Verdiğimiz oyun mesuliyeti

Milletlerarası bir ülküye/vizyona sahip olmayan, kabuğunu kırmaya çalışmayan, iç problemlere kafayı gömmüş partiler, seçmenin oyunu sömürgecilerin arzuladığı yöne çekmeyi başarır ve kazanırlarsa, Türkiye yeniden bağımlılık çukuruna düşecek ve geri kalmışlık, fakirlik, yolsuzluk ve kayırmacılığa geri dönecektir.

CUMHURBAŞKANI ve 28’inci Dönem Milletvekilleri Seçimlerinin sonucunda TBMM’deki sayı oluşmuş, Cumhurbaşkanı Seçimi ise nîsap temin edilemediğinden dolayı ikinci tura kalmıştı.

28 Mayıs 2023’ta yapılacak bu seçim, gerek milletimizi, gerekse vatan coğrafyamız dışındaki dindaş ve milletdaşlarımızı, buna mukabil ABD ve diğer Batı ülkelerini alâkadar eder olmuştur. İşte bu husustan, seçimin hem İslâmî açıdan mahiyetini, hem de beşerî mesuliyet ve akıbetini açıklamak boynumuza borçtur.

Acizane her meseleyi inancımızın kodlarında ve onun yordamıyla ararız. İnananlar olarak nelere dikkat etmemiz gerektiği hususuna inancımızın mihenk taşları zaviyesinden bakmalı, Müslümanlar olarak farz-ı kifaye mesabesindeki seçimleri kabiliyetimiz ölçüsünce Kur’ân ve Risâlet ışığında yorumlamalıyız.

Hayatlarını İslâmî kurallar çerçevesinde idame ettiren Müslümanlar, attıkları her adıma özen gösterirler, göstermek zorundadırlar. Demokrasi ile yönetilen ülkemizde seçimlere yaklaşıldığında artan propagandalarla her icraat göz önüne seriliyor. Her aday vaatlerini sıralarken, Müslümanlar da verecekleri oya karar veriyorlar. Önümüzdeki seçime de sayılı gün kaldı. Hem ülkemizi, hem de dünyadaki bütün Müslümanları yakından ilgilendiren bu iş için propaganda son hızla devam ederken, oy verecek seçmenlerin fikirleri şekilleniyor.

Seçim, demokrasiyle yönetilen bütün ülkelerde uygulanır. Biz yine konuyu Risâletin sahibi Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in (sav) irşadına bırakalım: “Muhakkak ki imam (halife) kalkandır. Onunla savaşılır ve korunulur.” (Müslim)

Günümüzde liderler seçilmektedir. Her vatandaş, yönetecileri seçmekle yükümlüdür. Ülkemizde partiler seçim vaatlerini, yaptıklarını ve yapacaklarını mitinglerde sayarken, seçmenler kendilerini beş yıl daha yönetecek kişiyi seçmek için sandık başına gidecekler. Peki, oy verirken bir Müslüman nasıl karar vermeli? Meselenin beşerî ve istikbâle matuf yönüne bakalım…

***

Ülkemizde her beş senede uygulanan seçimler sonucunda seçilen lider, hayatımızın kalitesini beş yıl boyunca artırabilir. Uygulayacağı yanlış politikalar sonucu olası kötü durumlardan seçmen sorumlu olmaz, ancak oy kullanırken niyet halis olmalı ve birtakım şartlar göz önünde bulundurulmalı.

Tercih ettiğimiz kişinin “ehvenü’ş-şer” kavramına göre seçilmesi gerekir. Yani sunulan adaylardan en az zarar veren, Müslümanlara en çok fayda sağlayan ve İslâm’ı yüceltecek kişi veya partiye oy verilmelidir. Tercih yaparken, icraat ve yapılması vaat edilen hizmetler göz önünde bulundurulmalıdır. Bize rehber olan Kur’ân şöyle diyor: “Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder. Allah bununla ne de güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi iştendir, her şeyi görendir.” (Nisa, 58)

Eğer seçilen lider dediklerini yapmaz veya gayr-i İslâmî işler yaparsa seçmen sorumlu olmaz. 28 Mayıs’ta yapılacak seçimin neden hayatî ve milletimizin bekâsı ile doğrudan ilgili olduğunun stratejik derinliğini belirmekte fayda var. “Bu sıradan bir seçim değil, belki hayat-memat seçimi” demek itikadımıza aykırı düşer. Hayrı ve şerri Allah bilir. Ancak ehemmiyetinin göz ardı edilmemesi, omuz vermemiz gerekenleri yalnız bırakmama gibi bir mecburiyetimiz vardır.

***

Bu seçim, milletlerarası sistemde meydana gelen derin değişim, ekonomik ve endüstriyel kalkınmanın yanında siyâsî bağımsızlık ve İslâm âlemini temsil edecek çaptaki Türkiye’nin yeniden merkezî bir güç konumuna kavuşması, Müslüman halkların Batı’nın hegemonyasından kurtulması yolunda tarihî bir fırsat sunacaktır. Dolayısıyla bu önemli fırsat, gayr-ı millî ve dar kalıplarla düşünülen menfaat ve yönelimlere kurban edilmemelidir.

Başından beri şunu anlamak gerekir: Türkiye’nin stratejik derinliği İslam âlemidir. Onunla irtibatın koparılması Türkiye’yi Batılı ve milletlerarası güçler karşısında geriletir.Hakşinas olarak söylersek, son yirmi yıldır Türkiye’nin derin bir siyâsî dönüşüm yaşadığını ve doğal stratejik derinliğini oluşturan Doğu’ya, İslâm âlemine yönünü çevirdiğini gözlemliyoruz. Türkiye bu yönde epey mesafe kat etti. Ancak kimlik tartışması ve siyâsî rekabetin doğası gibi iç sebepler ve milletlerarası rekabet ile Batılı güçlerin Türkiye’nin kuşatılması ve stratejik İslâmî derinliğinden soyutlanması için tehlikeli bir rol oynaması nedeniyle süreç henüz tamamlanamamıştır.

Türkiye’deki seçimler Türkiye’nin aynı hızda ve aynı yolda devam etmesini garanti edecekse, Türkiye yarın daha fazla büyüyecek ve daha fazla güçlenecektir. Türkiye, üzerine vurulmuş her tür bağ ve bağımlılıktan özgür kalacak ve bölge, milletlerarası siyâsî haritadaki etkili güçler sisteminde köklü değişikliklere şahitlik edecektir. Böylece Türkiye, milletlerarası güçler için görmezden gelinmesi zor bir güç merkezi olacaktır.

Ayrıca, milletlerarası bir ülküye/vizyona sahip olmayan, kabuğunu kırmaya çalışmayan, iç problemlere kafayı gömmüş partiler, seçmenin oyunu sömürgecilerin arzuladığı yöne çekmeyi başarır ve kazanırlarsa, Türkiye yeniden bağımlılık çukuruna düşecek ve geri kalmışlık, fakirlik, yolsuzluk ve kayırmacılığa geri dönecektir. İşte bu yüzdendir ki, bölgesel ve milletlerarası/“küresel” gözler ABD seçimlerinde bile olmadığı kadar dikkatlerini Türkiye seçimlerine çevirmişlerdir.

***

İsterseniz İslâm dünyasından bir uzmanın görüşüne yer verelim…

Dr. Nur Muhammed Umera, durumu şöyle yorumluyor:

“Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin dâhice politikaları Türkiye’yi iki dünya savaşı sonrasında düştüğü bataklıktan rekor denecek sürede çıkartmıştır. Türkiye sadece dünyaya uluslararası alandaki varlığını kabul ettirmekle kalmadı, Afrika, Arap âlemi, Doğu Asya’daki halklar kendisine imrenerek bakar oldular ve zenginliklerini yağmalayan sömürgeci devletlerden kurtulma emellerini, Türkiye tecrübesini kendi topraklarına taşımaya bağladılar.

Genelde bölgede yapılan seçimler yerel bir hâdise ve bölgeye musallat olmuş devletlere bağlılıkta aynı görevi yerine getirmek için satranç tahtasındaki bir taşın başka bir taşla değiştirilmesi operasyonudur. Ancak, Türkiye son yirmi yılda büyük oranda bağımlılıktan kendisini kurtarmayı başarmış, geniş bir siyâsî devinme ile birlikte ekonomi tekerleklerini hareketlendirmeyi sağladığı için seçimleri küresel ölçekte dikkatleri üzerine çekmektedir. Bölge güçlerinin seçimlere yaklaşımını görmek için, Türkiye’deki siyâsî partilerin seçim kampanyaları başlar başlamaz bölgede hâkim iki kanadın hareketlenmesine bakmak yetecektir.

Görevli devletler rollerini oynamaya başlamıştır. Zahirde birbirine zıt en önemli iki kutup İran ve Suudi Arabistan, tüm düşmanlık buzlarını o dereceye kadar eritmiştir ki İran’ın gökteki yıldızları Suudi Arabistan’ın teranesine ritim tutmaktadır. Öyle ki, İran tüm mezhebî rekabetleri ayaklar altına alıp ilk defa Ramazan ayını Suud ile birlikte başlatmıştır: Suudi Arabistan’ın öldürdüğü ve İran’ın bundan dolayı intikam olarak Suudi Arabistan’ı haritadan silme tehdidinde bulunduğu Suudlu muhalif Ayetullah Nimir’in isminin verildiği caddenin ismi bile değiştirilmiştir. Buna karşılık, Suudî hava sahası İranlı ziyaretçilere açılmıştır.

Suudî televizyon kanallarında Şii mezhebi ağlama ritüelleri artık şirk ve hurafe olmaktan çıkmış, Şii naatları, kafiyeleri ve makamları olarak nitelenmeye başlamıştır. Orta Asya Türk cumhuriyetleri ile köprü kuran Türk hilâli, Rusya ve Çin’i rahatsız etmiştir. Türk emtiasının Afrika pazarlarına girmesi Avrupalıları büyük oranda endişelendirmiştir. Arap pazarlarındaki Türk rekabeti Amerikalıların gözlerini açmıştır. Özgürlüklerin genişlemesi, ekonominin büyümesi, Türk insanının hayat standartlarının ileri düzeyde gelişmesi, bölgede görevli devletlerdeki bağımlı yönetimleri açık etti…”

Arife tarif gerekir mi? Bunun üzerine söz söylemek pek yerinde olmaz.

***

Bu seçim, Türkiye’nin yeniden İslâm âlemine önderlik hususundaki merkez devlet statüsünü elde edip edemeyeceğini belirleyecektir. İşte bu yüzden tasallutunu kaybetme riskini gören Batılı emperyalist güçler Türkiye’nin merkezî statü kazanmasına karşı çıkmaktadır. Hakkını teslim ederek söyleyelim; Türkiye’deki geçmiş yirmi yıllık fiilî tecrübe göz önüne alındığında, asgarî ölçüde bu derin stratejik yönelimi tamamlamaya en muktedir kişi Recep Tayyip Erdoğan’dır. Bu ifadeleri bir parti mensubiyeti ile söylemiyoruz. Zira bizim tercihimiz kişiler ve siyâsî parti programı sayfalarında yazılı vaatler değil, kişilerin şahsında mücerret hâle gelen dâvâdır. Kabul edelim, Recep Tayyip Erdoğan, iktidara gelir gelmez bu hedefe yönelmiştir ve bu tarihî rolünü itiraf etmek hakkaniyettendir. Bundan dolayı 15 Temmuz 2016 işgalci darbe girişiminde Müslüman halklar hükümet ve halk olarak Türkiye’yi desteklemiş, büyük bir sempati göstermiştir. İslâm ümmetine mensup halklar bugün de büyük bir oranda 2023 Seçimlerinde Başkan Recep Tayyip Erdoğan’a güvenmekte ve Türkiye’yi yeniden milletlerarası bir güç yapma, İslâm âlemine önderlik etme projesini tamamlayacağına inanmaktadır. Bütün işaretler bu istikameti göstermektedir.

Hedef şahısları yüceltmek değil, önder olacak zatın şahs-ı manevîsinde bayraklaşacak mukaddes dâvânın varlığıdır.

Seçim sonuçlarını sadece Türkiye’de değil, Orta Doğu’da alevlenen siyâsî ve ekonomik durum, Rusya-Ukrayna Savaşı’nın muhtemel sonuçları, AB’nin duçar olduğu sorunlar, Türkiye’nin Suriye ve Irak gibi komşularının geçtiği hassas merhale ve Filistin’de yaşananlar göz önüne alındığında okumak mümkündür.

Bölgesel ve milletlerarası güç dengelerine olumlu ya da olumsuz yansımaları olacak 28 Mayıs’ın. Ve Türkiye Yüzyılı bir hayâl değil!

Allah-u Teâlâ, Kadîr’dir. Vesselâm…