William, bana kızma!

Pragmatizmin öncülerindendir kendisi, “hazcı ahlâkçı” da denilebilir. Ona göre en değerli eylem, sağladığı fayda oranında kifayet bulur ve der ki, “Kalite arzu ediyorsanız, ona sahipmişsiniz gibi davranın, ‘-mış gibi’ tekniğini deneyin”. İşte William James’i tek kalemde silmeme sebep olabilecek cümle! Canımı, “-mış gibi” davranılması kadar sıkan bir şey yok. Dürüst-müş gibi, zengin-miş gibi, sâdık-mış gibi... İnsan-mış gibi?

“KÜÇÜKLÜĞÜME dair hatırladığım yegâne hatıram…” diye cümleye başlamak istedim; ancak “Yegâne hatıram” diye cümleye başlarsam riyâya düşerim diye bundan vazgeçtim. Çünkü küçüklüğüme dair hatırladığım çok şey var. Bunlardan bazıları acı hatıralar ki bunlardan bahsedersem havalı olamam. Bu yüzden küçüklüğüme dair hatırladığım şeylerden bahsedeceksem eğer, cümleme şöyle başlamalıyım: “Küçüklüğüme dair hatırladıklarım arasında yer alan ve beni...”

Yok yahu, olmadı! Böyle başlayınca da mevzuat metni gibi oldu. Bakın, bu, tarifi mümkün olmayan bir hissin izdüşümü. Yani cümleye başlarken yaşadığım bu travmatik bağbozumunu diyorum.

Muhtemelen sağ omzumun üstündeki melek tarafından mütemadiyen kulağıma fısıldanan dürüst olma zarureti hissetme hâli… Evet, bunu çok güzel tanımladım bence. (Bak bak, ne güzel kendimi takdir ettim, gördün, değil mi?)

Ancak konumuz, olmadık zamanlarda ortaya çıkarak bizi mat eden dürüst olma zarureti hissetme hâli... En çok kendini sevmekten başlayarak yalnızca kendini sevmeye evrilen milenyum zırvaları değil. Bu sebeple öncelikle selâm vermek isterim dürüst olma zarureti hissetme hâline: “Selâm, ey dürüst olma zarureti hissetme hâli, bugün nasılsınız efendim? Bugün kimleri şoka sürüklediniz? Kimlerin gözünde yitip gittiniz? İyi misiniz? Hoş musunuz? Yoksa… Yoksa… Aa! Yoksa gerçekten boş musunuz?”

Küçükken izlediğim çizgi film karakterlerinin sağ omzumda sürekli dürüstlük martavalı okuyan melekle bir ilgisi olduğuna eminim ve o meleğin varsayımımdaki payının farkındalığı beni çepeçevre sardığı hâlde, uyumadan önce son kez sağıma dönüp yatarım. Alışkanlık kötü bir şey! Peki, bu bağbozumunun, söylenenlerin aksine sol beynimde kodlanan acı bir hatıra olmadığını kim ispatlayabilir? Yani küçüklüğümde yaşadığım ve cümleme başlamama engel olan bu hatıra paylaşmaya değecek kadar güzelken, neden beni zoraki bir dürüstlüğe sürükler?

Aslında güzel değil midir? Yahut doğru değil midir? Bilmem. Aksini kim ispatlayabilir? Tüm bunları sorgulamanın kime ne fayda sağlayacağını bilemiyorum. Ama fayda sağlamak zorunda olduğunu kim söyledi ki? Cevap veriyorum: William James…

Pragmatizmin öncülerindendir kendisi, “hazcı ahlâkçı” da denilebilir. Ona göre en değerli eylem, sağladığı fayda oranında kifayet bulur ve der ki, “Kalite arzu ediyorsanız, ona sahipmişsiniz gibi davranın, ‘-mış gibi’ tekniğini deneyin”. İşte William James’i tek kalemde silmeme sebep olabilecek cümle! Canımı, “-mış gibi” davranılması kadar sıkan bir şey yok. Dürüst-müş gibi, zengin-miş gibi, sâdık-mış gibi... İnsan-mış gibi?

Neyse ki, yanlış saatin bile günde iki defa doğruyu gösterdiğini biliyorum da William James’e karşı daha fazla acımasızlık etmeyeceğim. Fakat yaşasaydı ona derdim ki, “Hey Willy willy willliiiğ, seni kim üzdü dostum? Bana anlatabilirdin ama etrafımda ‘-mış’ gibi davrananlardan gınâ geldiği için öfke kontrolü uygulayacağımı zannediyorsan yanılıyorsun. Çünkü Cennet’e gitmek için öfke kontrolü uygulamak da zaman zaman pragmatizme dâhil olabiliyor. Bu yüzden kafana tüm öfkemi kusarım ve menfaatlerimi yakarım. Çünkü bize ne gerek, biliyor musun?”.

Of! İşte tam burada utanıp susardım muhtemelen. Sonra bir sessizlik olurdu. Fark ettin değil mi yine geldiğini? O işte o: Varoluş sancım!

Bir tuttu mu, bırakmaz yakamı kahrolası! Neyse ki, bu kısımları herkes anlamıyor da birkaç dakika aralıksız sancıyorum. Nerelere daldım yine ben, anlatamadım küçüklük hatıramı.  Oysa inan ki çok tatlıydı! Gerçekten tatlı mıydı? Korkma sakın, tekrar başa sarmayacağım. Çünkü Willy’yi kimin üzdüğünü bilemiyorum ama beni kimin üzdüğünü biliyorum ve küçüklüğüme dair hatırladığım yegâne şey bu değil.