
BABASI cihana
mührünü vuran ve İstanbul’u fetheden güzel komutan Fatih Sultan Mehmet Han, annesi
ise hem “hanım sultan” ve hem de “valide sultan” unvanlarıyla Fatih’in ilk eşi
Gülbahar Hatun olan; evlâdı Yavuz Sultan Selim, torunu da Kanunî Sultan Selim
Han olan; otuz yılı aşan padişahlığı süresince hayra ve ibadete ağırlık
vermesinden dolayı “Velî” lakabı ile anılan, adaletinden dolayı “Adlî” olarak
tanınan, Arapça ve Farsçasının yanı sıra Çağatay lehçesi ve Uygur alfabesiyle
kendisini donatan, âlimlere hürmeti çok olup zamanında İbni Kemâl, Zembilli
Ali, İdris-i Bitlisî ve Tacizade Cafer gibi meşhur âlimleri kucaklayan, Modon
Fetihnâmesi’nde “Müminlerin emîri, gazilerin ve mücahitlerin sultanı; ümmetin,
şeriatın ve dinin yardımcısı, Müslümanların ve İslâm’ın muhafızı Sultan Bayezid-i
Sâni Han” yazan sekizinci Osmanlı Padişahı İkinci Bayezid Han’a dair bazı
bilgileri bu yazımızda sizlerle paylaşmış olacağız.
3 Aralık 1447’de, bugün Yunanistan sınırları
arasında kalan, Osmanlı zamanında ise Edirne’ye bağlı bir kaza merkezi olan Dimetoka
doğumlu İkinci Bayezid, tahta geçtiğinde birçok önemli meseleyle uğraşmasına
rağmen 2 milyon 214 bin kilometrekare olan imparatorluk topraklarını vefatında
2 milyon 375 bin kilometrekareye çıkarmış bir padişahtır. Bu önemli meseleler
arasında kardeşi Cem Sultan ile 14 yıl süren iç sorunu ve “Kıyamet-i Suğra” olarak
anılan İstanbul depremini özellikle belirtmemiz gerekir.
Bu yazıda İkinci Bayezid Han ile ilgili
olarak, dönemiyle ilgili yaptırdığı eserlerden dönemin âlimlerine, donanmaya
verdiği önemden Da Vinci’nin kendisine yazdığı mektuba kadar birçok konuya yer
vermiş olacağız.
Hayatı boyunca birçok hayırlı esere vesile
olan İkinci Bayezid’in kendi adına yaptırmış olduğu Bayezid Camiî’nin ilginç
bir hatırası vardır. Sultan Bayezid, İstanbul’da kendi adına yaptırdığı bu
caminin bitiminde, orada bulunanlara döner ve “Her kim ömrü boyunca ikindi ve
akşam namazlarının sünnetlerini terk etmemiş ise, ilk Cuma namazında imam
olsun” der ve orada bulunan kalabalığın içinde müftüden sadrazama kadar birçok
önemli şahsiyetler olsa da kimseden bir ses çıkmaz. Savaşta ve barışta hiçbir
sünneti bırakmayan İkinci Bayezid, teklif ettiği namaz kıldırma durumunu ilk
Cuma namazında kendisi eda eder.
Sultan Bayezid’in kendi adıyla anılan bu
eseriyle ilgili bir başka kıssa daha vardır. Caminin inşaatında ziyaretlere sık
sık gelen Bayezid, bir gün inşaatta çalışan ustalardan birinin duvarı gayet
süratle örüp yükseltmesini fark eder ve yaklaşınca onun Hızır (aleyhisselâm)
olduğunu anlar. Hemen onu yakalar ve elini sıkı sıkıya tuttuktan sonra her
namaz vaktinde bu camiye uğramasını ister. Nihayetinde Hızır’ı (as) haftada bir
camiye uğraması için ikna eder. Rivayete göre Hızır (as) bu camiye her
uğradığında, namazını caminin içindeki kırmızı kuşaklı minarenin civarında
kılarmış.
Sultanın bir diğer önemli eseri de Bursa’da
bulunan Koza Han’dır. Mimar Abdül-Ula Bin Pulat Şah’a yaptırılan bu han, hanlar
bölgesinde Ulu Camiî ile Orhan Camiî arasında bulunur. Günümüze kadar
bütünlüğünü koruyan bu tarihî eser, giriş kapısı ve avlusunda bulunan altı
şadırvanlı köşk mescitten oluşur ve Bursa’nın simgeleri arasında yer alır.
Zamanında içerisinde ipek kozası ticareti yapıldığı için “Koza Han” adını
almıştır.
Kendisi de bir velî olan İkinci Bayezid
döneminde birçok âlim yetişmiştir. Bunlardan biri de Gül Baba’dır. Sultan’ın
Gül Baba ile karşılaşması da ilginçtir. Bu ilginç karşılaşmaya yer veren Evliya
Çelebi’nin, eserinde anlattıklarına göre, Padişah bir gün Galata sırtlarında
avlanırken oldukça bakımlı ve güllerle süslü olan bir bahçe yanında küçük bir
kulübe olduğunu fark eder. Kulübede mola veren Sultan, buranın sahibi olan Gül
Baba ile tanışır. Padişah bahçeye olan hayranlığını gizleyemez ve onu bu
özeninden dolayı ödüllendirmek istediğini kendisine iletir. Gül Baba buna
kayıtsız kalmaz ve Padişah’a bir sarı, bir de kırmızı iki adet gül verir. Bu
bahçeye de bir okul ve bir hastane yaptırmasını ister. Galata Sarayı Ocağı,
günümüzde de Galatasaray Lisesi olarak bilinen bu eğitim ocağı, bu vesileyle
kurulur. Oğlu Selim (Yavuz), ardından Süleyman (Kanunî) gibi tüm şehzadeler ve
onların çocukları gibi üst düzey devlet görevlileri ilk ve orta eğitimlerini
burada almışlardır.
Fatih ve İkinci Bayezid döneminin önemli âlimlerinden
olan Ebu’l-Vefa’ya da ayrı bir parantez açmamız gerekir. İsmi Mustafa bin
Ahmed, lakâbı “Muslihuddin” ve “Şeyh Ebu’l-Vefa” diye meşhur olan bu önemli zâtın
hikâyesi ilginçtir. Hac dönüşünde Hıristiyan korsanlar tarafından esir alınıp
Rodos adasına kadar götürülen Ebu’l-Vefa, tabiri caizse, zindanda bir muhabbet
köprüsü kurar, orada Rumcayı bile öğrenir, birçok hastayı tedavi eder,
dertlileri dinler ve birçok kişinin duasını alır. Karamanoğlu İbrahim Bey’in
fidyesini ödemesiyle hürriyetine kavuşur. Ardından İstanbul’a döndüğünde,
Rumların çoğunlukla ikâmet ettikleri bir semt olan Vefa’ya yerleşir. Şimdilerde
adıyla anılan Vefa semtinde insanlığın irşadı ile meşgul olur.
İkinci Beyazid Han döneminin en önemli çalışmalarından
biri de donanma üzerine olmuştur. İlk Osmanlı tersanesinin 1377 yılında Karamürsel’de
kurulması ve ilk savaş gemilerinin yapılmasıyla Türk denizciliğinde merkez önce
İzmit, ardından Gelibolu ve sonrasında da İstanbul olmuştur. Osmanlı’nın,
İstanbul’un Fethi’nden sonra fetihlerde atağa geçmesi ve tarihinin en parlak
dönemlerini yaşamasında İkinci Bayezid’in donanma alanına ağırlık vermesinin
payı oldukça önemlidir. Bu noktada babası Fatih Sultan Mehmed’in 1455 yılında
Kasımpaşa’da kurmuş olduğu İstanbul Tersanesi ile (Tersane-i Amire) başlayan
süreçte, İkinci Bayezid döneminde Burak ve Kemal Reislerin denizlerdeki
maharetleri ve deniz savaşlarındaki kahramanlıkları birçok kazanıma vesile
olmuştur. Sonraki döneme de baktığımızda, Yavuz’un Mısır’a yönelik kara harekâtında
Osmanlı donanmasının çok ciddî bir desteği olmuştur.
İkinci Bayezid döneminin önemli olaylarından
biri de, 1509’da İstanbul’da gerçekleşen büyük depremdir. 10 Eylül 1509’da “Memalik-i
Rum” adı verilen Amasya, Tokat, Sivas, Çorum ve çevresinden başlayıp 45 gün
şiddetle devam eden bu deprem, aynı şiddetle İstanbul ve Edirne tarafında da
meydana gelmiştir. Aynı zamanda Kıyamet-i Suğra (Küçük Kıyamet) diye de anılan
bu depremde, kaynaklara göre yapılardaki ciddî hasarların dışında 5 bine yakın
insan hayatını kaybetmiştir. Deprem sonrası İstanbul’un yeniden imar ve inşâsı
için Mimar Hayrettin nezaretinde hemen çalışmalar başlatılmıştır.
İkinci Bayezid dönemiyle ilgili bir diğer
önemli husus da Leonardo Da Vinci’nin kendisine yazmış olduğu mektuplardır. Bu
mektuplarda Osmanlı Sarayı’na dört ayrı proje sunan Da Vinci, bu projelerde
İstanbul Boğazı için bir asma köprü, bir yel değirmeni, bir su boşaltma pompası
ve Haliç için tasarlanmış kemerli bir taş köprüden bahseder. Bu mektup, Topkapı
Müzesi’nin 1938 yılında yayınlanan arşiv kılavuzunda kayıtlı olarak ortaya
çıkmış ve dönemin üst düzey yöneticilerinin de yaptıkları açıklamalarla asırlar
öncesinden Da Vinci’nin İstanbul için böyle bir çalışma yapmasının çok anlamlı
ve çok memnuniyet verici olduğu dile getirilmiştir.
Tahtını oğlu Yavuz Sultan Selim’e bıraktıktan
11 gün sonra, kalabalık bir maiyetle İstanbul’dan Dimetoka’ya yola çıkan İkinci
Bayezid, yola çıkışından 32 gün sonra, 26 Mayıs 1512’de, 62 yaşında, Edirne’nin
güneydoğusundaki Havsa ilçesinin Abalar köyünde vefat etmiştir. Cenazesi
İstanbul’a getirilmiş, Fatih Camiî’nde kılınan cenaze namazının ardından kendi
yaptırdığı Bayezid Camiî türbesine defnedilmiştir.
Veli Sultan İkinci Bayezid’i yâd ettiğimiz bu yazımızda son kelâmımız, yine İkinci Bayezid Han’dan bir nasihatle olacaktır: “Ey oğul! Kimseyi öfke ile azarlama, memleket ehlini huzursuz kılma. İntikam almayı terk et; zira intikam hırsı meşakkate düşürür ve kalpten sevgiyi söküp çıkarır. Şu anki kuvvetine güvenip de kimseye zulmetme, zira bu mülk kimsede baki değildir, felek elbet senin de sırtını yere getirir.”