Vefâtının 27’nci yılında rahmetle: 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal

17 Nisan 1993 günü Özal, Çankaya Köşkü’nde kalp krizi geçirir. Ancak kronik kalp hastası olan Özal’ın doktoru ile ambulans şoförü o gün izin yapmaktadır. Saniyelerin önemli olduğu bir zamanda uzun süre ambulans bulunamaz. Özal, Köşk’ten GATA’ya doğru götürülürken gizli bir el devreye girerek rotayı Hacettepe Hastanesi’ne çevirmiştir…

6 Kasım 1983 Seçimleri ve Başbakan Turgut Özal Dönemi

6 Kasım 1983 günü, seçime katılım oranının yüzde 92 olarak gerçekleştiği ve yaklaşık 20 milyon seçmenin katıldığı seçimlerde (Çavdar, 2000:293), Turgut Özal liderliğindeki Anavatan Partisi (ANAP) yüzde 45,15 oy ve 211 milletvekiliyle iktidara geldi.

12 Eylül Darbesi’nin sahibi MGK’nın açıkça desteklediği Turgut Sunalp idaresindeki Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) ise ancak yüzde 23,27 oy oranıyla 71 mebus çıkartabilmişti.

ANAP seçimleri kazanmıştı kazanmasına ama seçimleri kazanan partiye hükûmeti kurma görevinin verilmeyeceğine dair dedikodular ortalıkta dolaşıyordu. İki hafta geçmesine rağmen Özal’a hükûmeti kurması için Çankaya’dan bir davet gelmemişti. TBMM’nin açılışı giderek uzuyor, herkesi tedirgin bir bekleyiş sarıyordu. Bekleyiş uzayınca Halkçı Parti’den Meclis’e girmiş 27 Mayıs darbecisi General Fahri Özdilek’ten askerlerle temas etmesi rica edilmişti.

Özdilek, darbeci generallerle yaptığı görüşmenin ardından “Meclis’in açılmama ihtimâli” ile birlikte geri dönünce ortalık iyice karışmıştı. Darbeciler, seçimlere rağmen aba altından sopa göstermeye devam ediyorlardı. Özdilek, “Üstlerine gidildiği takdirde Meclis açılmayabilir. Askerler ürkütülmeden, programları aynen uygulanmalı” mesajıyla dönmüştü (Uncular, 1992:14).

20 Kasım günü diğer parti liderleriyle Çankaya’ya çıkan Özal, Kenan Evren’den hiç beklenmedik bir şekilde hükûmeti kurma görevini almıştı. Turgut Özal’ın Başbakanlığında, seçimlerden neredeyse bir buçuk ay sonra ancak kurulan bu hükûmet, 13 Aralık 1983-31 Ekim 1989 tarihleri arasında görev yapmıştı.

Başbakan Özal, daha ilk günlerden itibaren yıllardır zihninde biriktirdiği icraatları bir bir sahneye koymaya başlamıştı. Özal, Hükûmet Programı’nın açıklandığı gün, ilk amacının, “zenginden alıp fakire vererek sosyal adaleti sağlamak” (Donat, 1987:52) olduğunu bildirmişti.

Dönem milletvekili Engin Güner’e göre, “Özal’ın 1984 yılında ilk çıkardığı kanunlardan biri, elektronik sanayine yönelik ithalatın serbest bırakılması kanunuydu”. Özal, bilgisayarların okullara, evlere girmesi için büyük çaba harcamıştı. Eğitimde TV ve bilgisayarların önemini ilk kavrayanlardandı. “Konuttaki bilgisayar sayısını da birden altıya çıkarmıştı” (Güner, 2000:31-32).

26 Mart 1984 Yerel Seçimleri

Kasım 1983’te yüzde 45 ile iktidara gelen ANAP, seçmen gücüne duyduğu özgüvenle 1984 yılının Mart ayında yerel seçimlerin yapılmasını gündeme getirdi. Varılan mutabakat sonrası yapılan yerel seçimlerde ANAP birinci parti olarak bütün büyükşehirlerin belediye başkanlıklarını da kazanmıştı.

İki Necdetler Kalkışması

Saltanat kalkmıştı ama Türkiye’de militarizm saltanat sürmeye devam ediyordu. Askerî bürokrasi darbelerden istifadeyle Genelkurmay komuta kademesinde bir akrabalar saltanatı kurmuştu. Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Üruğ, 10 yıl önceki Genelkurmay Başkanı Orgeneral Faruk Gürler’in yeğeni idi. Ondan on yıl sonra, 1983’te bu sefer Faruk Gürler’in yeğeni Üruğ, Genelkurmay Başkanlığı koltuğuna oturmuştu.

12 Eylül’ün üzerinden 7 yıl geçmiş, Türkiye darbenin yaralarını daha saramamıştı. Ağustos şûrâsı yaklaşıyor, yeni komuta kademesine ilişkin haberler gazetelere yansıyordu. Generaller, 2000 yılına kadar Genelkurmay Başkanı ve komuta kademesinin kimlerden oluşacağını belirlemişti. Kamuoyu gibi Hükûmet de askerin sızdırdığı bu plânları gazetelerden okuyordu.

İşte o günlerde cereyan eden “İki Necdetler kalkışması”, Başbakan Özal’ın hanesine yazılan, siyâsî iradeyi güçlendiren tavırlardan biri olacaktı. Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Necdet Öztorun, 30 Ağustos 1987’de emekli olacaklardı. Üruğ, emekliliğini erken isteyerek Necdet Öztorun’a Genelkurmay Başkanlığı yolunu açacaktı. Teamüllere göre Orgeneral Necip Torumtay bu göreve getirilecekti.

Dönemin Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ, siyaset mâkâmının rolünü çalıyor ve 13 yıl boyunca kimlerin komuta kademesinde bulunacağını tanzim etmeye kalkışıyordu. Esasen bu kalkışma, 1960 Darbesi’nden sonra kurulan “sürekli darbe rejiminin” bir yansımasından başka bir şey değildi.

Bakanlar Kurulu kararı olmadan ve Askerî Şûrâ’ya götürülmeden yapılan bu plân, Özal’dan döndü.

28 Haziran günü General Necdet Öztorun’la görüşen Evren, Öztorun’a Genelkurmay Başkanı olamayacağını söyledi. Demokrasilerde başbakanın böyle bir hakkı vardı. Öztorun’a da yol görünmüştü. Özal, Orgeneral Necip Torumtay’ın önce Kara Kuvvetleri Komutanı, daha sonra Genelkurmay Başkanı yapılacağını açıklamıştı.

“Sivil darbe” olarak tarihe geçen olayda Hükûmet, ilk defa varlığını hissettirmişti. “Necdetler Operasyonu” iki orgeneralin emekli olmasıyla bitmiş, dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Necip Torumtay, önce Öztorun’dan boşalan Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na, bir ay sonra da Genelkurmay Başkanlığı’na getirilmişti. Özal, gazeteci Ertuğrul Özkök’e, “Bunu alışılmış usûlleri değiştirmek için yaptık. Çünkü 1960’dan sonra hiçbir hükümet, Genelkurmay Başkanı’nı kendisi tayin edememiş” (Doğan, 1994:140) demişti.

Özal bu kararıyla Eski Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler’in yeğeni olan Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ’un kendisinden sonra Genelkurmay Başkanlığını teyzesinin oğluna bırakması şeklindeki akraba saltanatına da karşı çıkmış oluyordu.

Ne var ki, TSK’daki akraba saltanatı sonraki yıllarda da devam etmişti. 28 Şubat darbe döneminin generallerinden Hüseyin Kıvrıkoğlu, “Bu süreç bin yıl devam edecek” demişti. General Hüseyin Kıvrıkoğlu, TSK içindeki bir akraba saltanatının temsilcisi gibiydi. Amcası Mustafa Kıvrıkoğlu’nun general olması gibi, yeğeni Hayri Kıvrıkoğlu da generaldi.

Türkiye’nin kendini aştığı yıllar

Özal, kendine ve icraatlarına güveniyordu. 1983-1987 yılları arasında ülkede çok hızlı bir değişim yaşanmış, ekonomik reformlar ülkenin çehresini değiştirmişti. 150 yıldır hâlledilemeyen döviz darboğazı aşılmıştı. Pasif dış politikadan aktif dış politikaya geçilmişti. Yurtdışında başı eğik gezen Türkler, gururla gezmeye başlamışlardı.

Özal’ın reformları baş döndürücü hızdaydı. Özal, “bankacılık sistemini değiştirmiş, imar affını çıkarmış, kambiyo suçlarını kaldırmış, klâsik devlet anlayışını kaldırmış, tabuları yıkmış, Türk Ceza Kanunu’ndaki fikir suçlarını kapsayan 141-142 ve 163’ncü maddeleri cesaretle kaldırmıştı” (Doğan, 1994:109).

MİT’i sivilleştirme plânları çerçevesinde Özal, MİT Müsteşar Yardımcılığına, bir sivil olan Hiram Abas’ı atadı. Özal, çevresindekilere her fırsatta ‘Güçlü, kuvvetli bir MİT yapacağız’ demekte, zemin kollamakta, servisi kafasındaki öze çevirmeye gayret etmekteydi” (Arcayürek, 1989:331).

Başbakanlığa bağlı askerleşmiş MİT’in siyasileşmesi, o günlerde hâfızaların alabildiği bir şey değildi.

Başbakan Özal, o günlerde “günde 300-500 kişi ile görüşen” (Donat, 1987:77) ve bunu bir yönetim ilkesi sayan bir devlet yöneticisiydi. Herkesin hatırını ve isteklerini soruyor, gönül alıyordu.

Erzurum Ulemasından Mehmet Kırkıncı Hocaefendi, Başbakan Özal’la görüşmesini şöyle anlatıyor: “Başbakanlık Konutu’na gittiğimizde Turgut Bey bizi merdivenlerde karşıladı. Birlikte çalışma odasına gittik. Çok nazik bir insandı. Bütün hareketleri edep dairesindeydi.” (Kırkıncı, 2004:291)

Başbakan Özal’a suikast

18 Haziran 1988 günü Ankara Atatürk Spor Salonu’nda gerçekleşen ANAP Kongresi sırasında Başbakan Özal’a karşı bir suikast gerçekleştirilmişti. Eski sabıkalı Kartal Demirağ tarafından gerçekleştirilen suikastta, Başbakan Özal parmağından yaralanmış, saldırgan yakalanmıştı.

Yapılan suikast, Özal’ın siyasetten ve Cumhurbaşkanlığı adaylığından tasfiye edilmesine yönelik bir plânın parçasıydı. Feyzi İşbaşaran, bu plândan şöyle bahseder: “Parti içinden de, dışından da, hattâ bazı generaller, Özal’ın Köşk’e çıkmasını istemiyordu. Derin güçler kendisinin geri adım atmadığını gördüklerinde bu kez İhsan Doğramacı’nın ismini Cumhurbaşkanı adayı olarak getirdiler. Ama Özal kabul etmedi ve Köşk’e kendisi çıktı.” (İşbaşaran, 2010)

Özal’ın Cumhurbaşkanlığına seçilmesi

Aynı yılın Kasım ayında Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in görev süresi de dolmaktaydı. Yeni Cumhurbaşkanı olarak, başta Başbakan Özal olmak üzere birçok kişinin ismi şimdiden geçmeye başlamıştı. Özal’ın Cumhurbaşkanlığı için isminin geçmesinden itibaren bazı zinde odaklar korku siyaseti yapmaya ve “Darbe olacak!” dedikoduları yaymaya başlamışlardı. Demirel de, “Durup dururken böyle bir şey söyleniyorsa vardır bunun bir sebebi” (Mangırcı, 1999:150) diyerek zinde odaklara prim veriyordu.

Bazı ANAP milletvekilleri ise Özal’ın aday olması durumunda istifa edeceklerini açıklayarak, Özal’ın önünü kesme misyonuna soyundular. Demirel de bu milletvekillerine listesinde garanti yer teklifi yaparak siyâsî ahlâkı zorlayan bir demece imza atmıştı.

Özal’ın cumhurbaşkanlığını istemeyenlerden biri de mevcût Cumhurbaşkanı, Darbeci General Kenan Evren’di. Evren, Özal’a, “Size bir ağabey olarak aday olmanızı tavsiye etmiyorum. Partiniz zarar görür” şeklinde bir tavsiyede bulunuyordu (Arcayürek, 1990:26).

Kenan Evren, günlüğüne şu notları düşmüştü: “Özal bana, ‘Fikirlerinize değer veririm’ dedi. Ona, ‘Son anda vazgeçtiğinizi ilân ederseniz, puan toplarsınız. ‘Boşu boşuna yüklendik üstüne’ derler. ANAP grubunda cumhurbaşkanı olacak yok mu? Var. Meselâ Necmettin Karaduman, Ali Bozer, Kaya Erdem… Baktım, böyle söyleyince yüzü kızardı’.” (Arcayürek, 1990:29)

Bu satırlardan anlaşıldığı üzere, Atatürkçülük adına darbeciliğe soyunan Kenan Evren, Özal’a Masonik kişilerin cumhurbaşkanı olmasını teklif ediyordu.

Nihâyet, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine üç gün kala, partisinin grup toplantısında Özal, adaylığını açıkladı. Üç milletvekili, partisinden istifa etti. 20 Ekim’de yapılan ilk tur oylamada Özal 247 oy alırken, rakibi Fethi Çelikbaş 18 oy aldı. DYP’li ve SHP’li üyeler ise Genel Kurul salonuna girmeyerek Özal’ı protesto ettiklerini söylediler.

31 Ekim günü yapılan son oylamada Özal, 263 oy alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin Sekizinci Cumhurbaşkanı olur. 6 Kasım günü, 1989 günü yapılan ant içme törenine muhalefet katılmamıştı. 1970’lerde Plânlama Müsteşarıyken “Takunyalı” diye horlanan ve sonunda atılan Özal, o gün Türkiye’nin 8’inci Cumhurbaşkanı olmuştu.

9 Kasım 1989 günü düzenlenen törenin ardından Özal, mâkâmına oturmuştu. Çankaya Köşkü, tarihinde ilk defa sadece sivil birisini değil, aynı zamanda namaz kılan ve oruç tutan sivil birisini ağırlar (Ertunç, 2010:474).

Türkiye için yeni bir dönem başlamış, Muhafazakâr bir partinin “Hacı” Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı olmuştu. Özal, Çankaya’ya çıkmadan Meclis’te yaptığı son konuşmada partili arkadaşlarına üç temel hürriyeti vasiyet olarak bırakmıştı: Bunlar ifade hürriyeti, teşebbüs hürriyeti, din ve vicdan hürriyetidir” (Doğan, 1994:202).

Özal’ın, Cumhurbaşkanı olarak yapacağı çok şey vardı. Bunlardan biri, yıllardır artık kangren hâline gelmiş başörtüsü yasağıydı. Özal bir dönem uğruna çâresizlikten gözyaşı döktüğü başörtüsü yasağını kaldırmakla işe başlar. Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği kanunun 7/h maddesi öncelikle kaldırılır.

Bu durum üzerine başörtülülere ceza verilemeyeceği için öğrenciler yeniden derslere devama başlarlar. Ancak “27 üniversitenin 20’sinde serbestlik uygulanırken başta, Ankara Üniversitesi olmak üzere yedi üniversite yasakta ısrar etmektedir” (Çaparoğlu, 1999:40).

YÖK Başkanı İhsan Doğramacı’nın yönlendirmesi ile başörtüsü ile ilgili üç kanun metni yazılır. Bunlardan, “Yüksek Öğretim Kurumlarında kılık kıyafet serbesttir” şeklindeki kanun metni Meclis’ten geçer ve 28 Ekim 1990’da yürürlüğe girer.

Ne var ki, bu sefer de dönemin ana muhalefet partisi SHP, konunun Anayasa’ya aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurur. Mahkeme, 9 Nisan 1991’de bu iptal talebini reddeder” (Çaparoğlu, 1999:41).

Fakat 31 Temmuz 1991’de açıklanan gerekçeli kararda, karara şerh yazan Mahkeme Başkanı Yekta Güngör Özden’in görüşleri Anayasa Mahkemesi kararı gibi gösterilir ve uygulamaya esas alınır.

Özal, o günlerde gazeteci Yavuz Gökmen’e Günaydın Gazetesi’nde yayınlanmak üzere görüşlerini açıklar. Cumhurbaşkanı Özal, Orduyu sivilleştirmek istemekte, orduevlerini halka açmayı arzulamaktadır.

Cumhurbaşkanı Özal’ın vefâtı

17 Nisan 1993 Cumartesi günü Özal, bugün de hâlen tartışılan bir ölümle vefât etti.

17 Nisan 1993 günü Özal, Çankaya Köşkü’nde kalp krizi geçirir. Ancak kronik kalp hastası olan Özal’ın doktoru ile ambulans şoförü o gün izin yapmaktadır. Saniyelerin önemli olduğu bir zamanda uzun süre ambulans bulunamaz. Özal, Köşk’ten GATA’ya doğru götürülürken gizli bir el devreye girerek rotayı Hacettepe Hastanesi’ne çevirmiştir…

Özal, görev süresini tamamlayamadan vefât eder.

Sonraki günlerde Cumhurbaşkanı’ndan alınan kanın Hacettepe Hastanesi’nden kaybolması, orada görevli bir hemşirenin şaibeli bir biçimde ortadan kaybolması da kayda değer bilgilerdendi. Özal’ın saçlarından eşi Semra Özal tarafından bir tutam alındığı, zehirlenme olup olmadığının o saç telleri üzerinden araştırıldığı, ancak sonuçların ve saç tellerinin bir kasetle birlikte Semra Özal’ın evinden çalındığı bilgisi de bir başka muammaydı.

Esasen Özal’a daha önce de çeşitli suikast girişimleri olmuştu. Dönemin Bakanlarından Ekrem Pakdemirli, Özal’a yeni alınan uçakta suikast girişimi yapıldığı yönünde kuvvetli şüphesi bulunduğunu şöyle anlatır:

“Özal’ın ölümünü suikast olarak düşünmemin sebebi, daha önce de onu öldürmek istemiş olmalarıydı.

Özal yeni bir uçak almıştı. Ben alınmasına karşı çıkmıştım. Bu, iki motorlu bir uçaktı. VIP yolcuları taşıyan uçakların en az üç motorlu olması lâzımdı. Özal gibi bir yolcunun en az üç motorlu uçak ile yolculuk yapması gerekirdi.

Özal bu uçakla bir seyahatte iken elektrik sistemi âniden sıfırlandı. Uçağı Pakistanlı bir başpilot kullanıyordu. Onun mahareti ile uçak kazâsız belâsız indirildi. Sonradan bu duruma sebep olarak, bir farenin uçağın kablolarını kemirmesinden kaynaklandığı söylendi.

O zaman bunun bir suikast tertibi olduğuna kanaat getirdim. Çünkü Başbakan’ın kullandığı böyle bir uçak için bu tür olaylara karşı gerekli tedbirlerin alınmış olması lâzımdı. İlk operasyonda denediler, başarılı olamadılar; bundan sonra başka senaryoları devreye soktular diye düşünüyorum.” (Pakdemirli, 2013)

22 Nisan 1993 günü, Özal’ın naaşı İstanbul’da toprağa verildi. Cenaze törenine yüz binlerce insan katıldı. Bu acı sonla Özal devri kapandı.


Bu görsel, www.trhaberler.com sitesinden alınmıştır.

Özal, büyük ekonomik ve sosyal reformlara imza attı. Ekonomi ve iş çevrelerini dışarıya açtı, dünya ile bütünleştirdi. Özel sektörü ekonominin lokomotifi hâline getirmesi, kıymeti zamanla anlaşılan büyük bir hizmet olmuştu. Cesur adımlar atmış, tabular yıkmıştı.

Cumhurbaşkanı Özal, Fransız yazar Alphonso Daudet’in, “Altın Beyinli Adam” isimli hikâye kitabındaki karakterle eşleşen altın beyinli bir adamdı. Cins bir zekâya sahip olan beynini çocukluğundan beri ülkesi ve milleti için kullanan bir devlet adamıydı.

Eski Mâliye Bakanlarından Kemal Unakıtan, Özal’dan bahsederken, “Çok özel bir beyni vardı. Bir gün deniz kenarındaydık. ‘Bu denizin içindeki hareketliliği nasıl enerjiye dönüştürebilirim?’ diye düşünüyorum” dediğini nakletmişti.

Nitekim bir dönem ülkemizin en önemli kurmay zekâları da Özal etrafında toplanmışlardı. Gerçekten de Özal bütün ömrünü, ülkesini ve milletini daha ileri götürmek, mevcût sorunlarına çözüm bulmak için harcamıştı.

Namazında, orucunda, “Hacı” bir Cumhurbaşkanı olarak Çankaya’da birçok ilke imza atan, Hazreti Ali’den “Devlet Adamlarına Nasihatler” kitabını kendisine başucu kitabı yapan, sadece “can vermek ve hesap gününden korkan” Özal, aramızdan ayrılmıştı.

Özal’ın cenazesi tam bir halk gösterisine sahne olmuştu. BM Güvenlik Konseyi, Özal için toplantının açılışında bir dakikalık ihtiram duruşunda bulunmuştu. Kendisine karşı olan bir bakan, Çankaya’daki deftere şu sözleri yazmıştı: “Affet beni Özal.”

Wall Street Journal, 19 Nisan tarihli sayısında “Modern Atatürk” başlığı altında Özal hakkında uzun ve güzel bir makale yayımlamıştı.

Sekizinci Cumhurbaşkanı Özal’ın ardından çok şeyler söylendi, söylenmeye devam edecek. Birkaç özel tespiti paylaşalım…

İşadamı İshak Alaton, Özal’ı şöyle anlatır: “Turgut Özal muhteşem bir adamdı. En ufak bir önyargısı yoktu. Sadece çalışkan ve Türkiye’ye faydalı olması bakımından insanları motive ederdi. Motivasyonu samîmiydi. Müthiş bir adamdı. Muhataplarına güven veriyordu. Dünyayı Türkiye’den okuyabilen, Türkiye’ye dünyadan bakabilen büyük bir insandı. O yüzden hepimizde iz bıraktı da gitti.” (Alaton, 2012:151)

Kutlay Doğan da Özal’ı şöyle anlatır: “Özal, fikirleriyle bizi sarsan bir siyasetçi idi. Tişörtle askerî birlik denetleyen, Cezayir’e giderken Cezayir halkından özür dileyerek bir tarihî yanlışı düzelten, devlet ve siyaset adamıydı.” (Doğan, 1994:159)

Özal, Gazeteci Yavuz Gökmen’e göre “Türkiye’nin sadece gölgesinden istifade ettiği bir şahıstı” (Gökmen, 1994:83).

Dönemin önemli siyâsî aktörlerinden biri olan Kamran İnan da Özal’dan şöyle bahsediyor: “‘Türkiye’nin en büyük meselesi, kültür bunalımıdır’ derdi. Değişik bir insandı; zorlukları göğüslemeyi severdi. Dünya vizyonuna sahipti; Türkiye’yi örnek memleket hâline getirdi. Siyaset ve devlet hayatında kavgayı sevmezdi. Uzun seneler Türkiye’yi düşündüğü, projeler geliştirdiği, süratli icraatından anlaşılıyordu. ‘Aykırı’ düşünmekten korkmuyordu, Saymakla sınırlı olmayan meziyetleri vardı. Cumhuriyet’in bir dönemine damgasını vurmuştur. Eserleri ve ismi, Cumhuriyet’le beraber yaşamaya devam edecektir.” (İnan, 2003:159-160)

Murat Belge, Özal döneminde yaşananları şöyle özetler: “Özal, Türkiye’de çok şey değiştirmiş bir başbakandır. Özal, geleneksel teamüllerinden farklı çizgiler de izledi. Kimin Genelkurmay Başkanı olacağına müdahale etmek veya ‘Türk Parasının Kıymetini Koruma Yasası’nı iptal etmek, Kürt sorununda federasyonu da tartışabileceğimizi söylemek... Anlatmak istediğim, kural dışı davranışlarından sadece birkaç tanesidir…” (Belge, 2011:650)

Özal’ın ardından Başbakan Demirel, “Hükûmetler, Cumhurbaşkanının sağlığından sorumludur. Özal’ın öleceğini biliyordum. Ancak ne zaman öleceğini bilmiyordum” (Mangırcı, 1999:201) şeklindeki garip açıklamasının ardından Çankaya’ya çıktı. Ülkede yeni bir dönem başlamıştı…

 

Kaynakça

Alaton İshak,(2012), Lüzumlu Adam (İshak Alaton’un Hatıraları), İstanbul: Alfa

Arcayürek Cüneyt, (1989), Darbeler ve Gizli Servisler, Ankara: Bilgi Yay.

Arcayürek Cüneyt, (1990),Çankaya Hesaplaşması, Ankara: Bilgi Yay.

Belge Murat,(2011),Militarist Modernleşme, İstanbul, İletişim Yay.

Çaparoğlu Bülent,(1999),Meclis Hatıraları, İstanbul: Şule Yay.

Doğan Kutlay, (1994),Özal Belgeseli, Ankara: TEHA Yay.

Donat Yavuz, (1987),Özallı Yıllar, Ankara: Bilgi Yay.

Ertunç Ahmet Cemil,(2010), Cumhuriyetin Tarihi, İstanbul, Pınar Yay

Güner Engin,(2000),Özallı Yıllarım, İstanbul: Babıali Kültür Yay.

İnan Kâmran,(2003),Siyaset Yılları, İstanbul, Timaş Yay.

İşbaşaran Fevzi,(2010),Sabah,15.10.2010

Kırkıncı Mehmet, (2004), Hayatım ve Hatıralarım, İstanbul: Zafer Yayınları

Mangırcı Faruk,(1999), Çankaya Savaşları, Ankara

Pakdemirli Ekrem,(2013),Milliyet,13.04.2013

Uncular Betül,(1992), İşte Böyle Bir Meclis, Ankara: Bilgi Yay.