OTURMUŞUM bir köşeye, “Dostlar beni hatırlasın”...
Dostlar tanımaz beni, düşmanlarım daha iyi bilirler. Zaaflarımı,
arzularımı, hırslarımı, hırçınlığımı, yaralarımı, ümitlerimi… Daha kendimin
bile bilmediği birçok yönümü düşmanlarım bilir. Kalbimin tam ortasına oklarını
doğrultup yaylarını gererek bekleşirler. “Hangi söz bağrını yaralar, hangi
tuzak ayağını çeldirir?” diye pusuya yatarlar.
Ben bir devletim yahut gariban, kendi hâlinde bir tek
insan… Yahut bir ümmetim aynı şahâdeti ikrar eden… Sabırsızlığım,
şükürsüzlüğüm, öfkem, duyarsızlığım ve tuhaf korkularım…
Neyse, hazır evlere kapandık bu aralar, hayatın telâşına
zorunlu ara verdik. Bir iç yolculuğu hak ettik öyleyse…
Uzun zamandır yapıp ettiklerime takıldı aklım. Elimde
kumanda, basıyorum tuşlara bahtıma ne çıkarsa. Gözümü, kulağımı, rûhumu
tırmalayan ne varsa umarsızca izliyorum. Tek bir ekrandan felâketler
bombardımanı doluşuyor odama. Sonra markete gidiyorum, sorgusuzca koyuyorum ne
varsa sepete. Sonra mutfağıma, tencereme, mideme, damarıma, kalbime... Ben
özgür müyüm sahi? Gözüm kulağım, ağzım, midem ve aklım, kalbim bu kadar işgal
altındayken ben özgür müyüm?
Hani reklâmda soruyor ya bana “Haz peşindeysen?” diye, evet,
ben de haz peşindeyim; çoban kavalı çalıyor ve sürüye katılıyorum, ertesi gün
alıyorum reklâmda gördüğümü. İradem ne işe yarıyor ki bu arada?
Düşününce buluyorum aslında; haz, alnımın değdiği secde mekânında,
nargile kafede çektiğim dumanda değil. Haz, duâya beklendiğim seherde, sarhoş
olana kadar içtiğim akşamda değil. Giydiğim kıyafetin markasıyla şık değilim
aslında, giydirdiğim garibin sevinciyle şıkım. Haz, yediğimde değil,
yedirdiğimde gizli. Dilimi tuttuğumda, öfkemi yuttuğumda başlıyor medenî
cesaretim…
Düşmanlarım beni çözerken ben böyle yaşadım işte. “Nereden
nereye yolculuk?” diye sormadım. Bir virüs dünyaya meydan okuyor şimdi. Kimisi “Biyolojik
silah” diyor, kimi “Tesadüf”, kimi de “Hayvanlara yapılan eziyetlerin ahını
aldık” diyor. Herkeste bir vicdan muhasebesi… Mikro boyuyla herkese korku
salan, dehşet veren, stok yaptırtan, evlere kapatan, kepenk kapattıran; borsayı,
turizmi, ticareti altüst eden bir virüs… Vay canına, hayat zevkine kapılmışız
işte! Her nefes alışımız bir ihtimâl, verişimiz bir ihtimâl değil mi? Sebep ne
olursa olsun, yüzde elli ihtimâlli anların toplamını yaşıyoruz. Ama Azrail’le
göz göze gelmiş gibiyiz. Ahirete yönelik ne yaşanıyor bu mavi kürede, kendisi
mutlak sona doğru dönmekteyken, Güneş de karar kılacağı yere doğru akıp
gitmekteyken…
Kimseden bir değişim, dönüşüm, başkalaşım ve sıçrama
beklemiyorum. Değişim olacaksa bende olmalı. Ben “Dur!” demeliyim kendime.
İrademe, özgürlüğüme, benliğime sahip çıkmalıyım. Nefsimin istediği her şeye
ihtiyaç gözüyle bakıp delice peşine düşmemeliyim. Küçük bir cam bilye gibi
artık “dünya” ve “ben” ihtiraslarımla o bilyeyi önüme katıp yuvarlıyorum. Madem
ölümün soğuk eli enseme değdi, hırsımı şükrüm dizginlemeli. Bir değil, bin
tavaf etmeliyim gönül kâbesinde. Söz verdiğimde bir dakika geciktiysem sebepsiz
yere, “Acaba nasıl teslim oldum Allah’a?” diye sormalıyım kendime.
Korku duygusu insanı nasıl da harekete geçiriyor. Virüs
ve ölüm şimşekler çaktırırken beynimizde, kıvranıyor, kaçacak yer arıyor,
tedbirler alıyoruz. Demek ki iman da davranış gerektirmeli. “Korktum ama yine
de çaldım”, “Utandım ama kendime engel olamadım, zina ettim”, “Tereddüt ettim
ama kendimi kurtarmak için iftira ettim”, “İstemedim ama şöyle yaptım, böyle
yaptım”… Hayır, hayır bu cümleler böyle kurulamaz! “Korktum, çalamadım”, “Utandım,
başımı önüme eğdim”, “Allah’tan çekindim, zinadan uzaklaştım”, “Sonunu düşündüm,
sustum”, “Sevdim, secde ettim”, “Empati yaptım, affettim”, “Kul olduğum için
şükrettim”, güzel cümleler… Duygu, inanç ve tavır net, her şey yerli yerinde!
Bu yazının başlığı “Virüs Tefekkürü” olacak belli ki… Ama
doğrusu, bundan çok daha büyük korkularım var yıllardır. Kıyametin küçük
adımları sokaklarımızda, odalarımızda dolaşıyor. Ehil olmayanlar idarecilik
yapıyor, adam kayırma ve aldatma kol gezerken kadınlar erkek yükü taşıyor ve erkekler
kadın narinliğinde; eşcinsellik dünyayı sarmış, zulümler, haksızlıklar,
cinayetler... Ben bunlardan ürküyorum işte! Dünyayı kuşatan hırs ve
savaşlardan, depremlerden, beton şehirlerden, mekanik insanlardan, güvensizlikten,
eriyen buzullardan, kirlenen atmosferden, internet ve uyuşturucu
bağımlılığından…
Aman Allah’ım! Şimdi şu küçük virüse tekrar dönüp
bakıyorum; gözle görülür bunca şey varken hakikaten çok küçük bir şey… Öldürmesine
rağmen hem de… Hayat bir kerelik fırsat, ölüm de tek bir kez tadılacak bir
kader. Bizim inancımız her türlü boşluğu dolduracak kadar büyük, her türlü sarsıntıyı
atlatacak kadar güçlü. Ben sadece, her varlığı yaratan Allah’a, kutsal kitabım
Kur’ân’a ve Peygamberim Muhammed’e (sas) gönül vererek kendi iç yolculuğumun
hatırasını yazıyorum. Kalbimi yolluyorum bu satırlarla, kalbe gideceğini biliyorum.