TERÖR örgütü İsrail’in sözde dışişleri bakanlığı, kırık sandalyesinde oturan, zekâ seviyesi ile ahlâk düzeyi sıfırın altında bir değersizlikte yarışan Katz isimli zerzevat ile Hollanda’nın vizyonsuz siyaset figüranı Geert Wilders adlı soy ve edep yoksulu bir fotokopi bozması suret, Başkan Recep Tayyip Erdoğan’a hayranlığını gizleyemeyen ve bu içgüdü ile ellerine çakıl taşı alıp denizi taşırmaya çalışan birer ütopya elemanı.
Bu iki terör sevdalısı, Erdoğan hakkında sosyal medya mesajları atıp hem Türklere, hem de genel bağlamda İslâm’a olan nefretlerini beyan ederek donanımsız kimliklerini besleme ve semirtme çabası içindeler.
ABD kuklası ve bebek katili Netanyahu’nun kurmalı oyuncağı Katz, zaman zaman paylaşımlarını Türkçe yaparak aklınca içimizdeki Siyonistseverlerin de desteğini alma gayretine giriyor.
İsrail’in kanlı kabine üyelerinin, bebek katliamları ve tüm soykırımcı eylemleri ile doğru orantılı olması hayret verici olmayan ahmaklıkları, son derece insicamlı bir tablo aslında. Evet, hiç şaşmaz! Merhamet düzeyinin fay hattı seviyesine düşüp hakkaniyet ve adalet kavramlarının yoksunluk krizine yol açtığı bir bünyede, akıl ve sağgörü gibi kimlik eklentileri aranmaz, aransa da bulunmaz. Bu sebeple katil İsrail’in eylemlerini savunan ve binlerce bebeğin/çocuğun katledilmesine gerekçe getirebileceği sığlığında kendini ortaya atan kim varsa, sadece “kötülük” başlığı altında tarife lâyık bulunması yetersiz bir çaba olacaktır. Bu akıl fakirlerinin, aynı zamanda bir canlı organizmanın erişebileceği bönlüğü ifade eden listelerde de ismen temsil edilmeleri gerekiyor.
Ne garabettir ki, zekâ katsayısı rakamlarla ifade edilemeyen, ancak kullanılmış rakamların artıkları ile boş kalan hane doldurulmaya çalışılan bir figür olan Katz Filistin’i bombalayıp Lübnan’a gözünü dikmiş bir canavarlıkta debelenirken, ağzından kan akan vampir profiliyle dilinden Türkiye’yi ve Başkan Erdoğan’ı düşürmez oldu. Amacı âşikar aslında. Filistin ve HAMAS üzerinden mağdur edebiyatı dalında kaleme aldıkları hiçbir sahte öykü okurlarca rağbet görmeyen bu terör örgütü, hem kendine başkaca mağduriyetler bulma gayretinde, hem de tarihte Türklerin ve kendilerinin yerini bilmekten ileri gelen korkaklığını ve acziyetini içe hapsedememekte.
Bu dışavurulmuş sünepelik, esasen İsrail’in suret ve siretini en iyi ifade eden vaziyet olsa gerek. Evvelâ Kudüs’ün ve Filistin topraklarının Türkiye’den ayrıştırılamaz mânâsını bu zavallı saldırılarla ikrar etmiş oluyorlar. Bir yandan da böyle hassas süreçlerde halka açıklanamayan eylemleri aşikâr ediyorlar. Filistin halkını ve HAMAS mücahitlerini maddî-manevî destekleyen Türkiye’ye böylesi bir nefretle ve defaatle saldırmaları, Filistin-Türkiye işbirliğini ve dostluğunu da delillendirmiş oluyor.
Bir yandan da kuyruğuna basılmış bir sürüngen çığlığı duyduğumuza göre, İsrail’in kaybettikleri zannedilenden ve mağlûbun itiraf edebildiğinden çok daha üst düzey bir grafiğe sahip. Zira ancak kaybedişin verdiği bir akıl tutulmasıyla böylesi çıkışlar yapabileceklerini saptamak zor değil.
Son virajda Katz ve türevleri, Filistin’e yaptıkları soykırımın en uzak kara parçalarından dahi görülebilir bir düzeye erişmesinin verdiği korkuyla, cılız oklarının nişangâhını açık ederek asıl düşmanlarını da saklayamaz seviyeye geldiler.
Filistin, Anadolu’nun ön cephesidir. Bu hakikati içimizden birileri kabul edip sindirmekte ne kadar gecikse ve hatta reddetme hususunda ısrarkâr bir gayrete müptelâ olsa da, İsrail ve ABD’nin bölgedeki asıl hedefi her zaman Türkler ve Anadolu toprakları olmuştur. Bu sebeple önce çevre temizliği kapsamında Mısır’ı, Suriye’yi, Irak’ı ve Filistin’i etkisizleştirip İran’la hatları germe ve Rusya gibi bölgede etkili bir aktörü kendi derdinde oyalama projeleri hayata geçirilmiştir. Elbette defalarca denenen darbe girişimleri, terör ve iç kaos gibi dizaynlar da bu hedefi daha belirgin bir hâle getirmekte.
Doğrudan Anadolu’ya saldırmak ve Türkiye’yi ilk hedef olarak beyan etmek İsrail gibi vasıfsız bir yapay oluşum için erken bitiş anlamına geldiğinden, Türklerin var olduğu komşu topraklarda farklı sebeplere bağlanmış cepheler açmak çok daha ergonomik görünüyor. Büyük İsrail histerisine gidişi tıkayan en çetrefilli yol olarak da yine ülkemizin topraklarını gördüklerinden, süreci uzatmaktan ve Orta Doğu’da öngörülemez kaotik bir vasat peydah etmekten başka çareleri de yok zaten.
İşte bu yüzden sürekli Türkiye adını bağırmakta, canhıraş bir şekilde dünyayı Türkiye’ye düşmanlığa davet etmekte ve henüz biz Filistin’i İsrail işgalinden kurtarmak için askerî bir operasyona geçmezden evvel yeni bir mağduriyet algısı tasarlamaya çalışmaktalar. Gerçi ne yapsalar boş. İsrail’in bütün iğrenç eylemleri artık sağır sultanların bile kulak zarlarını titretecek kadar yüksek perdeden yankılanıyor. Bu yüzden Katz gibi zavallıların son çırpınışları sosyal medyada asıl düşmanlıklarının bizlere karşı olduğunu gizlemeleri hayli zorlaşmış vaziyette.
Bir yandan da haksız sayılmazlar tabiî(!). Şayet Orta Doğu’da bir Siyonist kurgunun işlevsizleştirdiği devletler yüzünden bu devasa sessizlik olmasaydı, Türkiye çoktan İsrail’in bebek katleden elini kırmış, şan olsun diye Orta Doğu’nun göbeğine asmıştı.
Gelelim Geert denilen vizyonsuza…
Bu şeytandan devşirme profilin İslâm düşmanlığını bilmeyen yoktur. Fakat küffarın en belirgin özelliği İsrail’in unsurlarında gözler önüne serildiğinden, bu Geert gibi kılıksız siyasetçilerin suratlarında daha da belirginleşiyor. Şöyle ki, küffar, bütün nefret ve düşmanlığıyla sağa sola saldırırken hak olanın yönünü de işaret edip durur. Bu elbette küffarın en son isteyeceği şeydir fakat bunu yapmamak ve hak olanın aşikâr edilmesinde fail olmamak, iradelerinde değildir.
Onlar Allah-u Teâlâ’ya ve O’nun Hak Dinine duydukları zapt edilemez düşmanlık ve kin duygusuyla aklın belirlediği yörüngeden defalarca kayıp verirler. Bu yüzden, hiç istemeseler de İslâm adına canını ve tüm varlığını feda etmeye hazır gerçek liderleri parmaklarıyla işaret ederler.
Bir küme elemanı olan Geert, İslâm düşmanlığını doyurmak için defalarca Türkiye’ye ve Erdoğan’a saldırırken, hakikatin nerede olduğunu da Avrupa’ya anlatmakta. Bu sebeple bu kadar ahmak oluşuna teşekkürü bir borç biliriz.
Tabiî tüm halef sebepler bir yana, korku ve bilgi de bu mezkûr organizmaların neden ısrarla Türkiye’ye saldırdıklarını anlaşılır kılıyor. İçlerinde hissettikleri ve kamufle edilemez, sağından solundan kırpmakla hacmi azaltılamaz korku, Türkiye’nin değişen küresel dengeler içinde çok kuvvetli ve belirleyici bir iktidara sahip olduğu hakikatinin sonucudur. Bilgi ise iki değişmez anlama bağlanabilir: Türklerin dünyanın geleceğine tarih boyunca bıraktıkları etki tali bilgidir ve düşman için öğrenilmiş çaresizliktir. Ama aslolan hakikat, İslâm’ın hakikatidir ve bâtıla galip geleceği İlâhî bilgisidir. Ki bu, inanmak ve inanç doğrultusunda bilgiyi artırmak gibi ek gayretlere gerek duymaz. Çünkü Allah-u Teâlâ küffarın kalbine hakkın galip geleceği bilgisini de, korkusunu da her an lütfetmektedir.
Küffar okları tam mânâsıyla ülkemize çevrilmiş vaziyette. Bu ahmak tipleri kayda değer bulup da üzerine kelâm etmek bile israftan sayılır fakat yine de bu cılız aktörler üzerinden bir realiteye dikkat çekmek, kendilerini dahi ergonomik bir hâle getiriyor. En nihayetinde bu figüranlar, oynanmak istenen oyunun başrolünü ve ana temasını saptamada son derece kullanışlılar.
Hülâsa zaman, birlik zamanı!