü’ne başkanlık etmiş. 2012 yılında Amerikan Türk Cemiyeti tarafından Genç Cemiyet Lideri seçilmiş.

Dr. Çağaptay’ın kaleme aldığı kitaplar ise şunlar:

Islam, Secularism and Nationalism in Modern Turkey: Who is a Turk (2006) (Modern Türkiye’de İslâm, Sekülerizm ve Milliyetçilik: Bir Türk Kimdir?)

The Rise of Turkey: 21st Century’s First Muslim Power (2014)

(Türkiye’nin Yükselişi: 21’inci Yüzyılın İlk Müslüman Gücü)

The New Sultan: Erdogan and the Crisis of Modern Turkey (2017) (Yeni Sultan: Erdoğan ve Modern Türkiye’nin Krizleri)

***

Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nün “Türk Demokrasisine Bakış: 2023 ve Ötesi” başlıklı raporunu sizlerle paylaşmadan önce yukarıdaki genel bilgileri vermemin amacı, hazırlanan raporun önemini ortaya koymak ve siz okuyucularıma raporu beraberce tahlil ederken bu hususu unutmamanızı sağlamak içindi.

Sizler için özel olarak Türkçe’ye çevirdiğimiz rapor (Ajanda Yazarlar Grubu’ndan Sevgili Oğuz Şahin’e titiz çevirisi için teşekkür ederim), kısa bir “Önsöz”le başlıyor… Önce raporu okuyalım…

***

Önsöz

Türkiye’de ülkenin siyâseti, şu anki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakan olduğu 2003 yılından bu yana defalarca yeniden yapılandırılmıştır.

Erdoğan’ın iyimser muhaliflerinden bazıları, geçmişte, zamanından önce yapılan erken seçimlerin kendisini daha da erken siyâsetten çıkaracağını düşünmüşlerdi. Ancak pek çok iyimser AK Partili ve kötümser muhalifler, Erdoğan’ın en az on yıl daha iktidarda kalacağına ve belki de iktidarı bundan sonra kendi seçtiği bir halefe devredeceğine inanıyor.

Bu makale, Erdoğan’ın partisini ve Türkiye’deki siyâsî kişileri bir bütün olarak inceleyerek, gelecekte Türk siyâsetinin dinamiklerine etki edecek siyâsî eğilimleri ve kişilikleri ortaya koyuyor.


Erdoğan’ın yükselişi ve AKP’nin yeniden yapılandırılması

II. Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra, Türkiye, demokratik ve antidemokratik siyâsî geçişlerin eşsiz bir karışımını yaşadı. 1950'den itibaren bu geçişler esnasında hükûmet sistemi tarihî olarak karakterize edildi. Düzenli ve rekabetçi seçimler ise bir dizi darbe, parti kapatma ve Türk halkının demokratik haklarına getirilen çeşitli kısıtlamalar ile yapıldı. Erdoğan'ın başarısı, hem ülkenin sivil seçim politikası geleneğini nasıl yönettiği hem de devlete hâkim olması için sivil-asker ilişkilerini nasıl yeniden şekillendirdiği açılarından irdelenmelidir.

Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) sahneye çıkmadan önce Türk siyâsetine damgasını vuran olay, 1996 yılında koalisyon hükûmetinin bir parçası olarak Necmettin Erbakan başkanlığındaki İslâmcı bir partinin iktidara gelmesidir. Erbakan’ın partisi, hem ordu hem de siyâsî düzen tarafından organize edilen ana sağ ve sol partiler, küçük Kürt ve İslâmcı partiler ile rekabet etmiştir. Kısa bir sürede askerin ve laik sivil toplumun ağır baskısı altında ezilen Erbakan'ın partisi, “Yumuşak Darbe-28 Şubat MGK Toplantısı” sonrasında hükûmeti bırakması ve akabinde yasaklanmasıyla kapandı. Erbakan’ın partisinin kapatılması, AKP'nin yükselişine zemin hazırlamıştır.

AKP; Erbakan'ın partisinin reenkarnasyonu olarak Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ın kuruculuğunda 2001 yılında kurulmuştur. AK Parti kurucuları, partilerinin, Avrupa'nın Hıristiyan Demokratlarının modelini izleyeceklerini ve İslâmcı bir gündemden ziyade, laikliği daha az kısıtlayıcı bir siyâseti uygulayacaklarını vurguladılar. AKP ilk yıllarında, demokratik bir reform için bir merkez olabileceğini ümit eden asker karşıtı liberaller, geleneksel merkez-sağ seçmenler, İslâmcılar ve Avrupa Birliği yanlısı kitleleri aynı koalisyon içerisinde, partisinde birleştirdi. Yine de AKP’nin yükselişi; solcu ve laik olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile TSK içinde, partinin dinî yöneliminin ülkede laikliği tamamen ortadan kaldıracağı endişesini yarattı.

2007 yılında askerî ve laik muhalefet, AKP'nin hâkim olduğu parlamentonun Abdullah Gül'ü cumhurbaşkanı olarak seçmesini engellemeye çalıştı. Ancak AKP’nin daha belirleyici bir parlamento çoğunluğuna sahip olması, bu girişimin geri tepmesini sağladı. Ardından Gül’ün Cumhurbaşkanı, Erdoğan’ın ise hem başbakan hem de parti lideri olması AKP için siyâseti daha da avantajlı duruma getirip, bir dizi değişiklik için kullanmaları fırsatını ortaya koydu. İlk olarak anayasada değişiklik yaparak, bir sonraki başkanın meclis yerine doğrudan halk tarafından seçilmesini sağladılar. İkincisi, AKP’nin yargıdaki müttefikleri olan sürgündeki din adamı Fethullah Gülen taraftarlarını kullanarak, darbe planladıkları bahanesiyle Türk ordusunun liderliğini hapse atmak için manipüle edilmiş ve üretilmiş kanıtlar kullandılar.

Otoriter davranışları nedeniyle endişe yaratan Erdoğan, önce 2010 referandumu ile ülke yargısı üzerindeki, ardından 2011 parlamento seçimleri için kendisine sadık adaylardan oluşan bir liste seçerek AKP üzerindeki kontrolünü pekiştirdi. Ama Erdoğan'ın iktidarını kişiselleştirmesi, artan direnişle karşılaşmasına sebep oldu. 2013 yazında, Erdoğan karşıtı Türk aydınları ve uluslararası medya arasındaki destekçileri olan demokrasi yanlısı Gezi Parkı protestocuları Taksim’de coşkuyla yürüdüler. Ordunun bir dizi yargılama ile etkisiz hâle getirilmesinden sonra, Erdoğan ile Gülen hareketi ittifakı arasında çatlaklar ortaya çıktı. Aralık 2013'te Gülen'e bağlı savcılar, hızla bastırılan yolsuzluk soruşturmalarında Erdoğan'ın ailesi ve kabinesinin bakanlarını hedef aldı.

Erdoğan, gittikçe iktidarda kalma mücadelesini; kendisi, ailesi ve ülke için görmeye başladı. 2014 yılında rahat bir marjinallikle halk tarafından ilk seçilen Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan, daha önce sahip olduğu devlet gücünü artırmayı planladı. Ertesi yaz, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile yeniden başlayan savaşın ortasında sadece milliyetçi desteği toplayarak parlamento seçimlerinde ummadığı bir aksilik yaşadı. Daha dramatik olan ise Erdoğan’ın 2016 yazındaki başarısız bir darbe girişimini; korkuyla boğulmuş bir ortamda demokratik olmayan önlemleri daha kolay bir şekilde uygulamasına ve muhalif gazeteciler ile politikacıları tutuklamak için kullandı.

İlk olarak, 2017 referandumu ile gelecek seçimler için gücünü artırdı. İkincisi, 2018'deki seçimlerle bu yetkileri 2023'e kadar korudu. İç muhalefet, Türkiye'nin PKK ile savaşının Suriye içine yayılması ve Batı ile ilişkilerin kötüleşmesi nedeniyle Erdoğan’a karşı güçlendi. Güçlenen muhalefete karşı Erdoğan, yeni ittifak girişimleri kurmak maksadıyla ordu ve aşırı sağcı Milliyetçi Hareket Partisi ile bağlarını derinleştirdi.

Erdoğan’ın ittifaklarına rağmen Türkiye'nin Mart 2019'daki yerel seçimleri, Erdoğan'ın gücünün hiçbir şekilde sınırsız olmadığını ortaya koydu. Muhalefet adayları başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok büyük şehirde zafer kazandı. Erdoğan daha sonra İstanbul seçimlerini sahte gerekçelerle tekrarladı. Seçimlerin tekrarı, popülaritesi artan CHP adayı Ekrem İmamoğlu’nun belediye başkanlığı pozisyonunu güvence altına aldı. Bu durum, birçok kişinin Ekrem İmamoğlu’nun bir sonraki cumhurbaşkanı seçimlerinde ülkenin yeni başkanı olup olamayacağı merakını uyandırdı.  


Erdoğan’ın dünyasında kim kimdir?

Erdoğan, Cumhurbaşkanı olarak iktidarı pekiştirirken ve yönetimini kişiselleştirirken hem yeni hem de eski, resmî ve gayri resmî müttefiklere güvendi. Bu ittifak ağını anlamak, Erdoğan'ın iktidarını nasıl koruduğunu ve sonunda görevden ayrıldığında onun yerini kimin alabileceğini öngörmek için çok önemlidir.

Erdoğan’ın ailesi

Erdoğan, ülkeyi yönetirken, düzenli olarak ailesinin üyelerine yöneldi, onlara benzersiz imtiyazlar verdi ve aynı zamanda aile üyelerinin yeteneklerinin sınırlarıyla da yüzleşti.

Berat ve Esra Albayrak: 2004 yılında Erdoğan'ın kızı Esra ile evlendikten sonra Berat Albayrak, Erdoğan'ın güç ağında hızla önemli bir figür olarak ortaya çıktı. 2007-2013 yılları arasında Çalık Holding şirketinin CEO'su olan Berat, Erdoğan'ın medya imparatorluğunun sağlamlaştırılmasına ve Çalık’a ait Sabah gazetesini merkez hâline getirmesine yardımcı oldu. Berat, üç yıl Enerji Bakanı olarak görev yaptıktan sonra, 2018 yılında Maliye ve Hazine Bakanı oldu. Böylece çalkantılı bir dönemde Türk ekonomisinin yönetiminde merkezî bir rol aldı. Birçok analist, bir zamanlar Erdoğan'ın halefi olacağını iddia etse de bakan olarak gösterdiği performansı ve Esra ile evliliği hakkındaki söylentilerle birleştiğinde bu iddiayı şüpheli hâle getirdi.

Serhat Albayrak: Berat, Çalık Holding’in CEO’su olarak hizmet ederken, kardeşi Serhat, Çalık Grubu’nun sahip olduğu Sabah gazetesini ve televizyon kanalı ATV’nin de içinde yer aldığı Turkuaz Medya Grubu’nu yönetmekten sorumluydu. Bu güç Serhat'a, Erdoğan'ın medya stratejisini uygulamada merkezî bir rol verdi. Serhat, hükümetin hem halka lanse edilmesini hem de kırmızı çizgilerinin güçlendirmesini sağladı.

Bilal Erdoğan: Erdoğan'ın oğlu olmasına rağmen Bilal, Berat’ın gölgesinde potansiyel bir halef olarak kaldı. Bilal, Johns Hopkins Üniversitesi İleri Uluslararası Çalışmalar Okulu'nda doktora adayı ve okçuluk meraklısıdır. Bilal, ulusal eğitim yardım kuruluşu TURGEV'in Yönetim Kurulu Üyesi ve diğer Erdoğan ailesi üyeleriyle birlikte denizcilik şirketi BMZ Grup'un ortak sahibidir. İronik bir şekilde Bilal’in BMZ'deki rolü, Türkiye'nin DEAŞ ve İsrail ile petrol ticaretini kolaylaştırdığı için saldırıya uğramasına neden oldu.

Selçuk ve Sümeyye Bayraktar: Selçuk, Erdoğan'ın kızı Sümeyye ile evlidir. Damat olma itici gücünü, Türkiye'nin yeni ve bağımsız bir dış ve askerî politikaya sahip olması maksadıyla sahibi olduğu havacılık şirketini sembol hâline getirdi. Yerli olarak ürettiği Bayraktar İHA’ları; Irak, Suriye ve Libya'daki Türk askerî operasyonlarında kullanılmasıyla hükûmet medyasında yer alarak dikkat çekti. Sümeyye de babası için bir danışman, sırdaş olarak benzersiz ve büyük ölçüde perde arkasında önemli bir rol oynadı.

Ziya İlgen: İlgen, Erdoğan'ın kayınbiraderidir. Bilal ve Erdoğan'ın kardeşi Mustafa'nın yanında birkaç aile şirketinde hissedar ve yönetim kurulu üyesi olarak hizmet veren İlgen, büyük ölçüde kamusal alanın dışında kaldı. Erdoğan'ın 15 Temmuz darbe girişimini ilk bildiren kişinin kayınbiraderi olduğunu iddia etmesiyle İlgen, ulusal açıdan ilgi gördü.              

Kabine üyeleri

Cumhurbaşkanı Danışmanı olan bazı kabine üyeleri, Erdoğan'ın hükûmetinde resmî roller oynamaktadır.

Fuat Oktay: Erdoğan’ın Başkan Yardımcısı olarak görevini yapan Oktay, Wayne State Üniversitesi'nden işletme ve mühendislik derecelerine sahiptir. Oktay, herhangi bir nedenden dolayı Erdoğan'ın pozisyonun boşa çıkması hâlinde, derhal ilk kırk beş gün Başkanlık yapacaktır. Oktay, daha önce Türkiye Afet ve Acil Durum (AFAD) kurumunu yürütmek de dâhil olmak üzere bir dizi bürokratik görevde bulunmuştur.

Süleyman Soylu: Merkez sağ bir soyağacı olan Soylu, 2012'de sonradan AKP'ye katılmasından ve 2016'da İçişleri Bakanı olmasından bu yana, devletin ve Erdoğan hükûmetinin agresif bir savunucusu olarak ün kazandı. Diğer görevleri arasında Kürt siyâsetçilerin tutuklanması ve İstanbul’un belediye başkanlığı seçimlerinin yeniden yapılması gibi sert politikaların savunulmasında en önde yer almak vardır.

Mevlüt Çavuşoğlu: Dışişleri Bakanlığı görevinde bulunan Çavuşoğlu, Erdoğan'ın diplomatik gündemini sadakatle yerine getirerek, onun dış politika vizyonuna sadık olduğunu kanıtladı. Çavuşoğlu liderliğindeki Dışişleri Bakanlığı, Erdoğan'ın sarayında yapılan kişiselleştirilmiş dış politikalar yüzünden kurumsal olarak büyük bir güç kaybına uğradı.

Abdülhamit Gül: 2017 yılından bu yana Türkiye’nin Adalet Bakanı olan Gül -Abdullah Gül’le ilgisi yok- Türkiye’nin yargısını, Cumhurbaşkanı’nın iradesini uygulayacak bir araca dönüştürmekle görevlidir. Bu görevini ironik bir şekilde, MHP bağlantılı milliyetçilerle yapması, bazı geleneksel Erdoğan sadıklarının eleştirisine sebep olmuştur.

Ali Erbaş: Türkiye Diyanet İşleri Başkanı olan Erbaş, ülkenin dinî hayatını şekillendirmede ve dini Türkiye'nin yumuşak gücü olarak yurtdışında konuşlandırmasında merkezî bir rol oynamaktadır. Erbaş’ın yetkileri; ülkenin imamlarını işe almaktan, Cuma vaazlarının içeriğini belirlemekten, Avrupa ve Afrika’da Türk destekli camilerin inşâsı için düzenlemelere kadar her şeyi kontrol etmesini sağlamaktadır. 

Saray danışmanları

Giderek daha şeffaf olmayan ve kişiselleştirilmiş bir başkanlık yönetimi sistemine geçiş, Erdoğan'ın başkanlık sarayında çalışan ve onunla kişisel yakınlaşmanın tadını çıkaran danışmanlarını yükseltmiştir.

İbrahim Kalın: Erdoğan'ın sözcüsü olan Kalın, aynı zamanda Cumhurbaşkanı’nın yabancı analistler arasında en tanınmış danışmanı da olabilir. Georgetown Üniversitesi ile süregelen bir bağlılığı vardır. Kalın, Türk dış politika düşüncesini Batılı izleyicilere sunma konusunda önemli bir deneyime haiz akademik bir geçmişe sahiptir.

Fahrettin Altun: Erdoğan'ın iletişim direktörü olmadan önce Altun, kariyerine hükûmet yanlısı düşünce kuruluşu SETA (Siyâsî, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı) ile başladı. Altun’un şu anki rolleri; Türkiye’nin yurtdışındaki imajını yönetmek, uluslararası basında Erdoğan karşıtlığının artması üzerine Erdoğan ve Türkiye'nin dış politikası için olumlu basın yayınlarının yapılmasını sağlamaktır.

Mustafa Varank: Varank, Sanayi ve Teknoloji Bakanı olmasının yanı sıra, AKP'nin sosyal medya ekibinin başlattığı “AK Troller” olarak bilinen, AKP yanlısı Twitter kullanıcılarından oluşan bir ordunun yönetimindeki kilit bir isimdir.

Gülnur Aybet: Erdoğan'ın danışman ekibine yeni giren Aybet, 2016 yılında Ahmet Davutoğlu'nun Dışişleri Bakanlığı’ndan ayrılmasından bu yana Türk dış politikasına bilimsel bir dönüş yapması için çalışmıştır.

İlnur Çevik: Süleyman Soylu'nun eski bir danışmanı olan Çevik, daha geleneksel bir merkez sağ savunucusudur. Çevik, Suriye'deki Kürt Milliyetçi Halk Savunma (YPG) Birliklerinden, 2018’de gazetecisi Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesine kadar bir dizi konuda, çabucak reddedilen bir uzlaşma avukatı görünümü vermiştir.

Yiğit Bulut: Bir gazeteci olarak kariyerine başlayan Bulut, alışılmadık ekonomik teorileri ve özellikle hayâli komploları benimsemiştir. Erdoğan'ın bu görüşleri paylaşması, geniş alana yayılmış spekülasyonlara yol açmıştır.

Milletvekili ve diğer hükümet figürleri

Kabine dışında olup hâlen veya eski siyâsî rolleri olan çeşitli figürler, bazen resmî konumlarının ötesine uzanan etkileri olmaktadır.

Devlet Bahçeli: MHP'nin uzun süredir başında olan Bahçeli, MHP’yi muhalefet partisinden Erdoğan hükûmetinin önemli bir destekçisine dönüştürmede etkili oldu. Bu değişiklik, Erdoğan'ın Kürt ayrılıkçılığına karşı mücadelede askerî ve baskıcı bir yaklaşıma dönmesine ve MHP üyelerine yeniden hükûmet bürokrasisinde önemli roller vermesi ile aynı zamana denk gelmiştir. Erdoğan ile Bahçeli arasındaki bazı gerilimler, Bahçeli’nin ilişkideki rolünün politikayı etkilemek için anlamlı bir kaldıraç olup olmadığı konusunda spekülasyonlara yol açmıştır.

Bülent Arınç: Erdoğan ve Abdullah Gül ile birlikte AKP'nin kurucu ortağı olan Arınç, partinin ilk iktidar döneminde Parlamento Başkanı olarak görev yaptı. 2013 yılından bu yana Arınç, Erdoğan'ın politikalarını eleştirme istekliliği dikkat çekti; ancak yine de partiden resmî olarak kopmak yerine parti içinde kalmayı seçti.

Binali Yıldırım: 1990'lı yıllarda, Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı’yken, feribot seferlerini işletti. Erdoğan'ın 2003'te Başbakanlık görevine başlamasından sonra Ulaştırma Bakanlığı’na yükselen Yıldırım, 2016 yılında Davutoğlu'nun yerine Başbakanlık koltuğuna oturdu. Ana görevi, Erdoğan'ın başkanlık sistemine tam destek sağlayarak, Başbakanlık mâkâmını tamamen ortadan kaldırmak oldu. Bunu başardıktan sonra Yıldırım, 2019 yılında İstanbul'a (başarısız) AKP belediye başkan adayı yapıldı.

Murat Uysal: 2019 Temmuz ayında Erdoğan tarafından kendisine verilen “talimatlara uymayı” reddeden selefinden görevi alındıktan sonra, Uysal, Türkiye Merkez Bankası'nın Başkanı oldu. Akabinde Uysal, Erdoğan'ın enflasyonla mücadeleye yardımcı olacağına dair inancını desteklemeye uygun olarak faiz oranlarını düşürdü. 


Asker ve İstihbarat

2016 darbe girişiminden sonra Erdoğan, kendisine tam sadakatini sağlamak için orduyu tasfiye etmek ve yeniden yapılandırmak için çalıştı ve aynı zamanda Suriye'ye girerek artan hırslı askerî operasyonlar yürüttü.

Hulusi Akar: Akar, Genelkurmay Başkanlığı görevini yürütürken, 15 Temmuz gecesi darbeciler tarafından rehin alındı. Akar, darbecilerin darbeye katılması taleplerini reddederek Erdoğan'ın güvenini kazandı. Bu durum, 2018'de Savunma Bakanı olarak yükselmesini sağladı. PKK ve PKK’nın Suriye'deki uzantılarına karşı devam eden savaşın ortasında, çoğu zaman kamuflaj sporu yapan Akar, darbe sonrası ordunun yüzü hâline geldi. Akar, hâlihazırda Türkiye'nin NATO ortaklarıyla gergin ilişkilerini yönetmektedir.

Hakan Fidan: Akar gibi İstihbarat Başkanı Fidan da darbe girişiminden sonra Erdoğan'ın güvenini korudu. Fidan, Türkiye'nin giderek artan güvenlik merkezli dış politikasında çok daha az göze çarpan bir rol oynamaya devam etti. Daha önceki bir dönemde PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşmeler yapan Fidan, Millî İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT), Suriye ve Irak'taki savaşta önemli bir aktöre dönüştürülmesini sağladı.

Yaşar Güler: Temmuz 2018'de Güler, Genelkurmay Başkanı olarak Akar'ın yerini aldı ve görevlerini sessiz sadakatle yerine getirerek, Akar ve Erdoğan ile yakın kişisel bağlarını sürdürdü.

Cihat Yaycı: Tümamiral olan Yaycı, iki benzersiz proje için hem Erdoğan hem de Kemalist çevrelerden övgüler aldı. İlki, 2017 yılında, “FETÖMETRE” adında Donanmada varsayılan Gülencileri ortaya çıkarmak için çeşitli kişisel ve profesyonel verileri kullanan bir algoritma icat etti. İkincisi, Erdoğan'ın yakın zamanda uyguladığı bir strateji olan Doğu Akdeniz'de Yunanistan'ın Özel Ekonomik Bölgesi’ne meydan okumak maksadıyla Libya ile bir deniz anlaşması imzalama fikrini ortaya koydu.

Adnan Tanrıverdi: Emekli bir general olan Tanrıverdi, 2016'dan bu yana Erdoğan'ın kabinesinde baş askerî danışman olarak görev yaptı. Tanrıverdi, Mehdi'nin yakın dönüşü hakkında tartışmalı yorumlarını yapmasının ardından 2020'nin başlarında istifa etti. Tanrıverdi, AKP’nin siyâsî muhalifleri tarafından Suriye'de Türk savaşçıları ve Erdoğan'ın AKP yanlısı milisleri eğitmekle suçlanan savunma şirketi SADAT'ın kurucusudur.

Ticaret ortakları

Erdoğan'ın sadık bir iş topluluğu oluşturmadaki başarısı, iktidarını sağlamlaştırması için çok önemli olmuştur. Erdoğan’a yakın Türkiye'nin en önde gelen holding gruplarının birçoğu, aynı anda televizyon, ulaşım ve inşaat gibi çeşitli sektörlerde aktiftir. Onların aktif olması finansal, politik ve medya desteklerinden oluşan entegre bir ağ oluşturulması için çok önemlidir.

Yıldırım Demirören (Demirören Grubu): Demirören Grubu, Erdoğan'ın Türk medyası üzerinde kontrolünün kurulmasında merkezî bir rol oynamıştır. Demirören, 2011 yılında ilk yaygın medya içerisinde yer alan “Vatan” ve “Milliyet” gazetelerini aldıktan sonra, 2018'de “Hürriyet” ve haber kanalı “CNN Türk”ü satın alarak ülkenin yaygın medya ve saygın bağımsız haber kuruluşlarından ikisinin hükûmet hattına girmesini sağlamıştır. 2019'un başlarında Demirören’in kızı, Erdoğan ile eşinin tanık olarak katılmasıyla Kalyon Grubu'nun kurucusunun oğlu (daha sonra ele alınacak) ile evlendi.

Doğan Grubu: Aydın Doğan tarafından kurulan ve şimdi kızı Arzuhan Doğan Yalçındağ tarafından yönetilen Doğan Grubu’nun hükûmete yaklaşması, Erdoğan'ın, Türkiye'nin bir zamanlar karşı çıkan laik iş dünyasını evcilleştirmedeki başarısını gösteriyor. Doğan'ın gazetelerinin başlangıçta Erdoğan'ı yoğun bir şekilde eleştirmesi üzerine, 2009'da kesilen 2,5 milyar dolarlık bir vergi cezası, editörlük konumlarını tekrar konumlandırmasına yardımcı oldu. Doğan Grubu, Trump Towers İstanbul projesindeki ortağıyken, Mehmet Ali Yalçındağ (Aydın'ın damadı), düzenli olarak ailenin ve bazen Erdoğan'ın; Jared Kushner (Trump’ın damadı) dahil olmak üzere Trump yönetimine elçi olarak görev yaptı.

Erman Ilıcak (Rönesans Grubu): Rönesans Grubu otel, emlak, inşaat sektörlerinde ve özellikle Rusya ile Sovyet sonrası ülkelerde faaliyet göstermektedir. 2016 yılında Rus savaş uçağının kuzey Suriye’de vurulmasının ardından, Ilıcak'ın Türkiye-Rusya yakınlaşmasını koordine etmede kilit bir figür olduğuna dair teyit edilmeyen söylentiler vardır.

Kalyon Grubu: 2013 yılında Kalyon, “Turkuaz Medya Grubu”nu Çalık Holding'den satın alarak Erdoğan yanlısı medya alanında önemli bir oyuncu hâline geldi. Kalyon, İstanbul'un yeni havalimanının inşâsı, Beşiktaş Futbol Kulübü için yeni stadyum ve Taksim'de önerilen askerî kışlanın alışveriş merkezine dönmesi gibi yüksek profilli projelerle tanınıyor. Taksim Meydanı, Erdoğan'a karşı 2013 Gezi Parkı protestolarının başlatıldığı yerdir. İnşaat sektöründe Kalyon, hükûmet yanlısı olması nedeniyle güvenilir olduğu değerlendirilen ve kazananlar grubundaki Limak Holding, Cengiz Holding, Kolin ve MNG şirketleriyle havalimanı gibi projelerde iş birliği yaptı.

Hükûmet yanlısı medya ve sivil toplum örgütleri

Erdoğan, medyanın mali ve yasal kontrolünü güvence altına alırken, hükûmet yanlısı medyaya güvendi. Daha önce medyada tartışılmasına rağmen özellikle yabancı analistlerin dikkatini çektiği için konu ile ilgili birkaç kişi ve grubun anlatılması gerekmektedir.

Pelikan Grubu: Mayıs 2016'da “Pelikan” adlı bir grup, kendi bloglarında Başbakan Ahmet Davutoğlu'na siyâsî olarak saldırdı. Bu saldırıyı, hızlı bir şekilde Davutoğlu’nun görevden alınması takip etti. Davutoğlu’na saldırının arkasında olduğu varsayılan hükûmet yanlısı gazetecilerinden halkla ilişkiler firması Bosphorus Global'in Başkanı Süheyl Öğüt ve eşi Sabah gazetesi köşe yazarı Hilal Kaplan da dâhil olmak üzere birçok kişi ün kazandı. AKP'nin 2019 İstanbul seçimlerindeki yenilgisinin ardından, Pelikan Grubu üyeleri, geniş çaplı bir tekrar yapılanma çalışması başlattılar.

SETA: Siyâsî, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Vakfı olarak bilinen SETA, hükûmetin en önemli düşünce kuruluşlarından biri olarak hizmet vermektedir. İç ve dış politik meseleler üzerine araştırma yapan orta derecede bağımsız bir kuruluş olarak işe başladı, daha sonra halkla ilişkiler kapsamına daha yakın bir örgüt hâline geldi. SETA, hem Türkçe hem de İngilizce hükûmet politikalarını desteklemektedir.

İbrahim Karagül: Hükûmet yanlısı Yeni Şafak'ın Genel Yayın Yönetmeni olarak ön plana çıkan Karagül, yabancı ziyaretler sırasında Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı’na yakın köşe yazarı, muhabir ve düzenli bir konuk olarak yerini alıyor. Komplocu ve dramatik olarak yazılmış sütunları, Türkiye ve AKP'nin tarihî bir savaş yürüttüklerini, ülkenin yabancı ve yerli düşmanlar tarafından kuşatıldığı vizyonunu ortaya koymaktadır.

Abdülkadir Selvi: Demirören Grubu'nun Hürriyet gazetesini ele geçirmesinin ardından Selvi, Hürriyet’in sayfalarında saygın bir hükümet yanlısı sesinin olmasını sağlamak için Yeni Şafak'tan alındı. Selvi’nin sütunları, Cumhurbaşkanı’na yakın kaynaklardan gelen bir dizi düzenli sızıntı, deneme tahtası ve genellikle iyimser kehanetler sunmaktadır.


Türkiye’de muhalefet figürleri

Erdoğan'ın başlıca siyâsî muhalifleri arasında şunlar yer almaktadır:

Selahattin Demirtaş: Demirtaş, 2014'te cumhurbaşkanlığına aday olmuş ve daha sonra Halkların Demokrat Partisi'ni (HDP) 2015 yılında Türk parlamentosunun en büyük üçüncü partisi hâline getirmiştir. Demirtaş, Türkiye'deki önceki Kürt milliyetçi siyâsetçilerinden daha yaygın bir başarı elde etmiştir. 2016 sonbaharında Demirtaş, Eş Başkanı Figen Yüksekdağ ve bir dizi parlamenter ile birlikte terör suçlamalarından hapse atıldılar. Demirtaş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin serbest bırakılması çağrısına rağmen hâlâ hapistedir.

Ekrem İmamoğlu: Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) 2019'da İstanbul Belediye Başkanı adayı olarak İmamoğlu, göreceli belirsizlik statüsünden uluslararası üne yükselmiştir. Karadeniz kökenlerini ve dinî geçmişini, Kürt milliyetçi seçmenleriyle ittifak kurma yeteneği ile birleştirdiğinde, cazibesini geleneksel CHP politikacılarının ötesine taşıdı. İmamoğlu cüretli ve kendine güvenen bir tutum sergileyerek, ilk seçimlerden sonra Erdoğan’ın seçimleri kabul etmeyip yenilemesine rağmen kavgacı bir tutum sergilemedi. Bu da onun 2023 seçimlerinde Cumhurbaşkanı adayı olabileceği spekülasyonlarına sebep oldu.

Canan Kaftancıoğlu: CHP'nin İstanbul Başkanı olan Kaftancıoğlu, Gezi Parkı protestolarından doğan ünüyle bariz bir şekilde yükselen ve açık görüşlü yeni nesil muhalefet politikacılarını temsil ediyor. Seçimlerde sahtecilik söylentileri nedeniyle, İstanbul belediye seçiminin her iki turunda da oy sandıklarını kontrol kampanyasını başarıyla yönetti. Şimdi, 2012-2017 yılları arasında Erdoğan ve hükûmet karşıtı tweet göndermekle suçlanarak, dokuz yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Meral Akşener: Akşener, 2017 yılında Erdoğan'a karşı yeni bir merkez sağ/milliyetçi parti kurmak için Devlet Bahçeli ve MHP’den ayrıldı. Akşener’in İYİ Partisi, MHP’nin AKP ile ittifakına itiraz eden, Erdoğan karşıtı milliyetçilere ev sahipliği yapmaktadır. İYİ Parti kendisini MHP ile eşit olmakla tanımlamakla birlikte, muhalefet saflarında Türk siyâsetinde kilit bir oyuncu olarak yer almıştır. Akşener’in Erdoğan'la yüzleşmedeki cesareti birçok rakibinden övgü almıştır. Ancak arka planda 1996-1997 yıllarında İçişleri Bakanı olduğu sıradaki görüşleri, bazı Kürt ve liberal seçmenler arasında sürekli endişe yaratmaktadır.

Ahmet Davutoğlu: Erdoğan'ın dış politika gurusu ve daha sonra Dışişleri Bakanı olan Davutoğlu, özellikle Suriye iç savaşının başlamasından sonra Türkiye'nin bölgesel rolü hakkında geniş bir vizyon ortaya koydu. Davutoğlu 2014'ten 2016'ya Başbakan olarak hükûmetin medeni haklara yönelik artan baskısına ve Türkiye'nin PKK'ya karşı yoğun savaşına onay verdi, aynı siyâseti izledi. Buna rağmen kendi muhalefet partisini (Gelecek Parti) kurmasından sonra Erdoğan'ın otoriter rejiminin açık bir eleştirmeni oldu. Davutoğlu, AKP yönetiminin 2000'lerde yaptığı gibi nostaljik olanı seçerek milliyetçiliğe yöneldi.

Ali Babacan: Davutoğlu gibi Babacan da kendi siyâsî partisi olan “Demokrasi ve İlerleme Partisi”ni kurmak için ayrılan eski bir AKP üyesidir. Babacan, ülkenin ilerleme yıllarında Ekonomik İşler Bakanı ve AB üyeliği Baş Müzakerecisi olarak görev yaptı. Görevi sırasında yürüttüğü siyâset ile AKP’nin, Davutoğlu'ndakinden daha teknokratik ve daha az İslâmcı bir seçim bölgesine hitap etmesini sağladı. Babacan, 2000'li yıllarda Türkiye'nin dramatik ekonomik dönüşümünden sorumlu parlak çocuk olarak tanınmaktadır. Yine de resmî olmayan partneri Abdullah Gül'ün aynasını yansıtan bir tutum ile Erdoğan’ı eleştirmekte hep yumuşak başlı bir tavır takınmıştır.

Abdullah Gül: Bir AKP kurucusu ve eski Cumhurbaşkanı olan Gül, uzun zamandır Erdoğan'a meydan okuyabilecek güvenilir siyâsî ağırlıklarından biri olarak görülüyordu. Gül, kendisinden beklentilere rağmen ülkenin yönetimine yönelik örtülü ve düzenli eleştirilerinde eski müttefikini (Erdoğan’ı) doğrudan hedef almayarak, temkinli davrandı. Gül, şimdilerde Babacan’ın partisine desteğini sessizce ve örtülü olarak vermektedir.


Bağımsız medya

Erdoğan, hükûmet yanlısı kanalların ve gazetelerin ülkeye egemen olmasını ve ana muhalefet merkezlerinin kısırlaştırılmasını veya kapatılmasını sağlamış olsa da kendisine yönelik muhalefet genellikle internet tabanlı yayınlarda hayatta kalmaktadır.

Bunlar arasında, yasal zulme rağmen hükümeti eleştirmeye şiddetle devam eden laik milliyetçi “Sözcü” gazetesi, haber kanalları içerisinde yabancı sahibi olduğu için diğer birçok TV ağından daha bağımsız bir siyâsî çizgiyi koruyan “Fox TV” yayın yapmaktadır. Genellikle güçlü bir liberal eğriye sahip daha küçük Türk web siteleri ve gazeteleri arasında “Gazete Duvar, Diken, BirGün ve bağımsız T24 platformu” bulunmaktadır. Sansürsüz haberleri ve siyâsî tartışmalar sağlamak için Periscope Tv hizmetini kullanarak muhalif basılı kaynakları tamamlayan ve popüler bir çıkış yakalayan Ruşen Çakır’ın “Medyascope” gibi düşük bütçeli çevrimiçi özgür yayınların arasındadır. Artan sayıda uluslararası sponsorluk sağlayan Türkçe yayınlar, Türk meslektaşlarından çok daha fazla özgürlükle çalışmaya devam etmektedir. Bunlar arasında “BBC, Rusya’nın Sputnik, Alman hükûmetinin Deutsche Welle ve Suudi destekli Independent” bulunuyor. Bu kuruluşlar Türk hükûmeti hakkındaki eleştirilerini dile getirilebilseler de bazıları editoryal bağımsızlık eksikliğinden mustariptirler ve kendi ülkelerinin sözcülüğünü yaptıkları kanaatinin oluşması nedeniyle halk arasında güvenilirliklerini yitirmişlerdir.

Değişen siyâsî bir manzarada güçlendirilen talipli adaylar

Birçok analistin beklentisinin aksine, 2019 yılında uzun süredir devam eden siyâsî, ekonomik ve bölgesel eğilimlerin zirveye ulaşmadan yoğunlaştığı görüldü. Örneğin 2016'dan beri Türkiye ekonomisi, lira zayıfladıkça ve borçları arttıkça bir çöküşe yakınlaştığına dair birçok kehanete uğramıştır. Artan fiyatlar ve işsizlik, seçmen memnuniyetsizliğini körüklemesine rağmen, Erdoğan'ın desteği için gerçek bir krizin ne anlama geldiği kurgulanmaya devam edilmektedir. Türkiye ile ABD ve AB arasındaki ilişkiler, kırılma noktasına gelmeden sürekli kötüleşti. Rus S-400 füzelerinin satın alınmasındaki geriliminin ortasında Erdoğan, yaptırımları ortadan kaldırmak için Trump ile olan kişisel ilişkisini başarıyla kullandı. Ancak Erdoğan, 2018 yazında bir Amerikalı papazın serbest bırakılmasını güvence altına almak için Trump’ın nasıl yaptırımlar uygulayabileceğini öğrendiğinden beri, Beyaz Saray’ın bir tweet ile Türk lirasını baş aşağı yuvarlayabileceğini biliyor. 2019’dan itibaren, Erdoğan'a karşı muhalefetin ancak kendi partisi içinde olabileceğini ortaya koyan raporların açığa çıkmasından sonra, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu gibi AKP'nin eski üyeleri yeni partilerinin kurulmasını duyurdular. Erdoğan da yorgunluk ve hayâl kırıklığının varlığını kabul ederek, sadık partililerine sürekli olarak partinin yenilenmesini vaat etti. Siyâsî güç, devamlı olarak Erdoğan'ın iç çemberinde toplandıkça, çevresinde hizipler ve yanlış kişilikler olduğu hakkındaki söylentiler daha da büyüdü. Ancak mevcut muhaliflerin varlığının Erdoğan'ın yönetiminin bir zayıflığı mı yoksa gücünün önemli bir bileşeni mi olduğuna dair farklı görüşler ortaya çıktı. Tüm bunların yanı sıra, özellikle Bahçeli’nin sağlık sorunları yaşaması durumunda, Erdoğan’ın MHP ile ittifakının gelecekteki şekli hakkında spekülasyonlar devam etmektedir. MHP'nin desteği, Erdoğan'ın son cumhurbaşkanlığını kazanması için çok önemliyken, AKP üzerindeki etkisi AKP muhalifleri tarafından özellikle eleştirilmeye devam ediliyor. 

İdeolojik ve sosyal düzeyde milliyetçi duyguların her zamankinden daha güçlü olması ile beraber, algılanan dış tehditler, Erdoğan için tutarlı bir destek kaynağı olmuştur. Yine de Suriyeli mültecilere yönelik yoğun halk öfkesinin de gösterdiği gibi, milliyetçilik, her zaman hükûmetin lehine çalışmamaktadır. Erdoğan, yurtiçinde ve yurtdışında dindar Müslümanların savunucusu olma imajından yararlanmaya devam ediyor. Ancak bu görüntüye rağmen, kariyerine başladığı İslâmcı blok olan Saadet Partisi bile muhalefet tarafına geçti. Bu arada, yeni nesil Türk gençliğinin az dindar olduğuna dair göstergeler, Erdoğan'ın destekçileri arasında endişe yarattı. Ancak bu durum, genç kuşağın Erdoğan'a olan hevesini mutlak oranda da azaltamadı.

Son olarak, Erdoğan'ın iktidar koalisyonundaki değişiklikler de muhalefet politikasını yeniden şekillendirdi. Erdoğan yıllarca muhaliflerini kendisine karşı komplo kurmakla suçladı. Ancak, 2019 yerel seçimlerinde İstanbul Belediye Başkanlığını Ekrem İmamoğlu’nun dramatik bir zaferle kazanması, Erdoğan’ın aslında rakipleri ile birlikte çalışabileceğini kanıtladı. Akabinde hükûmet, İmamoğlu'nun kazanmasını sağlayan Türk milliyetçi destekçilerinin üzerinde, onların nefret ettiği Kürt yanlısı HDP'nin baskısını yoğunlaştırdı. Bu hamle ile muhalefet ittifakındaki çatlakları yeniden açma ve belki de Erdoğan'ın milliyetçi desteğini yeniden birleştirme potansiyeli oluşmuştur. Aynı zamanda, Türk mahkemeleri Erdoğan'ın muhaliflerini açıkça siyâsî suçlamalarla hapse atmaya devam ederken, bir avuç ünlü düşünce suçlusunu da serbest bıraktı. Erdoğan, devlet içinde iktidarını konuşlandırmasını sadece yeniden kalibre ediyor gibi görünerek, ülke üzerindeki hâkimiyetini sürdürmek için yeni bir müsamahasızlıklar ve zulüm dağıtmaya devam etmektedir.


Erken seçimler, 2023 ve ötesi

Türk seçmenlerin yeni başkanı seçmek için sandık başına gittiklerinde, erken seçimler, 2023 ve ötesi dinamiklerinin etkisi olacaktır. Şu anda cumhurbaşkanlığı seçimlerinin, Erdoğan döneminin bittiği 2023 yılında yapılması planlanıyor. Türkiye'nin erken seçim yapması hâlinde Erdoğan'ın karşılaşacağı birçok zorluk, kesinlikle yeni bir önem kazanacaktır. Erdoğan'ın karşılaşabileceği bu zorluklar ise, onun neden bu erken seçim senaryosundan kaçmaya istekli olabileceğini açıklıyor.

Erken seçimler

Cumhurbaşkanı Erdoğan, istediği zaman yeni cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerini yaptırabilir. Son yıllardaki çok sayıda seçim (2014-2019 arasında beş veya yılda ortalama bir kez) olması, bazı siyâsî yorumcuların dört yıl içinde bir seçim dahi olmayacağını öngörmesini zorlaştırdı. Ayrıca Erdoğan, tüm seçimleri devlet içinde gücünü artırmak ve pekiştirmek için tekrar tekrar kendi lehine kullanmıştır. Sadece daha büyük bir farkla tekrar kaybetmek zorunda kaldığı 2019 İstanbul belediye seçimleri, Erdoğan'ın kesinlikle yanlış hesaplar yapabildiğini göstermiştir. Ancak özellikle bu deneyimden sonra, yeni bir cumhurbaşkanlığı seçimi çağrısı, Erdoğan için dramatik ve gereksiz bir risk teşkil edecektir. Bu nedenle Erdoğan’ın kazanacağından kesin emin olmadan veya zorlayıcı bir neden olmadan seçimlere gidilmeyeceğini gösteriyor. Parlamentodaki milletvekili sayısının beşte üçü ile erken seçim kararı alınırsa, erken seçimi Erdoğan'ın ve yardımcıları kabul etmek zorunda kalabilir. Ancak hâli hazırda olduğu gibi parlamentonun beşte üç çoğunluğunu elde etmek için tüm muhalefet oylamasını değil, aynı zamanda MHP milletvekillerinin hepsi ve Erdoğan'ı terk eden elliden fazla AKP’li milletvekilinin de oy vermesi gerekecektir. Geçmiş seçimler, Erdoğan'a, AKP parlamenterlerinin doğrudan sadakatlerini borçlu olmalarını sağlama fırsatı verdi. Benzer şekilde, MHP’li milletvekilleri erken seçimler ile potansiyel olarak oturdukları sandalyeyi kaybetme korkuları nedeniyle, Erdoğan’dan ayrılmayı veya onun gücünü kıracak girişimlerde bulunacak cesarete sahip değillerdir.

Son olarak, Türk Anayasası'nın 106. Maddesine göre, herhangi bir nedenle Başkanlık mâkâmının boşa çıkarılması durumunda, kırk beş gün içinde yeni seçimlerin yapılacağını belirtir. O zamana kadar, mâkâm, Başkan Yardımcısı’nındır (şu anda Fuat Oktay). Erdoğan'ın siyâsetten aniden ayrılması, kesinlikle kaos ortamı yaratacaktır. Bu kaos ortamında birçok seçmen şüphesiz bir konsensüs adayı için istekli olacak olmalarına rağmen, yine de bu adayın kim olması gerektiği konusunda aynı fikirde birleşme ihtimalleri düşük olacaktır. Hâlihazırda AKP'de belirgin bir halef yok ve muhtemel adayların ise hiçbirinde kesinlikle Erdoğan'ın karizması mevcut değil. İki aşamalı cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonunda çoğunluğu kim alırsa alsın, bölünmüş, şüpheli ve bazı durumlarda potansiyel olarak en zayıf yetkilere sahip kendisine muhalif bir ülkeyi yönetme zorluğu ile karşı karşıya kalacaktır. Ne olursa olsun, erken seçim senaryosu olası görünmüyor, çünkü Erdoğan istifaya meyilli değil ve sağlık durumunun sürekli söylentilere rağmen, görevlerini yerine getirmesini engelleyebileceğine dair bir işaret yok.


2023 seçimleri

Erdoğan yanlısı köşe yazarı Abdulkadir Selvi, geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı’nın muhaliflerinin 2023 seçimleri için komplo kurmaya başladıklarını iddia etti. “Proje açık” diye kaygı verici şekilde yazdı: “Erdoğan'dan kurtulmak için bir plan”… Doğrusu, Erdoğan'ın muhalifleri, ülkenin cumhurbaşkanlığı seçimlerini, ülkenin yeni bir başkan seçmesi için bir fırsat olarak görüyorlar. Bununla birlikte, hükûmetin demokratik ve antidemokratik bileşik yöntemlerle muhalefeti biçimlendirmesi, Erdoğan'ın 2023'te birisinin kendisini yenmesine izin verip vermeyeceği konusunda şüphe uyandırıyor.

AKP'nin, İstanbul'un Mart 2019 belediye seçimlerinin (İbrahim Karagül'ün hatırı sayılır bir şekilde “oy sandığı darbesi” olarak adlandırdığı) beklenmedik kaybının ardından Erdoğan, ülkenin Yüksek Seçim Kurulu’na seçimleri yenilenmesi baskısı yaptı. Seçimlerdeki usulsüzlük suçlamaları, ülkenin bağımsızlığına olan inancının çoğunu yok etti. Dahası, AKP'nin birçok üyesi seçimlerin tekrarlanmasından açıkça rahatsız oldu, ancak çok azı sesli olarak konuşabildi. Yine de seçim tekrarlandığında ve muhalefet adayı çok daha önemli bir çoğunlukla (13 bine karşı 800 bin oy) kazandığında, AKP yenilgiyi hızlı bir şekilde kabul etti. O sırada yaygın olan korkulara rağmen, parti yetkililerinin oylamayı düzenlemek veya bastırmak için sistematik bir çaba düşündüğüne dair bir kanıt bulunamadı. Başka bir deyişle sonuç, Erdoğan'ın hâkimiyet kuralları kendi lehine yeniden yazmasının ya da gücünün sınırlarının kanıtı olarak alınabilir. İlk İstanbul seçimlerinin sonuçlarının ardından yazan analist Selim Koru, Erdoğan'ın siyâsetinin temel çelişkisini ortaya koydu: “Siyâsî alana hâkim olmak ve ülkeyi dönüştürmek istiyor, ancak bunu yapmak için gerekli baskı ölçeğini kullanmaya istekli değil.”

Sonuç olarak Koru, Erdoğan'ın ya baskı derecesini yoğunlaştırması ya da inşâ ettiği siyâsî yapının çökmesi gerektiğini öngörmüştür. 2023'e yönelik ilk soru, Erdoğan'ın bu çelişkiden kaçınmaya devam edip edemeyeceğidir. İkinci soru, bu tür sade seçenekler arasında seçim yapmak zorunda kalırsa ne yapacağıdır.

Elbette, bugün 2023 seçimleriyle ilgili herhangi bir tartışma son derece spekülatiftir, çünkü üç yıl içinde çok şey değişebilir. Mevcut eğilimlerin spirale dönmesi veya tersine çevrilmesi için veya belki de her ikisi için de zaman vardır. Beklenmedik krizler Erdoğan'ın duruşunu daha da zayıflatabilirken, bunların üstesinden gelmek aslında onun konumunu güçlendirebilir. Erdoğan'ın lehine birçok önemli faktör çalışıyor; ancak bu faktörler, karşılaştığı kalıcı engelleri dengelemek için yeterli olmayabilir.

Birincisi, AKP içerisinden çıkan muhaliflerin, çok az oyu AKP’den koparması bekleniyor. İlk anket sonuçları Babacan'a yüzde 1, Davutoğlu'na ise sadece yarım puan fazla (1,5) destek olduğunu gösteriyor. Son derece siyâsallaştırılmış bir ortamda, her iki adam da Erdoğan'a muhaliflerinin desteğini alamayacak kadar Erdoğan’a sadık ve Erdoğan'a sadakatlilerin desteğini kazanmak için Erdoğan’a sadakatsiz davrandılar. Ve bu sonuçlar Erdoğan'ın, her iki figürün de gerçek bir tehdit olarak ortaya çıkması hâlinde kesinlikle devlet destekli iftira kampanyası başlatabileceğini gösteriyor.

İkincisi, hizip savaşları, AKP içinde oynanmaya devam ediyor; ancak hizip savaşlarının seçimlere etkileri belirsizliğini koruyor. Büyük bir söylenti ve spekülasyon ortamında analistler; Berat Albayrak merkezli bir parti içi grup ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün de dâhil olduğu milliyetçi parti içi grup arasındaki gerginlikleri tartıştılar. Erdoğan'ın yönetiminin bir özelliğine göre birbirlerine karşı rakip gözükmeleri ve savaşmaları, her iki grubu da Erdoğan’a daha da bağımlı kılacaktır. Yenilenen 2019 İstanbul seçimlerinde, her iki grup da Erdoğan'ı yeniden seçim çalışması için desteklemekten mutluluk duydular.

Üçüncüsü, ekonomi yönetimi siyâsallaştıkça kötüleşebilecektir. Çoğu analist öngöremeseler de ekonomi üzerindeki yaygın hayâl kırıklığı, 2019 yerel seçimlerinde AKP desteğinin azalmasına mal oldu. Buna rağmen anketler ve röportajlar, Erdoğan'ın destekçilerinin ülkenin ekonomik sıkıntılarını dile getirseler de yine de Erdoğan'ın sorunları çözecek en iyi kişi olduğuna inanıyorlar.

Dördüncüsü, ülkedeki şartlar kötüleşirse, bu zorluk, muhalefetin ulusal düzeyde birleşmesinde sıkıntı çıkartabilir. Daha önce de belirtildiği gibi CHP, Türk milliyetçileri ve Kürt milliyetçisi HDP üyeleri arasındaki uçurumu kapatarak İstanbul belediye seçiminde kısıtlı bir liderlik elde edebildi. Ancak dış politika ve ulusal güvenlik konularının açıkça masaya yatırıldığı ülke çapında bir seçimde bu başarı daha zor olabilir. Dahası, Türkiye'de veya Suriye'de PKK ile yoğunlaşan çatışmalar bunu daha da zorlaştırabilir. Bu gerilimlerin artması gibi bir durumda, MHP ile Erdoğan'dan muhalif olarak ayrılan; ancak ideolojik olarak onlara yakın kalan İYİ Parti-CHP ittifakını tehdit edecektir. Son olarak, Erdoğan'ın kuralları lehine yeniden yazması için her zaman birden fazla yol vardır. Erdoğan, 2018 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, MHP ile olan ilişkisinden seçimsel olarak faydalanmasını sağlayan bir ittifak sistemi kurdu. Sistemi 2023'te yeniden kökten yapılandırmak isterse, bunu yapacak güce sahiptir. Şu anda, örneğin, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turunda hiçbir aday çoğunluk alamazsa, ilk iki aday kazananın başkan olduğu ikinci bir tura gidilecek. Ancak Erdoğan kısa bir süre önce ilk turda yüzde 40 çoğunluğu alan bir adayın başkan olması için sistem değişikliğine dair spekülasyon yaptı.

Bütün bunlara karşı koymak, Erdoğan'ın dar toleransının gerçeğidir. Erdoğan’a olan destek erozyonu aniden sarmal olabilir ve kendi başına yaşam süreceği bir ortam oluşabilir. Analistler, Erdoğan'ın iktidardaki durumu gerçekten sona ermiş gibi göründüğünde, etrafındakilerin onu hızla terk etmeye başlayacağını ve ülkenin kurumlarındaki gücünün hızla parçalanabileceğini varsaymaktadırlar. Bugüne kadar Erdoğan’ın yaşadığı olumsuz durumların hiçbiri bu ortamı oluşturmadı; ancak öngörüler, yaşanabilecek bir olasılık olmaya devam ediyor. Erdoğan’ın yaşayabileceği olumsuz durum senaryosunda, bir muhalefet adayı 2023 seçimlerinde devlet kurumlarından destek alabilir ve bu kurumların demokratik bir sonuca saygı duymasını sağlayabilir.

Ve ötesinde

Erdoğan, 2023'ten sonra cumhurbaşkanı olarak ortaya çıkarsa, siyâsî mirası ve kendi yarattığı rejimin kendi görev döneminde nasıl geçmesini sağlayacağını daha sistematik bir şekilde düşünmeye başlayacaktır.

Erdoğan'ın bu konuda nasıl ilerleyebileceğine dair spekülasyonlar, iki potansiyel öngörüye odaklanmaktadır.

Birincisi, Türkiye seçim ortamını yeniden şekillendirmek ve ikincisi, bireysel bir halefini hazırlamak olacaktır. Erdoğan'ın en iyi senaryosunda bile, her iki yaklaşım da ciddi engellerle karşılaşacak ve Erdoğan sonrası dönemde Türkiye için neler olabileceği konusunda zor sorular doğuracaktır. Erdoğan'ın uzun vadeli siyâsî vizyonu görünüşte; sürekli muhalefete mahkûm edilmiş dindar ve vatansever olmayan bir grup karşısında, seçim çoğunluğuna hâkim olabilecek dindar ve vatansever bir çoğunluğu sağlamlaştırma inancını yansıtıyor. Birçok popülist liderde olduğu gibi, Erdoğan da, kuşkusuz halkın iradesi herhangi bir müdahale, hile veya baskı olmadan ifade edilirse, ülke içinde kendi vizyonunu yansıtacağına inanıyor. Yani Erdoğan’a göre Türkiye’nin iç ve dış düşmanları nihayet yenildiğinde, ulusun barış, refah ve gücüne kavuşması durumunda, şu anda Erdoğan ve partisinin karşı karşıya olduğu seçim zorlukları azalacaktır. Tabii ki soru, bu sürdürülebilir çoğunluk asla gerçekleşmezse, o zaman neler olacaktır? Erdoğan 2023'te zafere ulaşırsa, Türkiye'deki ekonomik krizin en kötüsüne dayanabilir ve belki de Türkiye'nin eski Batılı müttefikleri ile daha işlevsel bir ilişkiyi yeniden sağlayabilir. Ancak bu olası sonuçlar, büyüyen memnuniyetsizlik ve birikmiş hayâl kırıklıkları, mevcut hükûmet eğilimini tersine çevirmesi olası değildir. Sonuç olarak, Erdoğan'ın siyâsî rejimini sürdürmek için onu ayakta tutan baskıcı aygıtı, yeni bir lidere aktarması gerekmektedir.

Bu, kimin belirlenmiş halef olarak hizmet edebileceği sorusunu gündeme getirir. Bu durumda bazı analistler Albayrak gibi bir figürün Erdoğan'ın iktidarını hanedanlık mertebesiyle sürdüreceğini, bazıları da devlet gücünün sürekliliği açısından vekâlet hayâl etmesine sebep oldu. Bu perspektiften bakıldığında, milliyetçi veya askerî kimlik sahibi bir figürün, sonuçta Erdoğan için daha saygı uyandıracak bir seçim olduğunu kanıtlayabilir. Paradoksal olarak, böyle bir figür, Erdoğan'ın yönetimine bir tehdit oluşturur ve böyle bir kişilikte pürüzsüz bir halef hazırlama umudu özellikle zor olacaktır.

Daha az dramatik şartlarda bile, kendi şahsiyetleri etrafında güçlü siyâsî partiler kuran önceki Türk liderler, bu partileri artık yönetecek durumda olmadıklarında buharlaşmalarını izlediler. 1990'lı yıllarda hem Turgut Özal hem de Süleyman Demirel, cumhurbaşkanı olduktan sonra bile partilerinin kontrolünü kaybetmeye başladıklarını keşfettiler. Özal’ın Anavatan Partisi, ölümünden sonra hiçbir hükûmette, azınlık partnerinden fazlası olamadı. Demirel’in Doğru Yol Partisi de siyâsetten ayrıldıktan sonra aynı kaderi paylaştı. Erdoğan, partisini kesinlikle cumhurbaşkanı olarak kontrol altında tuttu; ancak sonuç olarak, partiyle o kadar yakından ilişkili oldu ki, partisinin onun ayrılmasından sonra herhangi bir kalıcı formda siyâsette kalacağını hayâl etmek çok zor.

Daha geniş anlamda, halef meselesi, son on yılda Türkiye'de öne çıkan ideolojik güçlerin gelecekteki herhangi bir hükümet altında siyâsete hâkim olmaya devam edip etmeyeceği konusunda daha geniş bir analitik tartışmaya değinmektedir. Pek çok analist, bir Erdoğan sonrası görev için hâlâ daha liberal ve Batı yanlısı bir yönelim umudunu sürdürürken, diğerleri kimin iktidarda olduğuna bakılmaksızın artan milliyetçilik ve izolasyon yönündeki mevcut eğilimin devam edeceğinden korkmaktadır. Erdoğan 2023'ten sonra Cumhurbaşkanı olarak kalırsa, Türkiye'nin ideolojik yörüngesini büyük ölçüde tekrar eski yerine oturtan politik bir geçiş hayâl etmek giderek zorlaşacaktır. Gerçekten de Erdoğan bir halef belirleme çabasında başarısız olursa, Erdoğan’ın onun postunu üzerinde iddiası olanların, onun ideolojisine ve hitabet cephaneliğine başvurma olasılığını artıracaktır. Dolayısıyla, tartışmalı bir halef senaryosu, Türkiye’nin eksen kayma riskini daha da derinden şiddetlendirecektir.

***

Bir çaresizliğin ifadesi olan bu raporun kaleme alınışının bizce asıl maksadı, Sayın Erdoğan’ın halefini belirlemesinde, dışarıdan nasıl bir etki oluşturulabileceğinin arayışı kadar satır aralarına serpiştirilen “muğlak” teklifleri de mesaj niteliğinde sunuştur. Erken seçim ihtimali yok denilecek kadar azdır ve Sayın Erdoğan’ın zaman zaman dile getirilen hastalığından da ümitleri kalmamıştır. Sona kalan niyet, Sayın Erdoğan’ın siyâsî gücünün peyder pey azaltılarak ülke yönetiminden uzaklaştırılmasını sağlamaktır.

Bu rapor, bir kin kusmuğudur

Amerikalı İsrail lobisinin resmî organı ve Pentagon üzerinde etkili olan düşünce kuruluşu “Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü”nün geçtiğimiz günlerde resmî sitesinde “etkili” ve “yetkili” kurum ve kuruluşların “istifadesi”ne sunduğu “Türk Demokrasisine Bakış: 2023 ve Ötesi” başlıklı yukarıdaki rapor, Türk siyâseti genelinde Türk Demokrasisi’ne ve 18 yıldır Türk seçmeninin oylarıyla iktidarlığını sürdüren Türkiye Cumhuriyeti Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a -affedersiniz- kin kusmuğu hâlindeki bir rapordur.

“Erdoğan, devlet içinde iktidarını konuşlandırmasını sadece yeniden kalibre ediyor gibi görünerek, ülke üzerindeki hâkimiyetini sürdürmek için yeni bir müsamahasızlıklar ve zulüm dağıtmaya devam etmektedir…” gibi hakaret edici ifadelerin yer aldığı bu raporu okuduktan sonra, “İt ürür, kervan yürür!” diyebilirsiniz…

Ancak, onca ürüyen itlerin yanında bu ve benzeri türde ürüyen it’leri dikkate alarak kervanı yürütmek, Devletimizin ve Milletimizin istiklâli ve istikbâli hususunda çok önemlidir. Tamamen art niyetli muhalif düşüncelerle hazırlanan bu raporu dikkate almamızın sebebi de, bu kabûlden dolayıdır.

Tamamen Sayın Erdoğan karşıtı olumsuz tespitlerle hazırlanan bu rapor dili, bize hiç de yabancı değil aslında. Bu dil, raporda “bağımsız medya” diye adlandırılıp “yasal zulme rağmen hükûmeti eleştirmeye şiddetle devam eden” diye tarif edilen Sözcü, Cumhuriyet, Karar, Yeni Asya, Millî Gazete, Evrensel, Korkusuz, Yeniçağ, FOX TV, Halk TV, Gazete Duvar, Diken, BirGün, T24, Periscope TV ve Medyascope gibi gazete, televizyon kanalı ve internet yayınlarına göz attığımızda âşina olduğumuz veya Kılıçdaroğlu başta olmak üzere bütün CHP yönetiminin, Davutoğlu’nun, Babacan’ın, Gül’ün ve iflah olmaz bilumum muhaliflerin dili…

Dolayısıyla… Dil’ini geçelim, yüzde yüz olan taraflılığını geçelim, demokrasi hikâyelerini de geçelim ve bu Enstitünün net ifade ettiği ve bilerek muğlak bıraktığı hususların tespitine gelelim…



Bu tür raporlar, ABD’de senatör seviyesinde politikacılar ve lobi kuruluşlarının yönlendirilmesi maksadıyla kaleme alınmaktadır. Daha sonra kamuoyuna mâl edilerek ABD’nin millî siyâseti hâline getirilmektedir. Konular, basitten karmaşığa doğru herkesin anlayabileceği eğitim verme ve algı oluşturma tekniğiyle ve grup hâlinde ele alınır ve yazılır.

Bir çaresizliğin de ifadesi olan bu raporun -veya makalenin- kaleme alınışının bizce asıl maksadı, Sayın Erdoğan’ın halefini belirlemesinde, dışarıdan nasıl bir etki oluşturulabileceğinin arayışı kadar satır aralarına serpiştirilen “muğlak” teklifleri de mesaj niteliğinde sunuştur. Erken seçim ihtimali yok denilecek kadar azdır ve Sayın Erdoğan’ın zaman zaman dile getirilen sözde hastalığından da ümitleri kalmamıştır. Sona kalan niyet, Sayın Erdoğan’ın siyâsî gücünün peyder pey azaltılarak ülke yönetiminden uzaklaştırılmasını sağlamaktır.

Raporda, temas edilen hususların içerisinde örtülü olarak üç başlık üzerine odaklanılmaktadır.

Birincisi, Sayın Cumhurbaşkanımızın iktidarı nasıl elinde tuttuğudur. Sayın Cumhurbaşkanımızın iktidarı elinde tutması da üstü “örtülü” üç ana başlık altında toplanmıştır. Karizması, baskıcı ve ayrıştırıcı bir yönetim sergilemesi ile muhalefetin çok güçsüz olması… Raporda, iktidar gücünün, aşırı uçlardaki sol ve Kürt muhaliflerin kötü gösterilerek, bu azınlığa karşı çoğunluk olan sağ eğilimli seçmenin din ve yandaş medyanın kullanılarak aynı safta tutulduğu, başa çıkılamayan muhaliflerin ve medyanın ise yargı ve cezalar ile kontrol altına alındığı anlatılmaktadır.

İkincisi, Sayın Cumhurbaşkanımızın demokratik yollardan iktidardan indirilebilecek muhtemel tüm seçenekler analiz edilmiştir. Türkiye’nin sağ eğilimli seçmen kapasitesini bildikleri için ana muhalefet partisi üzerinde hiç durulmamıştır; ilginçtir, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan da hiç bahsedilmemiştir. Raporda, iktidarın, sadece sağ görüşlü bir kişi tarafından alınabileceği açık ve net bir şekilde anlatılmıştır. Ancak raporun içerisinde, iktidarı ele geçirecek kişinin HDP ve FETÖ gibi unsurlarla çalışabilecek bir kişinin olması gerektiği üstü kapalı olarak verilmiştir. Raporda yapılan analizde, istenilen özelliklere sahip bir kişinin ana muhalefet içinde olmadığı açıkça vurgulanmıştır. Bir başka vurgulanan husus, AK Parti içinden çıkan muhaliflerin, hem iktidar hem de muhalefet için sadakatsiz kişiler olarak algılandıkları, bu sebeple Erdoğan karşısında varlık gösteremeyecekleri tespitidir. Son olarak ise, AK Parti içerisinde incelenmeye alınmış, ancak partinin kontrolünün tamamen Sayın Cumhurbaşkanı’nda olması sebebiyle bu seçeneğin de geçersiz olacağı ortaya konmuştur. Sonuç olarak, Sayın Cumhurbaşkanımızın demokratik yollardan iktidardan indirilemeyeceği mesajı çok açık bir şekilde vurgulanmıştır.

Üçüncüsünde ise, Sayın Cumhurbaşkanımızın halefinin kim olabileceği üzerinde durulmasıdır. Ailesinden Berat Albayrak ile AK Parti içinden ve dışından çıkan tüm adaylarda Sayın Cumhurbaşkanımızın karizmasının olmadığı ve halktan gerekli desteğin alınamayacağı belirtilmiştir. Eğer Batı, kendi için uygun bir aday çıkarılmaz ise, Türkiye’nin yerinden çıkmış ekseninin bir daha yerine hiç oturmamak üzere kendi eksenlerinden tamamen çıkacağı yarı örtülü olarak verilmiştir.

Sonuç olarak, Batı’nın çıkarlarının korunduğu ve Türkiye’nin Batı menfaatleri için fedakârlıklar yaptığı eksene tekrar oturtulabilmesi maksadıyla, demokratik yollardan yapılamayacak olan Sayın Cumhurbaşkanımızın iktidardan düşürülmesi hedefinin, Batı’nın değerlerine bağlı asker ve milliyetçi olarak kabul edilen bir kişi tarafından yerine getirilebileceği, satır aralarında vurgulanmıştır.

Ana hatlarıyla yaptığımız tespitlerimiz, genel olarak paragraf paragraf ele alınabilirdi; ancak, bu da Sayın Cumhurbaşkanımızın danışmanlarının ve AK Parti kurmaylarının yapacağı iştir.

Sayın danışmanlara ve AK Parti kurmaylarına tavsiyemizdir: Lütfen rapordaki hususları dikkate alınız ve lütfen unutmayınız; 2023’e kadar hatâ yapma payınız kalmamıştır…