Vicdanı canlı tutmalı

Yaşadığımız şu çağda en önemli işlerden biri vicdanlı nesiller yetiştirmek, vicdanlı oluşumlara imza atmak, vicdanlı toplumlar peyda etmek ve vicdanlı devletler kurmaktır. Vicdanın sustuğu yerde her türlü olumsuzluk, yıkım ve yok oluş kaçınılmaz hâl alır.

İNSAN, dünyanın görüp görebileceği en güzide, akıl sahibi ve sıkıntılı anlarında kalbine müracaat eden canlıdır. Makro dünya düzeyinde sebepler üzerinden aklını çalıştırırken mantığını kullanır. Bunun yanında kıyas da -en azından fen bilimlerinde- ölçülebilir veriler elde etmenin anahtarlarından biri olarak görülebilir. 

Kıyas, sosyolojik açıdan işlevsel bir çözüm sunar. Bireysel açıdan sosyolojinin geri durması, kıyasın olmadığına delil teşkil etmez. Zira bir olayda en temel özellik, yapıtaşlarının pozisyonudur. Sosyoloji bireyi kıyas açısından etkisiz eleman olarak görse de hakikat değişmeyecektir.

Birey, en genel anlamda evrenin merkezidir. İnsanın da merkezinde dış âlemle ilgili olarak akıl, iç âlemde akleden kalp ve vicdan görülebilir. Vicdan, sınırsız iç âlemin sihirli bir anahtarıdır. Akıl müdahale edip vicdanın ayağından çekip tutmak isteyebilir. Bu durumda bile vicdanı elden bırakmamak gerekir.

Vicdanın iç âlemde kendi haricinde iletişim kuracağı en önemli mihenk taşlarından biri, nefis ağacına asılı duran benliğin olumlu yönüdür. Benlik iyi ve kötü müptelâsında olduğundan, onun iyi tarafıyla iletişim kurmak ve benliğe yön veren nefsin kıyas ve mantığını hayra ayarlamak gerekir.  

Vicdan susarsa, insanlık adına yapacak bir şey kalmaz. Diğer bir ifadeyle, vicdan olmadan hakkıyla insan olunmaz. Zira makro dünyanın referans noktalarından biri olan kıyas ve mantık, insanı bir merhaleye taşırken, iç dünyanın susmuş vicdanları insanı bir yere taşıyamaz. Hatta insanlığını unutma aşamasına geçme riski bile vardır.

Vicdanın yol arkadaşı olan benliğin iyi yönünü ortaya çıkarmak tamamen bir uzmanlık alanıdır. Zira benlik, kıyas ile iyi mecraya rücû edebilir. Dolayısıyla vicdanın benlik ile yürümesinde işi kolaylaştıracak yönlerden biri de vicdanın sınırlarını bilip onu işlevsel hâle getirmektir. Çünkü insanın iç dünyasının kıyas ve mantığı vicdandır.

İnsanoğlu bilmediği şeyin düşmanı olması nedeniyle, vicdanın harekete geçmediği kişilerde vicdan, olması gerektiği gibi değildir. Bilimin/ilmin zekâtı, bilineni toplum yararına sunmaktır. Toplum içerisinde tek tek bireylerin yararına sunmak da önemli bir tercihtir. Bu nedenle her bir insan bir âlemdir.

Olumlu ve olumsuz arasında karar verme işini vicdan en iyi şekilde yapabilir. Bunun için vicdanın diri tutulması şarttır. Vicdanın canlı olması hem beslenmesine, hem de tanınmasına bağlıdır. Bunun için öfkelenmek ve üzülmek gibi olumsuz durumlar ile sevmek ve zenginleşmek gibi olumlu hâller arasında karar vermenin adı vicdan olarak görülebilir.

Bu iki durum arasındaki dengeyi görüp doğruyu tercih etmekle ahlâkî değer, ahlâkî otorite ve fiiller açısından istenen netlik kazanılır. Bir insan iyilik yapmaktan sevinç, kötülük yapmaktan ıstırap duyuyorsa, ahlâkî ve istendik bir vicdana sahiptir. Böyle bir vicdan, insanın içindeki kötülükleri de törpüler.

İnsanın psikolojisi devreye girdiğinde sosyoloji de susmamalıdır. Doğruları tercih eden bir vicdan, sahibini tesiri altına alır ve psikolojik yapıda olması gereken duruma erişir. Vicdanın canlı olmadığı bedenlerde psikoloji bozuktur, ruh yoktur ve insan kendisini sıradan bir meta gibi hisseder.  

Vicdan filiz verip büyüdükçe nefse hâkim olup, sahibini topluma yararlı bir vatandaş yapar. Ön plânda benlik görünse de diri ve yeşeren bir vicdan, nefsin bencil yüzünü temizler. Vicdan, hız ve haz durumlarında otomatik olarak devreye girip işi ele almak ister. Sahibi izin verir, aklını da doğru kullanırsa, ahlâkî değerlerle tam uyumlu ve en üst basamakta bir erdeme erişir.

Yaşadığımız şu çağda en önemli işlerden biri vicdanlı nesiller yetiştirmek, vicdanlı oluşumlara imza atmak, vicdanlı toplumlar peyda etmek ve vicdanlı devletler kurmaktır. Vicdanın sustuğu yerde her türlü olumsuzluk, yıkım ve yok oluş kaçınılmaz hâl alır.