SİTEMİZDE, 20 Nisan
Pazartesi günü Ajanda Yayın Kurulu Başkanı Yavuz Selim imzası ile
yayımladığımız “Bir çâresizliğin ifadesi:
WINEP Raporu: ‘Erdoğan zulüm dağıtmaya devam ediyor’” adlı dosyaya yoğun
ilgi sürüyor.
Bu
ilginin ilk sebebi, WINEP (Washington
Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü) bünyesinde İngilizce yayımlanan “Türk
Demokrasisine Bakış: 2023 ve Ötesi”
başlıklı raporun tarafımızdan tercüme edilerek ilk kez Haber Ajanda NET’te
yayımlanmış olması ve de böylece, WINEP’in sadece Erdoğan merkezli nefret
politikası yürüten ilgili muhalif kanallara akıl hocalığından ibaret kalmasının
önüne geçerek, WINEP’in bu raporunun vatanını ve milletini seven herkesin
okuyabilmesinin sağlanması, her ilgili siyâsî platformun dikkatine sunulması…
İkinci sebep ise, söz konusu raporla
birlikte Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü’nde
kıdemli uzman ve Türkiye Araştırmaları Program Direktörü unvanı ile görev yapan
Soner Çağaptay’a ait bilgilerden ilgili ilgisiz tüm ülke halkının bilgilendirilmesinin
sağlanması…
Sitemizde, “Türk Demokrasisine Bakış: 2023 ve Ötesi” adlı raporun tercümesi,
bir giriş ve bir sonuç takdimi ile yayımlandığından, ekstra bir şerhe muhtaç
değildir.
Yayımlanan dosyada, ülkemizin siyâsî
ve sosyal yapısını mercek altına alan raporla birlikte, WINEP hakkında tanıtım
metnine de yer verilmiştir.
Bu çalışmada ise Türkiye-ABD
ilişkileri, Türk siyâseti, Türk milliyetçiliği, Irak Kürtleri ve özellikle Cumhurbaşkanımız
Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef alan, röportajları ve kaleme aldığı makaleler ile “Erdoğan
nefreti”ni körükleyerek Türkiye muhalefetine yol haritası çıkarma görevi
verilmiş Soner Çağaptay’ın sair çalışmalarını ve ülkemizin iç ve dış
politikasına dair içinde bulunduğu söylemleri mercek altına alacağız…
Bu adam kim?
Modern ve şehirli isminin yanında
Sabetayistleri andıran soy ismi ile Türk görünümlü Anadolu siması taşıyan bu
adam kimdir?
Hakkında hangi dilde arama yaparsanız
yapın, nereli olduğuna dair bir bilgiye erişmek mümkün değil. Yine ailesine,
köklerine de erişilmeyen Çağaptay’ın yazılı kayıtlarda yer almayan, ancak
röportajlarında satır aralarına yerleşmiş bilgilerden 2002 yılının Eylül ayında
Amerika’ya gittiğini öğreniyor ve o tarihten itibaren Amerika’da yaşadığı
bilgisini alıyoruz.
Bunun dışında, Türkiye’de bulunduğu
ve Yale Üniversitesi’nde doktora tezini verdiği zamana kadar iki satırlık
eğitim bilgisine sahip olabiliyoruz. Bu iki satırdan ilki dikkat çekici:
Çağaptay, Darüşşafaka Lisesi’nden mezun…
Darüşşafaka resmî internet sitesinin “Hakkımızda”
bölümünde yer alan, “Türkiye’nin eğitim
alanındaki ilk sivil toplum kuruluşu olan Darüşşafaka Cemiyeti, annesi veya
babası vefat etmiş, maddî olanakları yetersiz, yetenekli öğrencilere kaliteli
eğitim olanağı tanıyarak, onların yaşamlarını değiştiriyor” ifadelerini
okuyunca, aile bilgilerine ulaşamadığımız Çağaptay’ın kimsesiz olma ihtimâlini
göz önünde bulunduruyoruz.
Bir çocuğun kimsesizliği, onun kalbi
için kocaman bir özlem ve yoksullukken, onu tanımak isteyen kimseler için bilinmezlik
barındırsa da bir kusur ve bir eksiklik olamaz. Bilakis Türk milletinin yetim
ve öksüz yavrulara sevgide, koruyup kayırmada, yardımlaşmada, imtiyaz
gösterecek kadar kocaman bir kalbi ve dinî prensipleri vardır.
Ancak hikâyesini bilmediğimiz bir
çocuğun, Amerika’da Hindu-British menşeli bir vakıf tarafından kurulan Yale
Üniversitesi’nde doktora yaptığını, Amerikan ve Yahudi lobisi ortaklığı ile
faaliyet gösteren bir enstitüde 18 yıldır muhalif medyaya yön verecek makaleler
yazdığını bilmek ve Erdoğan nefretinden haberdar olmak merak uyandırıyor.
İşte bu merak ile yol aldığımızda,
bize sunulandan fazlasına ulaşamayacağımızı anlıyor ve fikirlerinin ülkemiz
üzerindeki tesirine bakmakla yetiniyoruz.
Ayrıca, Türkiye, Erdoğan ve milliyetçilik
eksenli kitapları ve makalelerinin “ne”liğine, “neden”ine, “niteliği”ne
bakmanın gerekliliğine inanıyoruz.
Durmaksızın fikir üreten, bağımsız
medya olarak lânse ettiği başta Sözcü Gazetesi, ABD destekli FOX TV, FETÖ
merkezli T24, İngiltere’nin BBC’si, Rusya’nın Sputnik’i,
Alman hükûmetinin Deutsche Welle’si ve Suud destekli Independent ile bilumum
muhalif kanala demeçler veren Çağaptay’ın, Türkiye’nin dış politikasına dair
tespit içerikli yazıları ve söylemleri pek tutarlı görünmüyor. Yakın tarihte imzasının
bulunduğu makale ve yayımlanan birkaç söyleşisine bakalım…
***
Çağaptay, Kürt meselesini Türk milliyetçiliği
perspektifinden değerlendirirken, Erdoğan döneminde özgürlüklerin ve Kürtlerin
kimlik tercihlerinin baskılandığını ve ötekileştirildiğini iddia ediyor.
Fakat 12 Mart 2019 tarihinde, İngiliz
The Guardian gazetesinde yayımlanan “Yeni Sultan, Erdoğan’ın Popülist Evrimi”
başlıklı makalesinde, Kasımpaşa’da bir berber dükkânı olan Yaşar Ayhan’ın “Erdoğan
ufkumuzu açtı. Erdoğan, biz Siyah Türklere yapabileceğimizi gösterene kadar,
maaş bordrolarıyla bizle alay eden politikacılara karşı duracak güvenimiz yoktu”
ifadeleri yer alıyor.
Çağaptay burada, “siyah” tanımı ile betimleyerek dünyaya
yansıttığı Türkleri, daha doğrusu Erdoğan sevdâlılarını ırkçı ve ötekileyici bir
klişe altına yerleştirerek lânse ediyor.
Yine Çağaptay’ın Mart 2020 tarihinde The Washington
Institute sitesinde yayımlanan bir makalesinde şu ifadeler yer alıyor:
“Türkiye’yi tartışırken mutlaka sevmediğim birkaç
terim var, çünkü bu hepsini yakalayan ifadeler çoğu zaman bu karmaşık ülkeyi
aptallaştırıyor. Birincisi: ‘Beyaz Türkler’, 2000’li yıllarda tüm Türkiye’yi
yakalayan ve popüler bir terim; bu da Türkiye’nin Erdoğan’a karşı yüzde 5 lâik
olduğu (yani ‘Beyaz Türkler’) ve Erdoğan’ı destekleyen yüzde 95 dindar,
seçimlerde defalarca yüzde 50’ye kıyasla… Türkiye’de hiç kimsenin ‘beyaz’
olmadığını gördük; ama herkes aslında gri…”
Görüldüğü gibi Çağaptay, Kasımpaşalı berber amcaya
“Siyah Türkler” dedirtirken, aradan geçen bir yıllık zaman dilimi sonrası
bizzat hiçbir Türk’ün beyaz olmadığının altını çiziyor. Ancak “siyah” deme
cesaretinden vazgeçerek “gri” ifadesi ile yetiniyor.
***
Çağaptay, 26 Haziran 2018’de Amerika’nın Sesi (VOA) kanalının
sorularını cevaplarken, 24 Haziran Seçimleri değerlendirmesinde şu tespiti
yapıyor:
“MHP,
AK Parti’nin YPG konusundaki siyasetini daha da katılaştırmasını isteyecek. PKK
konusundaki mücadelesini daha da derinleştirmesini isteyecek. Amerika’ya karşı
olan tepkisini daha da sert ve daha yoğun aralıkla dile getirmesini isteyecek.
Dolayısıyla Türk-Amerikan ilişkilerinde YPG sorunu daha da büyüyecek,
küçülmeyecek.”
Bu tespitinden yaklaşık bir buçuk ay
gibi bir zaman sonra, 13 Ağustos 2019’da MHP lideri Devlet Bahçeli’nin verdiği
demeç, Çağaptay’ın tespitinin tutarsızlığını ispatlıyor:
“(Erdoğan’ın ABD ziyareti) Bölgesel ve küresel gelişmelerin sarpa
sarıp ülkemizin etrafındaki sinsi kuşatma serpilip sertleşmişken, Sayın
Cumhurbaşkanımızın bugün ABD Başkanı Trump ile yapacağı tarihî görüşme daha
anlamlı, daha önemli bir hâle gelmiştir. Dileğimiz, iki ülke arasındaki kronik
sorunların köklü çözümlere kavuşturulmasıdır.
Trump’ın mektup anarşisi, yaptırım resti, aba altından
sopa gösterme densizliği pişkince ve bayağı şekilde sürmektedir. Temsilciler Meclisi’yle Senato’daki
bir kısım Cumhuriyetçi Senatörün Türkiye’ye bakışları arızalı, şaşı ve
mesafelidir.
ABD yönetimi tutarsız, dengesiz, samimiyetsizdir. Şu hususu bütün dünya
bilmelidir ki, Türk milleti tamamıyla Sayın Cumhurbaşkanımızın yanındadır.”
***
Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü
bitiren, Bilkent Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler alanında yüksek lisans
yapan, Yale Üniversitesi’nde tarih bölümünde doktora tezi veren, 18 yıldır
Amerika’da prestijli analiz kurumları arasında yer alan Washington
Enstitüsü bünyesinde özellikle Türkiye, Bosna, Kafkaslar gibi bölgelerin iç ve
dış politikaları hakkında tespit ve analizlerde bulunan Çağaptay’ın
hukuk bilgisinin zayıf olduğunu yahut maksatlı cehaleti ile manipülasyona
yeltendiğini Fact-Checking Turkey sitesinde yer alan bir haberden anlıyoruz.
8 Ocak 2018 tarihli haber şöyle:
“Washington Yakın Doğu Araştırmaları
Enstitüsü’nün kıdemli Türkiye uzmanı Soner Çağaptay, temel hukuk bilgisine bile
sahip olmadığını gösterdi. Çağaptay, warontherocks.com adlı internet sitesinde
yayımlanan köşe yazısında, polisin OHAL düzenlemeleri kapsamında mahkeme kararı
olmadan herhangi birini gözaltına alabileceğini yazdı. Bunu da Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın baskısının bir örneği olarak sundu.
Ancak
tabiatı itibariyle gözaltı, mahkeme kararı olmaksızın savcılık emriyle icra
edilen bir adlî tedbirdir. Buna göre delillerin toplanması ve sorgu amacıyla
polis, zanlıyı belirli ve sınırlı bir süre için gözaltında tutabilir ve
hürriyetinden mahkûm bırakabilir. Bu sürenin sonunda polis, zanlıyı ya da
zanlıları ya serbest bırakmak ya da tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk etmek
zorundadır. Bu, hukukun evrensel bir kuralıdır ve bütün ülkelerde böyledir.
Türkiye’de de durum bundan farklı değildir. Mevcût OHAL düzenlemeleri de polise
böyle bir sınırsız yetki vermemiş, yalnızca gözaltı süresini uzatmıştır.
An
itibariyle Türkiye’de gözaltı süresi, âdî suçlar için 7 (yedi) gündür. Bu süre,
savcılık emriyle bir defaya mahsus olmak üzere yedi gün daha uzatılabilir. Terör
suçları ve organize suç hâlinde ise gözaltı süresi 30 (otuz) gündür ve bu
durumda uzatma imkânı da yoktur.”
***
Çağaptay’ın
ifadelerinden alıntılar ile sunduğumuz tutarsızlıklar, saymakla bitmeyecek
kadar çok. Türkiye’nin iç ve dış politikaları hakkında zekice lâf cambazlığı
yapan, her tespit ve teşhisinin ardından “Erdoğan nefreti”nin altını çizen
sözde bu uzmanın, şimdi de Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan hakkında
destursuz ve fütursuzca yaptığı hakaret içeren yorumlarına bakalım. Bakalım ki,
ne yapmak istediğini anlayalım…
Daha doğrusu,
onun üzerinden, 1718 yılında Doğu Hindistan Şirketi (British East India
Company) yöneticisi Elihu Yale’nin onuruna kurulan Yale Üniversitesi’nde
doktora tezi vermiş, Amerikan ve Yahudi lobisi destekli Washington Enstitüsü’ne
yerleşmiş, dünyaya her fırsatta, her kanalda ve Türkiye’yi ilgilendiren hemen
hemen her konuda tespitlerini sunan, dünya siyâsetine yön tayini yapma görevini
kendilerinde mahfuz tutan ABD, İsrail, British-Hindistan’ın emellerine vâkıf
olabilelim…
Üslûpsuz ve fütursuz yaklaşımlar
Geçtiğimiz ay Soner Çağaptay’a düşüncelerini soran
The Guardian’ın, “AK Parti’nin gücünü artırdığı ve liberal, lâik bir demokrasiyle
uyumlu olmayan dinî muhafazakârlık döneminin önünü açtığı” şeklindeki yorumu
üzerine Çağaptay, gazetenin verdiği bilgiye göre şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Erdoğan
bir döner ustası gibiydi. Önce bizi cezbetti, sonra sürekli ve metodik olarak
Türkiye demokrasisini dilim dilim keserek liberal ve lâik Türkiye’nin kabuğunu
yavaş yavaş ortadan kaldırdı.”
Yine, Mart 2020 tarihinde, “Boğaziçi Kitap İncelemesi”nden Luke
Frostick, Çağaptay’ın son kitabı “Erdoğan İmparatorluğu: Türkiye ve Orta Doğu
Siyaseti” (2019) adlı kitabı üzerinden bir söyleşi gerçekleştiriyor.
Frostick, “Kitabınızın amacı nedir?” bağlamında ilk sorusunu
soruyor. Çağaptay’ın verdiği cevap ve üslûbu dikkat çekici:
“(…)
Erdoğan yönetiminde Türkiye hakkında yazdığım üçlemenin son kitabı…
Erdoğan’a
bir ödev verdim. Dedim ki, ‘Sayın Erdoğan, aferin, Türkiye’yi ekonomik
olarak değiştirdiniz, şimdi politik olarak değiştirin.’
(…) Serbestliğini
sağlayan bir yeni liberal demokratik anayasa taslağı arasında Türkiye’nin ‘dindar yarısına’ verdiğiniz
özgürlüğü ‘lâik yarısına da’ verin. Böylece ülkeyi çok yıllık dinî-lâik
anlaşmazlıktan kurtarın. Ve aynı anayasa ile ülkenin vatandaşlarına geniş bireysel
ve kültürel haklar vererek Kürt sorununu çözün…
(…) Türkiye’nin
kendi kendini tüketen anlaşmazlıklarına nasıl bir son verebileceğini ve daha
sonra Ankara’nın enerjisini dış politika gücü olmaya odaklanmasını
sağlayacağını savundum ve hâlâ inanıyorum. Fakat Erdoğan’ın kitabımı okuduğunu
sanmıyorum! Bu yüzden Yeni Sultan’ı yazdım.”
***
Adı Türk, aklı türlü lobilerin tesirindeki bu uzmanın küstah
üslûbu, Erdoğan düşmanlığının ötesinde bir cüret! Bu cüreti, Erdoğan’a atfen
yazdığı “Yeni Sultan” adlı kitabın arka kapağında da, güya yayınevinin takdimi
şeklinde şöyle devam ediyor:
“Onun baskısı acımasız ve tutarlıydı. Tutuklu
gazeteciler, akademisyenlerin resmî olarak ülkeyi terk etmeleri yasaklandı,
üniversite dekanları kovuldu ve en üst düzey askerî subayların birçoğu
tutuklandı. Bazı açılardan hain ve başarısız 2016 darbesi, Erdoğan’a, bir ‘diktatör’
altında düzen ve istikrar getirme sözünü tekrarlama lisansı verdi.
Burada önde gelen Türk uzman Soner
Çağaptay, Erdoğan’ın Türk tarihinin kökenine, neye inandığına ve kuralını nasıl
güçlendirdiğine ve bunun dünya için ne anlama geldiğine bakacak.
Kitap, Erdoğan’ın, modern Türkiye
kriziyle sonuçlanan liberal Türklerden Gülen hareketine, darbecilerden Kürt
milliyetçilerine kadar mücadele etmek için çalıştığı tehditlere de değinecek.”
***
Yahudi lobileri tarafından
yönlendirilen ve Türkiye’de muhalefeti destekleyen basına, iktidardaki AK Parti’yi,
dolayısıyla Hükûmet’i ve Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik şartlarla halk
tarafından seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı nasıl
eleştireceklerine dair yol haritası belirleyen ve malzeme temini yapan Soner
Çağaptay, yerli manipülatör Şirin Payzın’ın T24 adlı haber (!) sitesi için
yaptığı röportajda, Türkiye’nin Suriye ilişkilerine ve basın özgürlüğüne dair sorduğu
sorusuna şu cevabı veriyor:
“Suriye
ile ilgili çıkan haberlerde Türkiye’ye yönelik ciddî suçlamalar var. Çünkü
Türkiye kaynaklı hiçbir açıklamaya ya da habere inanılmıyor. Türkiye’de
basın özgürlüğü olmadığı için gelen haberler doğru değildir diye düşünülüyor.
Oysa Türkiye’de basın özgür olsa, dış politikayı yürütmek, kamu diplomasisi
yapmak çok daha kolay olacaktı. Basın özgürlüğü aynı zamanda ulusal güvenlik
demek…”
Türkiye’de,
muhalif medya mensuplarının basın toplantılarında, köşe yazılarında hiç
çekinmeden Cumhurbaşkanımıza “diktatör” ithamında bulunmaları, her türlü haberi
manipüle etme yetkisini kendilerine tanımaları, ileri geri beyanlarla halkı
kışkırtmalarının ötesinde nasıl bir basın özgürlüğü bekledikleri de merak
edilecek cinsten doğrusu…
***
Buraya
kadar verdiğimiz örneklerden anlaşılacağı gibi Çağaptay, Orta Doğu’nun tarihî
sürecini doğrudan etkileyen ve etkin bir rol üstlenen Türkiye’nin önünü kesmek
için, başarılarını manipüle etmek için, asparagas haberlerle muhalefete malzeme
temin etme makinesi olarak Haçlı zihniyeti tarafından kurulmuş bir kukla.
Çünkü
verdiğimiz örneklerden görüldüğü üzere Çağaptay, tutarsızlık rekoru kırıyor. Bana
göre kendisinden beklenen, profesyonelce hazırlanmış, analitik ve stratejik
raporlar ya da makaleler değil. Türkiye Uzmanı Çağaptay’a biçilen görev belli:
Türkiye’nin son çeyrek asırda kaderini değiştiren Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip
Erdoğan’ın iç siyasetine, imzası bulunan çalışmaları, kitapları ve şahsî
makaleleriyle muhalefetin eleştiri sadaklarına ok doldurmak…
Ona
tayin edilen görev, Türkiye’nin iç siyasetini şekillendirecek ataklar
geliştirmesi…
Çağaptay’ın,
pek çoğu Türkçeye çevrilmemiş makaleleri tek tek analiz edildiğinde,
muhalefetin nereden beslendiğini, eleştiri zeminini ve seçkisini nasıl temin
ettiğini görmek mümkün olacaktır.
Çağaptay’ın
yüzlerce makalesi (Türkiye-Suriye ilişkileri, Türkiye-Rusya, Türkiye-İsrail
ilişkileri, Libya, Fırat Kalkanı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı gibi harekâtlar,
FETÖ operasyonları, basın özgürlüğü, ekonomik gelişmeler, yatırımlar), aslında
birer tespit ve teşhis dokümanı olmaktan çok, Türkiye’nin iç siyasetine yön
tayini yapan muhalefete sunulan ibre niteliğinde.
Yazımızın
bu noktasına kadar okuma sabrını gösterenler, Çağaptay’ın makalelerine, verdiği
röportajlara, kendisine danışılan konulara ve verdiği cevaplara baktıklarında,
Hükûmet karşıtı CHP, HDP, SP, İP ve GP gibi muhalefet partilerine eleştiri
malzemesi verdiğini, üstelik argüman sağladığını ve yöntem belirlediğini
göreceklerdir.
Yineleyelim,
Çağaptay, vitrine konulmuş bir manken. Ardında Türkiye’nin yükselişinden
rahatsız olan Haçlı zihniyetinin başaktörleri var.
Dünyayı
parmaklarında oynatma temayülü olan, emellerine ulaşmak için zulmü
meşrulaştıranlar için Çağaptay gibi geçmiş hikâyesi olmayan, zeki olduğu kadar
hırslı ve itaatkâr olma potansiyeli yüksek devşirme kişilikleri maşa olarak
kullanmaktan çekinmeyeceklerdir.
Dinsiz,
prensipsiz, vatansız, idraksiz, ihanete meyillileri para ile satın alma gücüne
sahip olanların hesaba katmadıkları bir gerçeklik var: Kavi bir imana sahip
Türk milletinin, vatan sevdâsıyla ölüme koşar adım gidecek cesarete haiz
olması…
Tabiî
bu hesaba katmadıkları gerçeklik, para ile satın alınabilir bir kitleyi esas almamalarından
kaynaklanmaktadır. Düşünmekten aciz, objektif, hattâ sadece yapıcı değil,
yıkıcı bile olabilecek doğal tespitler çerçevesinde eleştiri üretemeyecek Fatih
Portakal, İsmail Küçükkaya, Ruşen Çakır gibi zihinlerden medet ummalarındandır.
Pek çoğu asparagas ve manipülasyon barındıran bu medya simsarlarıyla Türkiye’yi
parçalayıp böleceklerine inanmaları ise, kibirlerinden kör olduklarının
ispatıdır.
15
Temmuz bunun en bâriz örneğidir ki, Türk milletinin tankların üzerine yürüme
iradesi ve liderlerinin önünde bedenlerini siper etmeleri, Amerikan
Yahudilerinin ne kadar hesapsız ve ne kadar yanılgı içinde olduklarının
göstergesidir.
Ticârî
bir zincir kurar gibi yahut franchising bir firma açar gibi, Çağaptay temsilinde
düşünce zinciri oluşturmak ve Türkiye muhalefetinin eleştiri üretmesini
sağlamak, akla ziyan bir eğilim ve çürük bir beklentidir. Çünkü muhataplarının
kavi iradesini değil, kendileştirdikleri kimliksiz kişiliklerin karakteri
üzerinden manipülatif tink-tank servisi sunduklarının ayırdına varamayacak bir
özgüven körlüğündeler.
Öte
yandan, Tanrı’ya meydan okuma kibriyle, istedikleri her kişiye, her ülkeye ve
halklara hükmedeceklerini sanma cüretleri, elbet bir gün beklenmedik İlâhî bir
talimat ile terbiye edilir.
Allah
rızâsını esas alan, “İnsanı yaşat ki
devlet yaşasın” prensibiyle Türk milletini yanlı-yansız ayırmaksızın
gözeten, sadece kendi halkının hak ve imkânlarını yükseltmek değil, mağdur ve
mazlum halkların hâmisi olma gayretine de düşen bir lidere bahşedilen basirette,
ferasette ve dirayette İlâhî bir yardım vardır.
Kendilerini
“Beyaz”, Müslüman coğrafyaların halklarını “Siyah” olarak adlandırarak kibirli
bir varoluş gerçekleştirenler için elbet İlâhî Mâkâmca yazılmış elim bir kader
vardır!
Bugün,
Covid-19 pandemisiyle sarsılan dünya ülkelerinden 93 ülkenin Türkiye’den yardım
istemesi ibrete şayandır meselâ…
Düzenledikleri
eksi puanlarla Avrupa Birliği’ne girişi bir türlü onaylanmayan Türkiye’den
yardım isteyen ülkeler arasında Almanya’nın, İspanya’nın, İtalya’nın, Fransa’nın
bulunması hayli dikkat çekici!
Yine
yardım isteyen bu ülkeler arasında, 84 tonluk tıbbî yardımın bir gün gecikmesi
hâlinde sağlık çalışanlarının pek çoğunu yitireceklerini belirten İngiltere,
para ödeyemeyecek kadar mâlî kriz içinde olan ve tıbbî yardımlar karşılığı barter
öneren ABD’nin de bulunması, “Âyinesi
iştir kişinin, lâfa bakılmaz” cinsinden...
Bundan
fazlası lâfı-ı güzaf!
Para ile satın alınamayacak niteliklere, zenginliklere ve hikmetlere sahip olduğumuzu bilelim. Aklî melekelerimizi kimselere rehin vermeden, olup biteni başkasının zihnî yetisi ile değil, kendi düşünce dinamiğimiz, aslî kaidelerimizle ölçüp biçerek yol alalım ve devşirme su ile değirmen döner mi, dönmez mi, görelim…