Virüs ve sinek

Hakka dayanmayan hiçbir gücün Allah katında bir sinek kadar değeri yoktur. Güce değer katan şey ise hak olması, hakka dayanması ve haklı olmasıdır. Hakka dayanmayan güç, sahipleri için ancak zillete açılan kapıdır. Yeryüzünde en şerefli tavırlardan biri, gücün yanında değil, hakkın ve haklının yanında, haksız ve zalim olanlarınsa karşısında yer almaktır.

“CORONA” denen virüs, sinekten de küçük olan, görünmez bir canlıdır. Ama küresel zalimler, güçlü zannedilen tüm heybetlerine rağmen bir virüsle bile baş edemediler; tıpkı tarihteki büyük zalimler gibi… Çünkü cüsse olarak iri olmak, güçlü ve yenilmez olmak anlamına gelmez. Bu yüzden çağdaş zalimler de virüs ile mücadele edemeyip önünde diz çöktüler. 

Düşünen ruhlar hiçbir zaman şehvete ve zevke teslim olmazlar. Yıldızların ve hattâ Ay ile Güneş’in peşinden koşup ışığında yıkanan yüce ruhlara hiçbir hastalık tesir etmez. Günün muayyen vakitlerinde duâ ve tövbe ile yıkanıp temizlendikleri ve arındıkları için kirlenmez ve esir olmazlar. Şeytanın iradesi ve imanı, güçlü mümin kullar karşısında zayıftır. Şeytana güç veren, aslında insanın zayıf olan imanı ve karakteridir. İşte virüs de tıpkı şeytan gibi, bağışıklığı zayıf olan insanlara zarar vermektedir!

Ne zaman Kur’ân’da geçen birçok peygamber ile onların yolundan giden büyük şahsiyetlerin, toplulukların ve büyük Tevhîd önderlerinin hayatını okusam, aklıma hemen yıldırım hızıyla bazı düşünceler akın eder. En çok da şu düşünce güç ve kuvvet verir, umudumu arttırır her zaman: Dünyada kısa zamanda güçlüler kazanıyormuş gibi görünse de gerçekte ise uzun zamanda her zaman haklı olanlar kazanıyor. Hakka dayanmayan hiçbir güç, aslında kazanmıyor; haksız ve bâtıl olan bütün güçler, bir gün mutlaka yok olup gidiyorlar.

Zaman zaman insan olmanın verdiği zaaflar veya bazı menfaatler nedeniyle güçlülerin yanında tavır almanın, gücün yanında yer almanın kişiye imkân ve imtiyaz kazandıracağı düşünülse de, işte bu Corona günlerinde bütün güçlerin, hakkın karşısında aciz ve birer hiç olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Tıpkı Firavunî sistemler gibi zayıf kesimlerin sırtına basa basa yükselen, mazlumların gözyaşları üzerinden kendilerine iktidar kuleleri ve zevk kaleleri inşâ edenlerin, yedikçe semizleşen, semizleştikçe devletleşen, devletleştikçe kendini Rab zanneden küresel zalimlerin, dünyanın büyük zannedilen tüm devletlerinin bir virüs karşısında nasıl aciz kaldıklarına, bir maskeye muhtaç olduklarına hep birlikte tanık olduk. Bundan sonra da tanık olmaya devam edeceğiz.

İster Allah tarafından gönderilen bir felâket, ister üretilmiş biyolojik bir silah olarak kabul edilsin, güçlü olduğu ve dünyaya hükmettiği zannedilen devletler ve sistemler, küçücük bir virüs karşısında çâresiz kaldılar. Korkudan evine kapandı herkes. Bâtıl ve zalim olan bu çağdaş Firavunî sistemlerin bu uyarıcı felâketten ders çıkarmamaları belki doğal karşılanabilir, ancak bundan İlâhî bir mesaj çıkarması beklenen Müslümanların da gerekli dersi çıkarmadıkları görülmektedir. Allah’ın yardımı unutulup, “Virüsü yendim” diyerek, sevinç ve çığlıklarla şovlar yaparak hastanelerden çıkılmaktadır. Balkonlarda müzik ve eğlenceler düzenlenmektedir.

Oysa Batı, kendi din ve medeniyetinin virüs karşısında yetersiz kaldığını düşünerek camileri açıp Kur’ân ve ezan okutmakta, dinimizden medet ummaktadır. Güce teslim olup gücü hak ve hakikatin nedeni olarak gören, güçlüden taraf olup ondan faydalanan, güçlü olanın her zaman haklı olduğu düşüncesine sahip olup yeryüzünde böbürlenerek gezen herkes bu felâketten İlâhî mesajlar çıkarmalıdır. Çıkarmalıdır ki, fil ordusunu yerle bir eden ebabil kuşları gibi zalim güçlerin bir virüs karşısında nasıl aciz kaldıklarını görmeli ve hayatına yeniden düzen vermelidir.

Çünkü bu virüs, aslında Allah’ın bir âyetidir. Sadece çağdaş Sâmirîleri değil, Mûsâ’ya iman edenleri de içine alan ve sekiz milyarı kapsayan muhteşem bir âyet… Belki buradan Allah ile bağımızı asla koparmamak gerektiğini de daha iyi anlarız.

Virüs felâketi, Kur’ân’da (Hac, 73) ifade edilen sinek örneğine çok benzemektedir. “Sinek” deyip geçmeyelim. Kur’ân’da özellikle sinekten bahsedilmesinin elbette büyük hikmetleri bulunmaktadır. Allah bu âyette, güçlü olduklarını iddia eden Mekke müşrikleri şahsında tüm müstekbirlere meydan okuyarak şöyle seslenmektedir: “Ey (güç sarhoşluğu içinde Allah’a şirk koşan zalim) insanlar! Sizlere bir misâl verildi, ona kulak verin (ve onu iyice algılayın). Sizin, Allah’ın yanı sıra kulluk ettiklerinizin hepsi bir araya gelse bir sinek bile yaratamazlar. Öyle ki, sinek onlardan bir şey kapacak olsa, onu bile ondan geri alamazlar. Zira isteyen (zalim) de, kendisinden istenen (sinek) de ne kadar güçsüz ve acizdir.”

Allah, müstekbirlerin ve tağutların saltanatlarının ne kadar dayanaksızlığını, köksüzlüğünü ve de güçlerini, bir sineği örnek göstererek itibarsız hâle getirmektedir. Tiksinti verici, mide bulandırıcı ve mikrop taşıyıcısı sineği örnek göstererek, o müstekbirleri insanların gözünden düşürmektedir. Allah, insanların imrendikleri şeyi iğrenilen bir canlı ile yerle bir etmektedir. Öyle ki, onların büyük görünen güç ve saltanatlarını insanların çok önemsiz gördükleri iğrenç bir sinekle karşılaştırarak güce taraf olanlara mesaj vermektedir.

Önemsiz ve küçücük bir sineğe bile gücü yetmeyen zalimlerin üstün zannedilen güçlerine rağmen gerçekte ne kadar güçsüz ve aciz oldukları, bu sinek örneği ile anlatılmaktadır. Allah bu örnekle insanlığa şu mesajı vermektedir: Hakka dayanmayan hiçbir gücün Allah katında bir sinek kadar değeri yoktur. Güce değer katan şey ise hak olması, hakka dayanması ve haklı olmasıdır. Hakka dayanmayan güç, sahipleri için ancak zillete açılan kapıdır. Yeryüzünde en şerefli tavırlardan biri, gücün yanında değil, hakkın ve haklının yanında, haksız ve zalim olanlarınsa karşısında yer almaktır. Allah bu gerçeği Kur’ân’ın birçok yerinde farklı örnekler ve kıssalar ile anlatmaktadır.