Velâyet-i facia

İran rejiminin, nükleer silaha sahip olan ya da bu silahı elde etmesine ramak kalmış bir idarenin sokak gösterileri ile yıkılamayacağı gibi görüşler vardır. Ancak hatırlanmalıdır ki, SSCB süper bir güçtü. Nükleer silahları vardı. Ama yıkılmasını kimse engelleyemedi. İran rejimini yıkılmaktan kim kurtarabilir? Kendi halkını katleden bir rejimi, kendi halkına karşı koruyacak hiçbir silah yoktur.

İRAN’da halk yine ayaklandı. Bir iki yıl arayla tekrarlanan ayaklanma örneklerinden birisidir bu da. İran’da rejim değişikliğini kaçınılmaz görenler için bu sefer rejimin hiç şansı yoktur. Yıkıldı yıkılacaktır.

Her nasılsa gönlünü İran’daki şehinşahlık rejimine kaptırmış olanlar içinse bundan önceki ayaklanmalar nasıl bastırıldı ise bu seferki ayaklanma da aynen öyle bastırılacaktır. Endişe edilecek bir durum ortada yoktur. Bunlar İran rejimine karşı tarifsiz bir teslimiyet içindedirler. Rejim yıkılsa bile tepedeki yöneticilerden biri çıkıp “Evet, yıkıldık” edemedikçe, İran’da rejimin değişmediğini tekrarlamaktan geri durmazlar.

İran Cumhurbaşkanı Reisi, olayların fitilini ateşleyen Mahsa Amini’nin öldürülmesi hakkında soruşturma açıldığını ve sorumlu olanların cezalandırılacağını açıklamışken, Türkiye’de bir koro, Amini’nin aslında ajan olduğunu tekrarlamaya devam etmektedir. Elbette bu kargaşa içinde bu soruşturmadan bir sonuç çıkmayacaktır. Reisi’nin ortalığı yatıştırmak için böyle bir açıklama yapmış olması da kuvvetle muhtemeldir. Yine de Türkiye’deki malûm koronun tekrarından daha makul bir açıklamadır.

Sanıldığının aksine İran’da, kadın saçının bir kılının dahi görünmesine ahlâk polisinin müdahalesi yoktur. Zaten kadınların çoğunluğu gönülsüzce örtündüklerinden dolayı saçlarının bir kısmını önden ve arkadan bir şekilde göstermektedirler. Geleneksel şekilde örtünenlerin (çarşaf giyenlerin) dışında kadınların başörtüleri daha çok Pakistan eski Başbakanı Benazir Butto’nun örtünme şekline benzemektedir. Başörtüsü varla yok arasındadır. Yine de böyle bile olsa örtünmeyenler, belediye otobüsüne, ticarî taksiye binemez ve resmî binalara giremezler. Bu da önemli bir yaptırımdır, hatta zulümdür.

***

İran ve işgali altındaki bölgelerde giderek artan şiddette bir devrim rüzgârı esmektedir. Göstericilerden asker-polis ateşiyle öldürülenlerin sayısı 50 civarındadır. Yaralıların ve tutuklananların sayısını kimsenin bildiği yoktur. Fars nüfusun çoğunlukta olduğu bölgenin dışında kalan hemen her yere gösteriler yayılmıştır. Yine de muhalefetin işi zordur. Bir defa muhalefetin ortak bir idaresi ve lideri yoktur. Tek merkezden idare edilmeyen, çok parçalı bir muhalefetin dinî bir şehinşahlığa karşı başarılı olması zordur. Muhalefetin ortak bir teşkilatı, örgütü de yoktur. Ortak bir örgüt idare olmayınca muhalefet nasıl başarılı olacaktır?

Bazı şehirlerde göstericilerin başörtüsünü yakmaları ayrı bir şirretlik örneğidir. Devletin kadınlara “Başınızı örteceksiniz, açacaksınız” diye baskı yapması nasıl bir zulüm ise, bir İslâm ülkesinde İslâm’ın sembollerinden sayılan başörtüsünün yakılması da bu yüzden şirretliktir, hâd bilmezliktir. Böylesi çirkin eylemler rejimin işini kolaylaştırır, muhalefetin İslâm düşmanı olduğu propagandasını tahkim eder. Daha ezilme hâlinde ve muhalefette iken sokaklarda başörtüsü yakanların iktidar olmaları hâlinde hangi zulümleri yapabilecekleri hakkında da bir işaret sayılır bu.

Dışarıdan muhalefeti destekleyen bazı açıklamalar gelmiş ise de bu durum fiilî bir yardıma dönüşmemiştir. Bu arada BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Vekili unvanlı Nada Al-Nashif, olaylar için her ne kadar İran yönetimini kınamış ise de bu kınama açıklaması muhalefetin fiilen dışarıdan yardım aldığını göstermez (CNN Türk, 20 Eylül 2022).

İran’ın komşusu olan ülkelerden, bu arada Türkiye’den, İran asker-polisinin göstericileri sokaklarda öldürmesi hakkında hiçbir açıklamanın yapılmamış olması da dikkat çekicidir. Diğer komşu ülkelerini de hatırlayalım: Irak zaten İran’ın işgali altındadır. Pakistan ve Afganistan iç sorunlarla uğraşmaktadır. Türkmenistan, kendi Atatürkmen’inin heykellerine yer beğenmekle meşguldür. Türkiye ise azgın, şımarık ve minik komşusu Yunanistan ile oyalanmaktadır.

Türkiye, doğrudan İran’daki kargaşanın fiilî bir tarafı olmasın, tamam. Ama İran işgalinde kıyamet şartlarını yaşayan kardeşleri için sözlü bir açıklaması dahi olmayan Türkiye’nin kardeşliğinin karşılığı olur mu?

***

İran’ın 1979’dan sonra resmî adı “İran İslâm Cumhuriyeti” oldu. Bu “İslâm Cumhuriyeti” adını daha önce Pakistan gibi ülkeler de kullanmıştır. Ancak her nasılsa İran örneği ile birlikte “İslâm Cumhuriyeti” deyimi daha çok haber konusu olmuştur.

İran, “Ari-an” yani “beyaz ırktan olanların ülkesi” demek. Yüz yıl öncesinde İran adı bilinmez, kullanılmazdı. Beyaz olanlar yani Farslar ise nüfusun yüzde 40-45’i arasındadır. İran bir Orta Çağ imparatorluğudur. Önünde sonunda yıkılması mukadderdir. İran’da 1979’dan beri dinî bir şehinşahlık vardır.

1979 Devrimi’nin ardından 1980 Anayasası ile İran’da, Humeyni’nin adlandırması ile bir “Velâyet-i Fakih” idaresi kurulmuştur. Fakihlerin yani mollaların vesayeti denilebilecek bu idarî yapıda son ve tayin edici söz fakihlere, onların temsilcisi “Rehber” denilen kişiye aittir. Hubregan Meclisi, Rehber’i ömür boyu görev yapacak şekilde seçmektedir. Hubregan Meclisi’ni de Rehber seçmektedir.

Fakih unvanlı bir mollanın vesayetine göre düzenlenen İran rejimi, Humeyni’nin adlandırması ile “Velâyet-i Fakih” idaresidir. Ancak 43 yıllık tecrübe, bu idarenin bir “velâyet-i facia” olduğunu göstermiştir.

***

İran’da rejimin vasisi olan şahıs “Rehber” diye anayasada adlandırılmışken, Türkiye’deki bağlılarını rehber kelimesi kesmediğinden olmalı, ona “İmam” demektedirler.

Şahlık zamanında olduğu gibi, İran’da resmî dil, beyaz sayılanların dili olan Farsçadır. Arapça, Türkçe ve Kürtçe gibi dillerde eğitim hakkı yoktur. Zaten İran adı da doğrudan beyaz ırka, Farslara işaret etmektedir. İran’da “eyalet” deyiminin kullanılması, yerel yönetimlere özerklik verildiği anlamında değildir. Türkiye’de bir zamanlar uygulanan “bölge valiliği” anlamındadır. Üstelik eyalete adı verilen Kürt, Beluç gibi sınırlar, adı geçen toplulukların tamamının meskûn olduğu bölgeyi kapsamaz. Türk adı İran’da yoktur. Kuzeydoğuda küçük bir alan “Türkmensahra” adı ile bilinirken, bunun dışında Horasan ve Doğu ile Batı Azerbaycan eyaletleri ise Güney Azerbaycan’ın küçük bir bölümünü kapsamaktadır.

***

İran’da toplumun her kesimi, en çok da kadınlar baskı altındadır. Ezici çoğunluk rejim muhalifidir (zıdd-ı inkılab) ama tek bir örgüt, tek bir liderin olmayışı muhalefetin aleyhinedir. İran’da muhalefet etme hakkı yoktur. Muhalifler düşman sayılır bu yüzden ve “zıdd-ı inkılab” diye adlandırılır.

İran’da muhalefetin durumu, Türkiye’de tek parti faşizminin olduğu 1923-1945 döneminde CHP’ye muhalif olanların hain-düşman sayıldıkları gibidir.

Bu arada Necmettin Erbakan’ın “Emperyalistler önce Suriye, sonra İran’a saldırdıklarında sıra Türkiye’ye gelecektir” dediği rivayeti revaçtadır. Bu rivayet Erbakan için yeni bir keramet ihdas etme örneği ise de aslında İran’daki velâyet-i facia rejimini dolaylı bir şekilde sahiplenmedir. Kendi çocuklarının miras kavgasını bilmeyen bir zatın kendinden sonra İran’a emperyalistlerin saldıracağını bilmesini iddia etmek, insan aklını ve idrakini yok saymaktır.

43 yıldan beri emperyalistler İran’a hiç saldırmamıştır. Başta Irak’ın altın bir tepsi içinde İran’a sunulması gibi pek çok olayda İran rejimini tahkim etmişlerdir.

İran’ı takip edenler teslim ederler ki, İran nüfus dağılımı Türkiye’ye benzemez. Her kavmin meskûn olduğu bölge bir diğerinden ayrıdır, farklıdır. Belucistan’da Beluçlar, Kürdistan’da Kürtler, Huzistan’da Araplar, Güney Azerbaycan’da Türkler baskın nüfusu oluşturmaktadır. Güney Azerbaycan’da olduğu hâlde Tahran gibi, hemen her etnik gruptan olan insanların toplandığı istisnaî yerler de vardır. Türkiye’ye karşı bir çeşit tedbir olsun diye Şah zamanında Urumiye gibi yerlere Kürt nüfus iskân edilmiştir. Ancak bu nüfus mühendislikleri ya da kaydırmaları İran’daki genel nüfus dağılımını ve yerleşkesini değiştirmiş değildir. Her topluluk kendi tarihî bölgesinde meskûndur.

Kaşgaylar gibi Fars bölgesinde ve o havzada kalan Türk topluluğu da vardır. Kaşgaylar, göçebelikleri nedeniyle etnik özelliklerini şimdiye kadar korumuşken, bu topluluğun yerleşik hayata geçirildikten sonra bu özelliklerini ne ölçüde koruyabileceğini tahmin etmek zordur.

***

İran rejiminin, nükleer silaha sahip olan ya da bu silahı elde etmesine ramak kalmış bir idarenin sokak gösterileri ile yıkılamayacağı gibi görüşler vardır. Ancak hatırlanmalıdır ki, SSCB süper bir güçtü. Nükleer silahları vardı. Ama yıkılmasını kimse engelleyemedi. İran rejimini yıkılmaktan kim kurtarabilir? Kendi halkını katleden bir rejimi, kendi halkına karşı koruyacak hiçbir silah yoktur.

Kuzey Azerbaycan’a karşı düşmanca tutumu Güney Azerbaycanlılar (Türkler) nezdinde İran’ı siyaseten bitirmiştir. Şiilik silahı Güney Azerbaycan’da artık hükümsüz hâle gelmiştir. 30-40 milyonluk bir kitlenin içinde Fars düdüğü çalan bedhah tipler elbette vardır. Ancak Şah zamanında Türklerin aşağılanması ile “İslâm Cumhuriyeti” zamanındaki aşağılanma değişmemiştir.

Hatırlanmalıdır ki, Mayıs 2006’da “İran gazetesi” Türklere “hamam böceği” diye karikatür yayınladığı için kitlesel tepkiler olmuş, bu gösterilerde çok sayıda insan katledilmiştir.

Türkler ve diğer topluluklar İslâm Cumhuriyeti’ni yaşayıp görerek adam yerine konulmadıklarını anladılar. İran bugün değilse bile yarın er geç dağılacaktır.

***

30-40 milyonluk bir Güney Azerbaycan nüfus kitlesinin Suriye’deki Türkmenler gibi etkisiz kalabileceğini düşünmek büyük bir hatadır. Güney Azerbaycan Türklerinde siyâsî bilinç, abartı sayılmasın, Türkiye Türklerinden ileridedir. “İran’ın mevcut yapısını koruması Türkiye’nin faydasınadır” gibi mülâhazalar çok büyük bir yanlışlık içermektedir.

PKK gibi terör örgütlerinden tutunuz, Türkiye’ye karşı terör eylemleri yapan her türlü şer odağının bir yanında İran mutlaka vardır. Üstelik kaderlerini Türkiye’nin kaderi ile bir bilen Güney Azerbaycan Türklerinin esaretlerinin devamında Türkiye için bir fayda görmek hangi kardeşlik hukukuna sığabilir?

Güney Azerbaycanlıların Şii olması da bazı kesimler için ayrı bir kaygı nedeni sayılmaktadır. Varsın Şii olsunlar, İran ile kardeş olmak için Şiilik engel değilken, Güney Azerbaycan ile kardeş olmaya gelince aynı Şiiliğin kardeşliğe engel sayılması nasıl bir akıl tutulmasıdır? Mezhep temelli (ister Sünnilik, isterse Şiilik olsun) bir siyâsî anlayış bölücülüktür; gerçekçilikten ve kardeşlikten uzaktır. Üstelik Güney Azerbaycan Türklerinin tamamının Şii olmadığı da ayrı bir husustur. Kuzey Azerbaycanlılar da Şiidirler ancak bu durumları Türkiye ile kardeşçe bir siyaset takip etmelerine engel olmamıştır.

***

İran’ın çökmesi demek, Kuzey ve Güney Azerbaycan’ın birleşmesi ile 50 milyonluk güçlü bir Azerbaycan komşusunun Türkiye'nin doğusunda olması demektir. Bu Türkiye için, dünya barışı ve istikrarı için büyük bir fırsat demektir.