Verilen en büyük umut

“İnsan öleceğini bile bile nasıl yaşar? Ya çıldırır ya da öleceğini unutur…”

YEDİ milyar insanın hepsine “çılgın” diyemeyeceğimize göre hepimiz ölümü unutarak hayatımıza devam ediyoruz. Nefes almayı, akşam yorgun argın gözlerimizi kapatmayı, her sabah yatağımızdan sağ salim uyanmayı, gerinerek esnemeyi kanıksıyoruz. Nefes borumuza bir damla su kaçıp da nefessiz kaldığımızda anlıyoruz nefesimizin kıymetini, fakat beş dakika geçip normale döndüğümüzde yine unutup alışıyoruz.

Çalar saati ayarlar gibi böyle ayarlamış bizi Yaratan. Yoksa insan onu hayata getiren hayatların yitip gitmesine rağmen, hatta hayata getirdiği hayatın gidişinin verdiği acıyla nasıl devam edebilirdi yaşamaya? İnsanoğlu işte, elbette unutacak, alışacak. Ölüm kadar gerçek, büyük ve faniliğin sonu olan bir olay karşısında bile ona verilen bu iki lûtfu kullanan insanoğlu, yaşamının diğer noktalarında da tıkır tıkır işleyen bu özelliğini kullanacaktır tabiî. Özellikle de konuşmaya, hareket etmeye, temiz havaya muhtaç fıtratlarımıza tamamıyla ters olan 2020-2021 karantinalarında ve onların ardından normallerine dönüşte…

Bir yıldan fazladır dışarıda hayâlet gibi dolaşan virüs nedeniyle evlerimize kapandığımız günler, haftalar, Ramazanlar ve bayramlar oldu. İlk defa virüs tespit edildiğinde ve sokağa çıkma yasakları başladığında yani ilk karantina zamanlarında sosyal medyada, televizyon programlarında insanlar, sanki hiç evde kalmamış, akşamları ve hafta sonlarında evde vakit geçirmiyormuş gibi, “Evde neler yapılabilir?”, “Evde yapılacaklar”, “Evde kalırken izlenecek filmler/diziler” başlıklarıyla paylaşımlar ve haberler yaptılar. Herkes çıldırmış gibi evde neler yapabileceğini araştırıyor, sanki evlerinde ilk defa vakit geçirecek gibi davranıyorlardı.

Çiçekli çiçekli ekmekler yaptılar, evlerindeki tüm odaları düzenlediler, kitap kurdu oldular, temizlik yaptılar, asla bitiremedikleri yapbozlara giriştiler, boya yaptılar. Ve daha sayamadığım birçok şey… Bir de şimdiki ilk vakanın üzerinden bir yıl geçmiş -inşallah- son karantinamıza bakalım; bu tarz paylaşımlar ve insanların çılgınlar gibi evde bir şeyler yapma istediği tamamıyla yok olmuş durumda. Sanki her şey bıçak gibi kesildi. Neden? İlk duyduğumuzda inanamadığımız, ne kadar süreceğini, ne yapacağımızı bilmediğimizden bizde kaygı bozukluğuna sebep olan karantinaya bile -sabah sekizden akşam altıya kadar dışarıda olmaya alışmış, “ev” kavramından kopmuş bireyler olarak- alıştık. Varlığımıza nimet olan ve saat gibi çalışan unutabilme kabiliyetimiz, her noktada olduğu gibi bu noktada da kendini gösterdi, insanlığımız şaşmadı.

Peki, ya -inşallah- bu hastalık bittiğinde ne olacak? Bu virüsün tamamıyla yok olduğunu, artık bir insanın, bırakın Covid-19’dan ölmeyi, yakalanmayacağından bile emin olunduğunu düşünelim… Eski kalabalık bir plajda çekilmiş fotoğrafına bakarken, memleket yolundaki benzin istasyonunda durduğunda lavabo sırası beklerken girdiği kalabalığı düşününce bile ürperen ve nefesi daralan kişiler ne yapacaklar? Belki bu sene değil ama bir dahaki yaz, 2019 yazında ne yaptılarsa aynı şeyi yapmaya devam edecekler. Memleketine giderek ve o benzin istasyonundaki kalabalığı asla önemsemeden yoluna devam edecek, Akdeniz sahillerine gidenler kabalık plajlardan, denizin içindeki kalabalıktan çekinmeyecek, -yurt dışına çıkanlar- kalabalık caddelerde kaybolurken kendilerini savunmasız hissetmeyecekler…

En kısa zamanda insanlar eski normallerine geri dönüp bugünleri yaşadıklarını unutacak, maskeleriyle sosyal mesafeli market sırasında beklerken her yerden biri saldıracak gibi tetikte olduklarını unutarak alıştıkları gibi yaşamaya devam edecekler. Karantinaları, evde geçen günleri, yaptıkları yemekleri, saatlerce izledikleri dizileri, filmleri, kaygı bozukluklarını ve depresyonlarını unutup hayatlarına dönecekler. Çünkü insan, unutmak ve kanıksamak lûtuflarıyla yaratılmıştır.