Vicdan ve vicdan-sızlar

Eğer vicdan sönerse, bir insan kendisini denetleme melekelerini de kaybeder. Tehlikeli bir çukur olan inkâra kadar gidebilir bu. Bu nedenle bir kişinin herhangi bir olay karşısında vicdanını sürekli canlı tutması gerekir. Aksi durumda kişinin nefsindeki renkler ile bütün hakikatler boyanır ve inkâr şeklinde cisimleşir.

HAYATIN olumlu yönleri insana enerji katar ve dinginlik verir. İnsanın bu olumlu yönlerini fiilen kullanması ömre ömür katar ve insan mesut olur. Çevresindeki insanlara da olumlu enerjiler yayar ve morfik ortam oluşur.

Olumlu bu tür yönler ve morfik ortamlar, şeytanı ve şeytanî fikirlere sahip olanları rahatsız eder. İnsanların ne olduklarını bilmeleri, emredildikleri gibi olmaları ve birbirlerini sevmeleri, düşmanları çileden çıkarır.

Olumlu yönlerden maksat, hayatın gerçeklerine karşı tam duyarlı olmaktır. Bir yanlışa karşı öfkelenmek, vefat karşısında üzülmek ve bir gelişme karşısında sevinmek gibi hâller olumlu yönlerden bazılarıdır.

İnsanın bir yanlışa karşı tehevvür etmemesi, bir vefat karşısında sevinmesi ve gelişmeler karşısında üzülmesi ise olumsuz yönlere örnek verilebilir. Bu yönler insanın hangi yolun yolcusu olduğunu gösterir.

Olumlu yönler karşısında olumlu tepkiler sergilemek vicdan meselesidir. İnsanın içinde bulunduğu ahlâkî durumlar hakkında hüküm vermesi ve bir yargılama yapması, terim anlamıyla “vicdan” demektir. 

Vicdan kelimesiyle aynı kökten olan “vâcid” kelimesi ise Esmâ-i Hüsnâ arasında yer alır. Bu yönüyle Esmâ-i Hüsnâ’nın farklılığı vâcid, zenginliğe karşılık gelir. Yoksa maddî anlamdaki zenginlik maksat değildir.  

İnsanın iç duyularla sergilediği tutum ve davranışlar vicdaniyyat olarak bilinir. Yukarıda belirtilen normal şartlar altında bir insanın yanlışa karşı öfkelenmesi, vefat karşısında üzülmesi ve olumlu bir gelişme karşısında sevinmesi, tam olarak vicdaniyyat yansımalarıdır.

İnsanın iç dünyasından gelerek sergilediği tutum ve davranışların perde arkasında akıl, kalp, ruh, vicdan ve lâtife gibi iç duyular yer alır. Dokunma, tatma, koklama, işitme ve görme ise İbni Sînâ’dan itibaren dış duyular olarak bilinmektedir.

İç duyulardan sadece vicdanın insan için ne derece bir değere haiz olduğu açıktır. Günümüz “bilimsel” çalışmalarında vicdanın ne derece yer aldığı ve hayatı ne derece şekillendirdiği düşündürücüdür. Vicdanın olmadığı yerde vicdanın sızladığı söylenebilir.

İnsanın iradî fiilleri ahlâk ölçülerince göre denetlenir. İyilik yapan kişi sevinç, kötülük yapan kişi ıstırap duyuyorsa, vicdanî bir ölçü vardır. Aksi durumda tövbe kapısından içeri girilmemiştir. Vicdan, nefsi de şekillendirir. Diğer bir ifadeyle nefis, vicdan sayesinde ve ölçülerinde insanın kendisini denetleme ve kontrol etme özelliğini etkin kılar. 

Nefsin olumlu ve olumsuz yönleri olduğu gibi, vicdanlı ve vicdansız hâller de mevcuttur. Kişilik oluşumu ve makul bir insan olma ölçütlerinde vicdan, kritik öneme sahiptir.

İnsan, nefsine takılı olan benliğin (ego/ene) çizdiği yolda gider. Nefsin farklı türleri varken benlik için iki ana hat vardır. Bunlardan biri, kişinin kendisini denetlemesi ve kul olma çabasının göstergesi; diğeri ise, bütün dünyanın sanki kendi etrafında dönüyormuşçasına “benmerkezci” yönüdür.

Benliğin bu iki yönü, nefis türlerinden nefsin hazcı durumu olan “nefs-i emmâre” ve kişinin kendini değerlendirdiği “nefs-i levvâme” olarak görülebilir.

Eğer vicdan sönerse, bir insan kendisini denetleme melekelerini de kaybeder. Tehlikeli bir çukur olan inkâra kadar gidebilir bu. Bu nedenle bir kişinin herhangi bir olay karşısında vicdanını sürekli canlı tutması gerekir. Aksi durumda kişinin nefsindeki renkler ile bütün hakikatler boyanır ve inkâr şeklinde cisimleşir.

Benlik, vicdanlı kişilerde olumlu ve doğru olan neticeye erişebilir. Vicdan diri olduğunda benlikteki gurur ve kibir ufak olur ve kaynak kişinin kendisi olmadığı, bir yaratana ait olduğu görülür. Vicdan sayesinde ortaya çıkarılan “nefs-i levvâme”, gerçekte “nefs-i nâtıka” olarak berrak bir lâtife şeklinde tezahür eder.

Vicdan köreldiğinde ise bütün duygu, haslet ve melekeler de tükenir. İnsana verilen emanet kişiyi “emanete hıyanet” cezasına çarptırır. Böylece vicdan sızlar.