Virüs kimlik sormuyor, biz birbirimize soralım!

Farklı renklerde eller açılıyor semâya… Farklı dillerde duâlar ediliyor mülkün ezelî ve ebedî sahibi “Mâlikü’l-Mülk”e… İspanya’da, Hıristiyanların çatılarını okşayıp geçiyor teselli gibi ezan sesleri. İsviçre’deki kiliselerde “Allah-u Ekber!” nidası yankılanıyor. Aman Allah’ım! Bu bir mucize olmalı… Mabetleri cami, kilise, sinagog, şapel diye yaftalayacak derman kalmadı kimselerde. Çünkü bu virüs eşit şartlarda hüküm sürüyor. Ecele müsebbip bu virüs kimseye kimlik sormuyor!

TÜM insanlık, şimdilerde aynı kederin gölgesinde, aynı kaderin imtihanını yaşıyor.

İnsanoğlunun eş zamanlı, aynı adlı görünmez ama tehditkâr bir virüs ile tahammül eşiği, sabır ve şükür seviyesi, temizlik alışkanlıkları, insan ilişkileri gözden geçiyor.

Dünya dev bir ayna sanki… Kim, hangi yana dönse, kendine benzer sûretleri, tahminlerine yakın hikâyeleri, ortak tedbirleri, aynı telâşı görüyor.

Aynalara sûretlerimiz düşerdi evvelce, şimdi yeryüzü aynasında sîretini seyrediyor insanoğlu.

İnsan olma hâlimize rücû edeceğimiz vakitleri soluyor dünyanın yer bir köşesinde insanlar.

Sanki Coronavirüs, dünya yasalarıyla, bilimle, ilimle, ülkelerin gücü, imkânları ve yeterlilikleriyle sınıyor.

Dünyayı yakasından tutup silkeleyen bu salgında insanlık için bir varoluş menkıbesi saklanıyor da Coronavirüs insanın akletme vasfıyla saklambaç oynuyor.

Orijin adı “2019-nCOV” olan bu virüs; din, dil, ırk, vatan sınırı, ülke adı gözetmeksizin, kendinden milyonlarca kat büyük kanatlarla kolaçan ediyor dünyayı.

O gezedursun, insanoğlu akıllı, ferâsetli, basiretli ve duyarlı olmanın imtihanından geçiyor.

Ülkeler göstermelik “güç” söylemleriyle değil, sahici imkânlarıyla yüzleşiyor.

İnsanlar önce kendi, sonra sevdiklerinin canlarının mesuliyetini en derinden hissedip kalplerindeki sevgi, akıllarındaki bilgi, ruhlarındaki itminan ile öz servetiyle korumak için tedbir geliştiriyor. Çünkü dünyanın büyük güçleri, henüz bu virüsü durdurmaya güç yetiremiyor.

Ortak bir düşman, bir zamanlar dost olanların da, düşman olanların da kulağına sanki aynı şeyi fısıldıyor:

“Haydi, göster içindeki sana yakışan, senden başka hiçbir mahlûka verilmemiş insanî vasıfları!

Haydi özüne dön!

İnsan olma, insan kalabilme hâlinde saklı bu imtihanı kazanman… İhmal ettiğin, yitirdiğin ne varsa yeniden kat dünyana…

Unuttun mu, sen, dağların üstlenmediği dünyanın yükünü üstlenensin.

Sen, halîfe olarak yaratılansın!

Haydi şimdi, tam da bu bâdire ile mücadele ederken, sahip olduklarınla arana bir mesafe girmişken, insaniyet adına, insanca güzele ve iyiliğe dair ne varsa kuşan!

Benim varlığım seni korkutmasın.

Ölüm seni ürkütmesin.

‘Kadere ve kazâya ve dahi ahirete imanınla’, muhabbetle, tebessümle ölümü öldürecek olan sensin!

Çünkü sen, sonsuz bir hayat ile müjdelenensin!”

***

Bir acayip zaman ki, insan, varoluş serüvenini sil baştan okumak zorunda kalıyor.

Farklı renklerde eller açılıyor semâya… Farklı dillerde duâlar ediliyor mülkün ezelî ve ebedî sahibi “Mâlikü’l-Mülk”e…

İspanya’da, Hıristiyanların çatılarını okşayıp geçiyor teselli gibi ezan sesleri. 

İsviçre’deki kiliselerde “Allah-u Ekber!” nidası yankılanıyor.

Aman Allah’ım! Bu bir mucize olmalı… Mabetleri cami, kilise, sinagog, şapel diye yaftalayacak derman kalmadı kimselerde.

Çünkü bu virüs eşit şartlarda hüküm sürüyor. Ecele müsebbip bu virüs kimseye kimlik sormuyor!

Hıristiyan dünyanın mabetleri her ne kadar mimarisiyle Ortodoks, Katolik ve Protestan çığlığı atıyor olsa da cemaatleri şimdilerde aynı hastalığın şifâsına talip.

Doğu ülkelerinde hangi mezhepten olunduğunu ayırt etmeksizin ölümü hatırlatıyor bu virüs. Kapısını çaldığı insanın Alevî, Sünnî, Şiî olduğuna bakmıyor.

Uzak Doğu’da halk Budist’miş, paganmış, virüsün hiç umurunda değil!

Evet, bu virüs kimlik, imza, kaşe sorgulamadan insanlığın ruhuna ölümlü olduğunu fısıldıyor, ölüm sonrası sonsuzluğu kazanmaktan yahut kaybetmekten söz ediyor olabilir.

Ve dahi bu virüs, insanın insana ettiği zulme, kendi nefsinin zalimi olma melekesine dikkat çekiyor belki de… (Allah-u âlem!)

***

Hani Yunus (aleyhisselâm), Ninova halkını Tevhîd’e davet etmek için Rabbü’l-Âlemîn tarafından görevlendirilmişti de, “o”, uzun süre “Hak Dinine” davet ettiği hâlde çok az kimse iman edince halkına kızmış, ümitsizliğe kapılmıştı. Ninovalıların üzerine gelecek musîbetten kendini korumak için bir gemiye binip şehirden uzaklaşmıştı. 

Sonra bindiği geminin yükü ağır gelince, çekilen kurada Yunus’un (aleyhisselâm) adı çıkmış, o denize atılmış ve bir balık tarafından yutulmuştu. Böylece lakabı “Zünnûn”1 olmuştu.2

Yunus (aleyhisselâm), o balığın karnında karanlıklar içindeyken, “Lâ ilâhe illâ Ente Subhaneke inni küntüm minezzalimîn” diyerek duâya durmuştu.

Bu hakikat, Vahy-i İlâhi’de bize şu âyet-i kerimeler ile hatırlatılmıştı: “Zünnûn’u da (Yunus) zikret! Hani öfkeli bir hâlde geçip gitmiş, Bizim kudretimizin kendisine yetmeyeceğini zannetmişti. Sonunda karanlıklar içinde, ‘Allah’tan başka ilâh yoktur. Seni tespih ederim. Muhakkak ki, ben kendime zalim olmuşum!’ diyerek yalvardı./ Bunun üzerine duâsını kabul ettik ve onu sıkıntıdan kurtardık. İşte Biz, iman etmiş olanları böyle kurtarırız.”3

Kim bilir, insanoğlu belki de Yunusca (as) bir kızgınlığın, ümitsizliğin cenderesinde kabul edilecek duâların eşiğine gelmiştir...

Belki hep birlikte, “Allah’tan başka ilâh yoktur! Seni tespih ederim. Muhakkak ki ben kendime zalim olmuşum!” duâsının kabulünü umarak, farkında olmayarak ettiğimiz zulümleri kendimize ve Rabbimize itiraf edersek, duâlarımızın kabulü, bu hastalığın şifâsı olarak ikram olunur. Ki duâlarımız makbul olursa, camilerimiz belki bizlerle dolup taşar yeniden...

Çarşılar, pazarlar yine rengârenk donanır.

Yine sıkı sıkı sarılırız birbirimize ve yine bir araya gelip sohbetler ederiz saatlerce…

Ama bu defa zulmetmekten hicap duyarak, incitmekten korkarak, haksızlığa mahâl vermeyerek ve havayı, suyu, toprağı, kaynakları, gıdayı, parayı hakkımız olduğu kadar bölüşerek, din, dil ve ırk ayrımı yapmayarak ve severek bakarız birbirimize…

Belki o zaman, farkına varmadan eşyanın kıymetiyle takas ettiğimiz ruhlarımız, yaratılış-ediliş gâyesini kuşanır.

Hazîne hükmündeki varlığımızın üzerine ölü toprağı gibi yığılmış dünyevî servetlerden silkeleniriz de aslımıza rücû ederiz belki…

İşte o zaman, Allah’ın izni ile zamansız ve mekânsız bir güç fışkırır yeryüzünden!

Çırılçıplak kalmış bir insan doğar bu kederin içinden. Tâze bir avaz olur dilinde…

Yeniden ama aslında 14 asır öncesinden haber edilmiş bir hayat anlayışına amâde olur tüm insanlık. Huzur bulur dünya… “Yine”lerden çekinerek var olacağı zamanı kollayarak köhnemiş insanlık içinden asıl ve asil insanın dirilişi gerçekleşir yeniden…

***

Evet, yarım asırdan biraz fazla yaşamış biri olarak, dünyayı aynı endişe, aynı tedbir ve aynı telâşa sürükleyen bir salgının pençesinde tüm dünya insanlarının tek bir kederde, benzer kaderle mücadele edişine ilk kez şâhit oluyorum. 

Tuhaf bir şekilde korkudan çok çocukça bir merak var içimde. Emr-i Hakk vâki oldu mu, zaman vuslat için durdu mu, gelmeyecek mi zaten ölüm? Sonumun değil, soru/mun ve sorunun merakındayım şimdi.

Şâhidi olduğum bu dönem bana, bize, bütün insanlara ne söylüyor acaba?

Hangi ibrete muhatap kılındık tek düşünebilen canlılar olarak?

Alacağımız mesaj, çıkaracağımız ders, ulaşacağımız ibret bana, bize, insanlığa ne kazandıracak, ne kaybettirecek?

***

Allah’ın izni ile bu derde devâ bulunacak!

Kalkacak üzerimizdeki bilinmezliğin kalın perdesi…

İnanıyorum, geçecek! Çünkü âyet âyet inşirah geçiyor zihnimin ve kalbimin her zerresinden: 

“Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık var./ Evet, o zorlukla beraber bir kolaylık var!/ O hâlde boş kaldığında yine kalk, yorul!/ Ve ancak Rabbinden ümit et, hep O’na doğrul!”

Geçecek bu tecrit edilmiş, küçülmüş yaşamak...

Varken kıymetini bilemediğimiz, yoklaştığında yoksulluğumuzun derdine düştüğümüz ne varsa eskisi gibi çoğalacak inşallah!

Peki sonra? Sonra ne olacak?

Komplo teorilerinin ne kadarı gerçek olacak?

Küreselciler mi, ulusalcılar mı kazanacak?

Yeni dünya düzeni ne zaman kurulacak?

Kimler kârlı çıkacak?

Din, toprak, su, güç, petrol savaşları bitecek mi?

Zalimler hâdlerini bilecekler mi?

Mazlumların ahı dinecek mi?

Zulüm yine kol gezecek mi?

Çocuklar yine ölecek mi?

 

1 Zünnun: Balık tarafından yutulmuş olan.

2 DİB-Kur’an-ı Kerim meal/ Tefsir

3 Enbiya Suresi/ 87-88