Vicdanın sesi

Vicdan gibi bir şahit varken kim, kimi ne kadar kandırabilir? İnsan için tek kimlik vicdandır. Vicdanı olmayanın merhameti, merhameti olmayan insanın adaleti olmaz.

VİCDAN nedir? Vicdan sahibi insan nasıldır? Neye göre ve kime göre bir yaşamı vardır? Diğer insanlardan farkı var mıdır vicdan sahibi olanın? Ve en önemlisi, bize vicdan veren o kuvvet nedir?

Hepsi kendimize göre bir açıklama yapılabileceğimiz sorular değil mi? Açıklama yapmasına yapar, hatta öyle afili ve bir o kadar da etkili kelimeler dizeriz ki vicdanı tanımlarken, kendimiz bile bir kenardan “Vay be!” deriz. Ama içimizde hani Rabbimizin “Yere göğe sığmam da bir tek mümin kulumun kalbine sığarım” dediği o et parçası, acaba ne diye fısıldıyor bize? “Dur, kendinde ara bir ne var, ne yok! Kendi içine dön, elini vicdan dediğin yere koy da öyle konuş” demez mi? Öyle bir der ki…

Eğer kulak verirsen çok şey der sana o et parçası. Meselâ, “Ah alma!” der, “Başka bir kalbi bile isteye incitme! Kimin Rabbinin nazlı kulu olduğunu bilemezsin, el açtırıp ettiği şikâyeti olma! Kimsenin çaresizliğine sebep olma! Gece vakti hiç kimsenin görmediği zamanlarda ağlayan bir çift gözdeki yaş olma!”. Ancak insan işitmez, hatta işitmek istemez; kimi zaman bile isteye susturmaya dahi çalışır. Ama kalp susmaz! Sen onu işitip davranışlarına istikamet verinceye dek söyler. Öyle ya, o deyişteki gibi, “Kalbin kelâmının sahibi bilir, göğsünde atınca senin mi sandın?”.

Ne var ki, kalbin dediğini duymak yetmiyor bazen, işittiklerini yapmak da gerekiyor. İşte vicdanı olan insan böyledir. Kalbinden işittiği ile yaptıkları birbirini tutan, fıtratına aykırı olmayan ve vereceği hesabı bilip ona göre yaşayandır.

Her ne şekilde yazılırsa yazılsın, vicdan, her anlayış ve her ırkta aynı anlama gelecektir. Ve öyle ucu açık bir ifadedir ki, anlamı kalbi aydınlatır. Kalbe dokunmuyorsa bir şeyler, içinizi sızlatmıyorsa yapılanlar, gözlerinizden yaş akmıyorsa, bir sorgulamalı kendini insan: “Bu gidiş nereye?”

Çağ itibari ile içinde bulunduğumuz dönem insanî değerler adına vicdanın, empatinin, egoizmin, anlayışsızlığın ve daha birçok kavramın tartışıldığı ve giderek anlamını yitirdiği bir zaman. En çok medyanın gücü ile insan bu ve daha birçok değere rahatça sırtını dönebilmektedir. İnsanlar üzüntülerini, kızgınlıklarını, kırgınlıklarını, değme yazarları gölgede bırakacak kadar bir özgüven ile edebî metinler veya alıntı sözler paylaşarak yansıtabilmekte fakat o sözleri hayatlarının zerresine bile geçirmemektedirler.

İnsanın tüm bu değişik hâlleri incelendiğinde görülecektir ki, insanî vasıflar içinde eksilenlerin en başında ne yazık ki “vicdan” gelmektedir. Bu duruma insanlığın eksilmesi gözüyle de bakılabilir. Düşüncelerimiz, yaptıklarımız, hissettiklerimiz söz konusu olduğunda bir vicdan koruyucusundan söz edemiyorsak, karakterimiz adına çok da bir şey ifade etmeye gerek yoktur. Çünkü en genel tanımı ile vicdan, insanın içsel otoritesinin göstergesidir. Dolayısıyla bir otoriteden geçmeyen söz, davranış ve ifade, kendini gerçekleştiremeyen bireyin keyfî ve değersiz davranışlarından başka nedir ki?

“Düşünceler akılda, fakat duygular vicdanda bulunur” derken Kemal Sayar, aslında insanın iki boyutundan söz eder: İnsanın maddî ve manevî boyutu... Maddî boyut fiziksel anlamda tam bir insan olma hâliyken, hep ihmâl ettiğimiz manevî boyutu ise insanı hayvandan ayıran eşrefü’l-mahlûkat eden ve yeri göğü hizmetine yarattığı, ruhunda Yaratan’dan izler bulduğu duygusal yönüne tekabül etmektedir.

Manevî boyutu yok iken kim ne kadar insandır? Bir davranışı kendi kalbinde onu bir filtreden geçirmeden ortaya koyan kişi hayattan kendisine dair ne bekleyebilir? Kalbinde iyiyi ve kötüyü ayırt edebilecek bir otorite yok ise, o kalp gerçekte neye hizmet eder? O hâlde aklımıza hemen Kur’ân’dan “kalpleri mühürlemek” kavramı bu duruma karşılık olarak gelmektedir. Bu kavrama göre kişinin kalbi öyle bir hâle gelmiştir ki iyi ve kötü olanı görmez, doğru ve yanlış olanı ayırt edecek melekeler üzerinde kalmamıştır. Bu anlamda artık günahlar ve inkâr birleşerek vicdanın sesini susturmuştur. Bu hâlde vicdanını kaybeden kişi, insanlığını da yitirmiştir.

İnsan olmak ve insan kalmak için en güçlü terazi, kişinin kendi kalbidir. Yaptığınız her işte ölçü, kendi içinizdir. Eğer size içsel huzuru yaşatacak olan şeyler bu ölçü ile ters düşüyorsa, kalbinizi çoktan fıtrattan uzaklaştırmışsınız demektir. Çünkü asıl yüreği olan insanlar, davranışlarında bir ölçü bulunduranlardır. Yoksa bir şeyleri çeşitli bahaneler ardına sığındırarak meşrulaştırmak kolaydır. Hâlbuki vicdan gibi bir şahit varken kim, kimi ne kadar kandırabilir? İnsan için tek kimlik vicdandır. Vicdanı olmayanın merhameti, merhameti olmayan insanın adaleti olmaz.

Vicdanı susturmak… Bahane bulmak kolaydır; “Öfkeliydim” dersin, “Senin yüzünden” dersin, “Beni bu hâle getirdin” dersin… Ama biraz olsun vicdan sahibi, “Ne olursa olsun, yapmamalıydım” diyendir.

Allah karşımıza her daim vicdanlı insanlar çıkarsın!