SÖZLÜK anlamı olarak “insanın içinde bulunan ahlâkî değerler, ahlâkî otorite ve eylemler hakkında hüküm verme ve yargılama yeteneğine” vicdan denir. İç duyularla kavranan olaylar vicdan ile ilişkilidir. Vicdan, nefsin kapsama alanına girer. Bu nedenle vicdan aktif olduğunda olumlu şeyler peyda olur; aksi durumda istenmedik neticelerde nefis söz sahibidir.
Kur’ân’a göre nefis, vicdanî boyutu sayesinde kendini denetleme ve buna göre ödül veya ceza verme yetkisine sahiptir. Bu yönüyle düşünüldüğünde ise vicdanî yönü aktif olmayan kişiliklerden uzak durulması gerekir. Aynı zamanda nefsin insana zulmetmesinin yönü de menfaat odaklıdır. Özellikle şahsî menfaat, nefsin vicdanî boyutunu kurutur.
Şahsî menfaatin tehlikeli oluşu, menfaat teriminin olumsuz yönüdür. Bir de olumlu yön var ki, iyi olana ulaştıran ve zararın karşıtı anlamındadır. Bu durum genelde ise görülmez. İnsanın doğasında verimlilik esas olduğundan, söylem/sloganlar ile var olmak, eylemi engelliyor.
Dünya hayatında eşyanın özünü mal/mülk oluştururken, gelip geçici niteliği ise menfaat teşkil eder. İnsanların büyük çoğunluğu işte bu gelip geçici nihilist şeylere tamah ettiklerinden ne hayatlar sönüyor. Oysa gelip geçici şeyler itibar edilecek nitelikte olmadığı gibi insanlığın da büyün imtihanlarındandır. Günümüz dünyasında mal/mülk olarak nitelendirilecek (batıp giden) şeyler üzerinden hayatın devam ettirilmesi, imtihanın kaybedildiğinin göstergesidir.
Yapılması gereken tam olarak, nefsin vicdanî boyutunun aktif/dinamik tutulması, manevî organlara soluk pompalayarak hayatın direklerinin hakikatten süt emmesinin sağlanmasıdır. Bîhemtâ olan Zât-ı Akdes yolculuğunda flû söylemlerden ırak olup vicdanî anasırları diri tutmak gerekir.
Vicdanî boyut, anasırların aktif/dinamik olduğu yerdir. Bir eylemi/davranışı tercih edip gerçekleştirme gücü olan irade, nefse takılı olan enenin esma ve fiiller düzeyine getirecek nitelikte olmasını peyda eder. Ümit, arzu ve ihtiyaçtan hâsıl olarak bir güç niteliğindeki irade, eyleme yönelme aşamasının başlangıcını teşkil eder. Bu aşama, sözün eyleme dönüşmesi olarak anlaşılabilir. Bu durum özün köz olup maddenin mânâya dönüşmesi seyridir. Arzuya ihtiyaç duyan insanın nasıl bir irade sergilemesi gerektiğinin en beliğ yolu, emrolunduğu yöne dönüşmektir.
Eylemin başlaması için belirleyici olan irâde fiili yönlendirme, fiil ile birlikte hareket etme ve neticeye gitme açısından dinamik bir yapı olarak hareket edip neticeyi Zat’a giderek nihayete erdirmek ister. Bilinçli seçim aşamasında cüzî iradenin karar vererek irâdeyi fiil ile eyleme dönüştürmesi ahlâkî bir ilke olarak işlem görür.
İradenin fiile dönüşerek ahlâkî bir ilke olması, çoklu eylem içerisinden en hayırlısını, en faydalısını seçme, ayırt etme kararıdır. İnsanın en iyi ve doğru bulduğu şeyi seçip ona yönelmesi, vicdanî anasırın ahlâkî düzeydeki iradenin vücut bulmuş hâlidir.
Düşünmek, akletmek, muhakeme yapmak, seçmek ve ahlâkî tercih ile faydalı olana bağlanmak, iradenin en önemli özelliklerindendir. Bu özellikler eş zamanlı çalıştığında insanın maddî, manevî ve ruhî özellikleri de harekete geçer.
İradenin özellikleri insanın idrak gücüne işaret eder. İnsanın bu idrak gücü tam olarak vicdanın anasırları arasında yer alan zihindir. Zihin, Marifetullah ile ilişkilidir. “İdrak gücü veya yeteneği” şeklinde de tanımlanabilen zihin, sözlük olarak kavrama, anlama, anlayış ve kavrayış gibi anlamlara karşılık gelir.
İdrak güçleri, “dış ve iç” şeklinde iki ana gruba ayrılır. Zihin olarak bu güçler her ne kadar iç ve dış olarak görülse de bir bütün olarak insanı kuşatır. Zihin, idrak güçlerinin bilgi kazanma yeteneğine sahip gücü ve bilgilerin idrak edilmesini sağlayan eksiksiz yetenek şeklinde de tanımlanır. Burada aklın yanında duyuların da devrede olduğuna dikkat edilmelidir.
Zihin bilgileri edinme imkânı bulması “nefse takılı enenin yeteneği” şeklinde açığa çıkarken, daha gelişmiş şekilde eyleme dönüşmesi ise “zekâ” olarak görülür. Bu yönüyle zihin, nefse takılı ene ile eş anlamlı düşünülebilir. Zihnin bu şekilde olumlu olarak tezahürü, zekânın akla intikalinin bir yansıması olarak da görülür. Bu şekilde bir zihinde zekânın akıl tezahürü güçtür. Bedeni ise nefis/ene yönlendirir.
Vicdan, zihin ve güç
Hayâl, duyu ve akıl düzeyinde doğruyu yanlıştan ve iyiyi kötüden ayırt etmeyi sağlayan nefis kapsamı alanındaki fiile dönüşen eylem, vicdanın zihin gücüdür. Soyuttan somuta doğru nesnelerin akledilebilirliği bu kavram çerçevesine girer. Diğer bir ifadeye göre, soyut kavramlar zihnin akledip hareket kavramını esas almasıyla algılamaya giderken, somut nesneler beş duyu ile algılama yönüne gider.
Her iki durumda da zihin önce aniden sorunun sonucuna götürür; akıl sonra yolu takip eder. Bir bilginin öğrenilmesi sürecinde öğreten, öğrenen ve aradaki tüm araç ve gereçler birlikte düşünüldüğünde, bunların tümünü yekpare olarak içine alacak vicdanın hakikat yönü zihnî kavramdır.
Her şeyin hakikat yönü, bilgi ve kavramların zihinde varlık kazanması mahiyetine atfedilir. Zihinde varlık kazanan hakikat, nesnelere ve diğer hakikatlere göre farklılık arz eder. Gerçek anlamda birbirinden farklı olarak zihinde tezahür eden hakikatler insanlardan insanlara göre de değişir. Zihinde varlık olarak canlanan hakikat dış dünyada somut hâle geldiğinde, iki zihin arasındaki zihnî kavram en aza iner. Ancak kavramlar arasındaki fark genelde varlığını korur.
Vicdanın zihin gücü vicdanın irade gücü ile kıyaslandığında, zihin daha geniş bir halkada eyleme dönüşmek ister. Yani irade kavramsal olarak zihin kavramı içerisinde yer alır. Yani zihinde varlık olarak hayat bulan her hakikatin dış âlemde karşılığı olmasa bile doğruluğu gerçektir. Böylece bir nesnenin zihinde varlık olarak vücut bulmasına “marifet”, bağımsız bilgi hâline gelmesine ise “idrak” denir.
İç ve dış idrak güçleri zihin kılavuzuyla yol alırken, zihinde nesnel varlık olarak vücut bulması dış âlemde soyut ve somut dengesini her zaman korur. Bu denge sürecinde hissî kavramlar yerini alır. Fizik ve metafizik dünyanın verileri göz ardı edilmeyen bu süreçte his/duyu algısı fizikî değişkenlerin rolünü hiçbir şekilde göz ardı etmeden yoluna devam etmek ister. Bu minvâldeki duyu, sezme gücü olarak anlaşılmalıdır.
Ümit, arzu ve ihtiyaçtan hâsıl olarak bir güç niteliğindeki irade, eyleme yönelme aşamasının başlangıcını teşkil eder. Bu aşama, sözün eyleme dönüşmesi olarak anlaşılabilir. Bu durum özün köz olup maddenin mânâya dönüşmesi seyridir.
Sezme gücü olan hisler ve ruhî güçlerin bedene ait organlarla iş gördüğünü kabul etmeyi gerektirir. Bu şekilde hislerin sezme gücüyle elde edilen veriler, nesnelerin kalıcılık ve bitiş/çürüme yönünü değerler ve arazlar şeklinde ortaya koyar. Sezme gücü olan hisler mutlak gerçeklik gibi ele alınamayacağı gibi, göz ardı edilecek bir durum da değildir. Fizikî değişkenlerin rolünü dikkate alarak çalışan hislerin topladığı sezgi gücünün verileri hemen hemen gerçekleşecek doğruya yakındır. Bazı durumlarda olması ise muhtemel genel doğrudan daha da doğru olabilir. Ancak bu durum her olay ve her birey için geçerli olmayacak bir niteliktedir. Yani genelleştirilemeyecek olan bu durum, bir şahsın kendisi için makbul bir terazi olabilir. Bu tartı, bireyi diğer şahıslardan ayıran özellikleri oluşturur. Her birey için genelleştirilemeyecek olan bu durum, bireyin kendisi için genelleştirebileceği his verilerinin potansiyelini bataryasına depolar. Bu nedenle bireyin kendisi için his verileri sinirler ve beyin merkezleri duyumun açıklanmasında dikkate alınan önemli bir mevkide bulunur.
Günümüzde hislerin, alıcıların ve beyindeki duyu merkezlerinin anatomik ve fizyolojik yapısı en azından psikolojik açıklamalarda dikkate alınmaktadır. His hâdisesinin fizikî mi, ruhî mi olduğu noktasında farklı görüş ve tartışmaların yürüyor oluşu, sorunu daha da derinleştiriyor. Zira hissin/duyunun ruhî güç olarak bilinmesi de tartışmanın oluşmasında haklılık payı çıkarıyor. Bu durumun açıklığa kavuşması gerekir.
Vicdanın his unsuru da irade ve zihin gibi seyr-ü süluk mecrasında ilerler. His seyr-ü süluk yolunda ilerlerken, bir sürecin oluşum aşamasında da etkin olabilir. Bu durum karıştırılmamalıdır. His için önce zihinde metafizik olgu şeklinde ilerlerken hakkında ruhî şekilde düşünmek yanlış olmaz. İyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt ederkenki zihin işlevi, kararın sözden eyleme/fiile geçilmesindeki iradenin oluş şekli flû/nisbî süreci işaret etse de neticesinde fizikî nesnel eylem veya oluşa dönüşür. Bu nedenle başlangıçtaki hislerin ruhî şekilden fizikî şekle dönüştüğünü düşünmek yanlış olmaz. His/duyu hâdisesinin başlangıç ve sonundaki durumlarının bu şekilde farklı oluşu, hissin ruhî mi, yoka fizikî mi olduğu hususunun farklı görüşlere yol açmasına neden olmuştur.
His nefse bağlı iç ve dış duyu organlarından en azından biri vasıtasıyla eşyanın tabiatındaki formlarını algılar. Algılama aşamasında ruhî hâdiseleri fizikî çerçevede ele alma hatası yapılmaktadır. Uzman kişiler idrakin temeline ruhî ve zihnî açıklamaları yerleştirmişlerdir. Hislerin iç ve dış verilere göre nesnelerin devamlılık, hareket, nicelik ve nitelik gibi yönlerden değişken olmasına bağlı olarak duyu idrakleri de değişkendir. Bu nedenle his ve duyu olaylarında en azından fizikî şekle dönüştüğü bilinen hâdiselerde devreye hukuk veya sağlığın girmesine öncelik tanınmalıdır. Bu durumun en önemli delili, “doğa/tabiat” denilen eşyanın gerçeklik ve aklî ilkelerinin aklın bilgi alanına girmesi gösterilebilir. Bu aşamada aklın histen bağımsız ve tek başına bir duruşu olmadığını da, aklın tek başına duruşu olduğunu da söyleyenler vardır. Akıl yeni şeyler öğrenmek, düşünmek ve yeni fikirler oluşturma sürecini ifade ederken, vicdanı ise kişinin tek başına iç mahkemesi şeklinde düşünmek yeterli olmayabilir.
Zira vicdan; irade, zihin ve his anasırlarıyla hareket ederken idrak güçlerini de kullanır. Bu nedenle vicdan, ruhî ve fizikî oluşumları olan, soyut ve somut oluşumlara müptelâ, söz ve eylem ayağı mevcut durumdur. Bu nedenle akıl ve vicdan birlikte çalışırsa iyi olur. Aklın bittiği yerde vicdan devreye girerse yine makbuldür. Ancak akıl ve vicdanın olmadığı yerde insanlık düşmüş demektir.
Neticede yetenek olarak vicdan ahlâkî değerleri esas aldığında, sonuç da güzel olur. Şahsî menfaat nefsin vicdanî boyutunun olumsuz yönü olacağından, olumlu vicdanî boyut kurur. Gelip geçici ve ölümlü şeyler insanın vicdanî özelliklerini yok eder. Vicdanın irade anasırıyla eyleme dönüşerek ahlâkî bir ilke olması ise en hayırlı sonucu verir.
Vicdan, benliğin olumlu yönünde açığa çıkarak Yüce Bir Zât’a eriştirir. Vicdanî eylemde irade, zihin ve his olumlu yönlerinde peyda olduğunda, ruha gıda, mâ ve su olur. Kibir, gurur ve yapmacıklık sırasıyla zafiyeti, acziyeti, riya ve zilleti gösterir.
Ahlâkî bir ilkeye dönüşen vicdan, ân-ı seyyale olan hayatı yaşanır hâle sokar. Hayatı Rânâ bir tenasüp gösterir. Böyle bir düzlemde ölüm de dize gelir ve sadece beden yok olurken insan nakil olur. Gerçek anlamda vicdanın irade, zihin ve his düzlemi, hakikatin aynası olur.