Virüsün taçlısı, düşmanın Haçlısı

ABD, 2019 yılı Aralık ayının son haftasında başlattığı virüs saldırısını, Trump’un ağzından kaçırdığı bir tarihle Nisan’da sona erdireceğini duyurdu. Aslında “Bu virüsün yayılımı Nisan ayında biter” diyen Trump, “Bu virüsü Nisan ayında bitireceğiz” demek istiyordu. Zira Nisan ayına kadar tasarladıkları ekonomik çöküş tamamlanacak ve dolarlar ana vatanı olan ABD’ye büyük ölçüde dönmüş olacaktı.

12 MART 2020’de DSÖ tarafından kontrol edilebilir pandemi (salgın hastalık) ilân edilen Coronavirüs süreci, 27 Aralık 2019 tarihinde Çin’in Hubei eyaletinin Wuhan şehrinde, ağır pnömoni tanısıyla hastaneye yatırılan üç hasta ile başladı.

Bu hastalığın pandemi ilân edilmesinin nedeni, üç aydan az bir zaman zarfında neredeyse bütün dünyaya yayılmasıydı.  

Hastalığın seyrinde buraya kadar her şey normal bir gelişim çizgisi içinde görülebilir. Görünüşte Çin’de ortaya çıkan bir bulaşıcı hastalık,  hızla küreselleşen dünyada yine küresel bir hızla yayılarak bütün ülkeleri istilâ etti.

Ancak DSÖ’nün “Covid-19” adıyla tıp literatürüne yeni bir bulaşıcı hastalık olarak dâhil ettiği bu hastalık, gerek ortaya çıkış yeri, gerekse yayılım alanları açısından bizde birtakım soru ve kuşkular uyandırmaktadır.

Bize göre bu virüs, doğal değil, laboratuvar ürünü yapay bir virüse benzemektedir. Yani bu virüs, üreticisi belli olan bir üründür. “Bu ürünü ABD mi, yoksa Çin mi üretti?” sorusunun cevabı şimdilik net değil. Ancak virüsün çıktığı yer ve yayıldığı alanlara bakılınca ürün sahibinin ABD olduğu daha yüksek bir ihtimâl gibi görünüyor. Zira virüs Çin’in malı olsaydı, ortaya çıktığı yer Wuhan değil,  ABD’nin Silikon Vadisi olması gerekirdi. Buradan anlaşılıyor ki, bu virüsün üretildiği laboratuvar ABD’dir.

***

Virüsün Çin’in üretim üssü olan Hubei eyaletinde ortaya çıkması bir tesadüf değil, bir projedir. ABD kaynaklı sinema ve kurgusal edebiyatta, özellikle böyle bir virüsün Çin’in Wuhan şehrinde patlayacağına dair öngörüler, öngörü olmaktan ziyâde bir plân ve projenin ayak sesleriydi. Çünkü ABD’nin algı yönetim mekanizmaları böyle çalışıyordu.

Nitekim SSCB’nin 1980’lerin sonunda yıkılışını öngören George Orwell’in “Hayvan Çiftliği” de böyle bir projenin edebiyata uyarlanmış kurgusuydu.

Coronavirüsün önce Çin’de ortaya çıkması ve ikinci olarak da Avrupa’yı vurması, rastgele bir sıçramayı değil, tıkır tıkır işleyen bir plânı işaret ediyordu.

Patronunun CIA olduğu Amerikan düşünce kuruluşları(!), gelecek 30 yıllık süreçte ABD’nin çökeceğini ve başta Çin olmak üzere Asya ülkelerinin yükseleceğini gösteren muhtelif raporlar yayınlıyorlardı.

Zaten Çin de süreç içinde gerekli parasal doygunluğa ulaşarak “Bir Kuşak Bir Yol” projesini tasarlamış ve elindeki cârî fazlayı bu projenin gerçekleşmesine tahsis etmeye başlamıştı. Çin’in böyle bir yol izlemekten maksadı, denizlerden ablukası altında olduğu ABD’yi kara ve demir yoluyla oyun dışına iterek dünya liderliğini ele geçirmekti.

ABD’nin artık Çin önderliğinde yükselen yeni dünyayı askerî açıdan durduracak bir gücü yoktu. Üstelik dünyanın en borçlu ülkesi konumundaki ABD’nin Çin’i ticaret savaşları ve ekonomik ambargolarla durduramayacağı da çok aşikârdı. Zira ABD ekonomisi bu yaptırımlara yine yaptırımla cevap verilmesini karşılayacak bir iktisadî mecâli kaybedeli yıllar olmuştu.

***  

ABD bilinen yöntemlerle Çin karşısında bir sonuç alamayacağını, bir türlü düze çıkmayan sorunlu ekonomisi üzerinden açık seçik görüyordu.

Ayrıca İkinci Dünya Savaşı’ndan beri tartışmasız sürdürdüğü dünya liderliği imajı son yıllarda büyük yara almış, attığı dengesiz adımlar ve ürettiği tehdit dili nedeniyle dünya ülkeleri tarafından bir biçimde gizli ve açık olarak hedefe konulmuş bir ülke konumundaydı.

2017 yılının Aralık ayında ABD’nin Kudüs’ü İsrail başkenti olarak kabul etme kararının BM’de oylanması esnasında Türkiye liderliğindeki cephenin ABD’yi nasıl yapayalnız hâle getirdiği hâfızalardaki tâzeliğini hâlâ koruyor.

ABD o oylama sonrası, karşısında bir dünya blokunun olduğunu görünce aba altından nice sopalar gösterdi ama acı bir yenilgiye uğramaktan kurtulamadı.

Bu gerçeklik karşısında ABD, kovboy filmlerinin poker masasında kaybedince silahına davranan esas oğlanı gibi, kural dışı ve ahlâksız bir silah kullanmayı seçti: Coronavirüs!

Üretilmesi, ABD’ye belki de 1 milyon dolarlık bir mâliyet  yüklemeyen bu virüs, an itibarıyle dünya ekonomisinde 20-25 trilyon dolarlık bir hasara yol açtı.

Üstelik ABD’nin behemahâl çökertmeye çalıştığı iki büyük ekonomik rakibi olan Çin ve AB, bu işten şimdilik üçer trilyonun üzerinde zarara uğradılar.

Şu âna kadar Çin’de 320 milyonun üzerinde ve AB’de de 40 milyonun üzerinde bir işten çıkarma gerçekleşti; ancak dalga durmuş değil ve fatura günden güne artıyor.

***

Peki, bu işten kim kazançlı çıktı?

Bu operasyonun tek kazananının ABD olduğu görülüyor.

Bu tabloya bakınca İngiltere’nin canhıraş bir aculiyet ile AB’den niye ayrılmak istediği daha iyi görülüyor.

Fare gemiyi terk etmeliydi. Çünkü sıcak para Çin ve AB’yi terk ederek önce büyük liman olan ABD’ye ve bazı küçük limanlara yelken açacaktı. Bu limanlardan biri olmak kazandıracağına göre, İngiltere’nin böyle bir liman olup paracıkları beklemesi gerekirdi.

Şu açıktır ki, doğru pozisyon alanlar, daima oyun kuranlar yahut kurulan oyunun içinde bulunanlardan başkaları değildir.

ABD, bendenize göre daha bu virüsü yaymadan aşısını bulmuş ve gereken ekonomik ve siyâsî perdelemeleri de çoktan kurgulamıştı. Çünkü panzehrini cebine koymadan piyasaya süreceği bir zehir, bir bumerang gibi önünde sonunda kendisini de vururdu. Böyle bir darbe ise bir köpük gibi, hâddinin üstünde kabaran ABD ekonomisini yerle bir ederdi.

ABD’nin şirketleri, dünya ölçeğinde şirketler olsa da balon şirketlerdi. Bunlar; Facebook ve Twitter gibi ürün yerine algı üretmeye yarayan şirketlerdi. Karşı taraf 5G teknolojisi ile bunları çökertmek üzere hazırlıklara çoktan başlamıştı bile.

Böyle bir durumun gerçekleşmesi hâlinde ABD’nin 21 trilyon dolar olan borcu 50-60 trilyonlara dayanarak ülkeyi çökertebilirdi.

O zaman ne yapmak lâzımdı? Coronavirüs gibi biyolojik bir silahı üretenin, o silahın antivirüsünü de üreterek hazırlık yapması ve elinde bulunan algı unsurlarını da bir silah gibi kullanması…

***

Ne yazık ki dünyadaki ana medyanın yüzde 90’dan fazlası ve sosyal medyanın da tamamı ABD’nin kontrolündedir.

ABD, 2019 yılı Aralık ayının son haftasında başlattığı virüs saldırısını, Trump’un ağzından kaçırdığı bir tarihle Nisan’da sona erdireceğini duyurdu.

Aslında “Bu virüsün yayılımı Nisan ayında biter” diyen Trump, “Bu virüsü Nisan ayında bitireceğiz” demek istiyordu. Zira Nisan ayına kadar tasarladıkları ekonomik çöküş tamamlanacak ve dolarlar ana vatanı olan ABD’ye büyük ölçüde dönmüş olacaktı.

Bunu sağlamak için de elindeki dünya medyasını üç ay boyunca Coronavirüs ile yatırıp kaldıracak ve toplamda üç beş bin ölümü, bütün insanlığa dünyanın sonuymuş gibi göstercekti.

ABD, böyle bir algı oyunuyla piyasayı hazır hâle getirdikten sonra, seri üretimi çoktan bitmiş olan Corona aşısını “daha yeni bulmuş gibi” yapacaktır. Böylelikle üç sente mâl ettiği uyduruk aşıları bütün dünyaya fahiş fiyatlarla satarak borçlarını sıfırlayacak, başka bir ifadeyle borçlarını bütün dünyaya ödetecektir.

Arkasından da anavatanına dönen sıcak parayla Çin ve Avrupa’da çökmüş olan şirketleri yok pahasına satın alarak bir kez daha “Dünyanın lideri benim!” diyecektir.

Maalesef dünyadaki durum, bu öngörümüze doğru gidiyor ve görünen köy de kılavuz istemiyor!

***

“Corona” kelimesi, “taç” anlamına geliyor. Bu virüsü üretenler, ülkelerin ciğerlerine “Taç sahibi benim!” diyen müşrik bir kralın taçlı mührünü basıyorlar.

Bu virüs sıradan değil, taçlı bir virüs, anladık…

Ama biraz daha yakından bakınca, “Haçlı bir virüs” olduğu da görülüyor.

Bu fikre nereden vardığımıza gelince…

Taçlı virüsün dört büyük hedefi vardı: Çin, AB, İran ve Türkiye…

Türkiye’yi sonda yazmam okuyucuyu şaşırtmasın, Türkiye birincil hedeflerden biriydi.

ABD ve İngiliz medyalarında bu virüsle ilgili yayın yapılırken, fonda her fırsatta Türkiye’ye ait mekân ve simgelerin verilmesi gözünüzden kaçmamıştır sanırım.

Virüsü üretenler nasıl ki aşısını ceplerine koyduktan sonra virüsü bulaştırdılarsa, medyaları da virüsün bulaştığı ülkelerle ilgili jenerik ve görselleri çoktan hazırlamışlardı.

Özellikle bu hâricî düşmanlarımızda Türkiye’yi çökertme misyon ve motivasyonu ne Çin, ne de AB’yi çökertme iştahına benzer.

Bu şereften piyade adamların kuduz köpek gibi saldırdıkları en büyük düşman biziz!

Bizim çökmemiz, onlar için dünyanın en büyük hazzıdır!

***

Ama biz, Peygamber Efendimizin (sav) buyurduğu gibi, önce devemizi sağlam kazığa bağlayıp sonra tevekkül ettik!

Devletimizin mümin firâsetinden beslenen derin aklı, bu virüs daha Çin’de belirir belirmez, Haçlılıların bu taçlı virüsünün asıl hedefinde kendisi olduğunu gördü ve vatandaşımızın mübalağalı bulduğu tedbirler dizisini peş peşe hayata geçirerek tuzakları bir kez daha bozdu.

Haçlının taçlı medyalarının binbir fitne koparmaya aday sahte görselleri, bir kez daha ellerinde kaldı.

Aziz okuyucu, tam şuraya yazıyorum: Haçlının taçlı virüsünü en az hasarla atlatan tek ülke Türkiye olacaktır!

Şu an cebinde, bu virüsü iyi edecek ancak iyileşende daha kötü marazlar peydahlayacak aşılarla bekleyen ve “Kazandım” zannıyla ellerini oğuşturan habis devlet ve devletçik (ABD, İsrail) var ya, tuzaklar kuranları tuzağına düşüren Rabbim, onlara kim bilir ne acılı kazançlar hazırlamıştır!

Bal diye umduklarının zehir olduğunu görünce acaba ne hâle gelecekler?

Nisan ayını bekleyelim, görelim!

Vesselâm…