Vefâsız bir toplum nereye kadar?

İnsanlar, aralarına buzdan duvarlar örüyorlar. O buzları eritecek sevgi ve dostluk güneşi bir türlü doğmuyor. Bu ayrılıkların, ihtirasların, anlayışsızlıkların fertleri götürdüğü yer olan vefasızlık şilebi, ne çâre ki battıkça batıyor. Neler oldu da ahde vefa, nostaljik yaşanmışlıklarda kaldı? Neler oldu da güven duygusu yok oldu?

MİNNETTARLIK, sadâkat, bağlılık, sevgi, saygı, dostluk, kardeşlik, muhabbet, sözünde durma ve sözünü yerine getirme gibi duygu, anlayış ve tutumların bütünü, “vefa” denen duyguyu bizlere hatırlatır ve yaşatır.

O hâlde insanın olduğu her alanda vefa vardır; mutlaktır ve olmalıdır. Vefanın kapsamı, insanın yaratılış gayesine matuf bir olgudur. Bu saiklerle, bizleri yaratan Yüce Rabbimize (cc), Sevgili Peygamberimiz Efendimize (sav), anne babaya, kardeşlere, akrabalara, çevreye, topluma, millete karşı sorumluluk ve görevlerimiz olduğu gibi, vefa duygumuz da vardır. Vefa, yaratılanın Rabbine karşı kulluğunun bir minneti, şükrü ve güvencesidir. Voltaire, “Vefa, milletin tarlasıdır” demiş.

Sözünün eri olmak, yeri gel ince bağışlamak ve dostlarını hatırlamak, ahde vefanın gereğidir. Dost ikliminde yetişen, sağlam bir karakter kazanan her irade vefayı bilir, teneffüs eyler, hayattan da haz alır. Peki, ya vefasızlık?

Hazreti Mevlâna, vefasızlığı yıkık bir köprüye benzetir. Değer vermeyip anmayan, arayıp sormayan, vefanın başka bir hâli olan vedaya rücû eder.

Vefanın adamlıkla da bir ilgisi vardır. Abdurrahim Karakoç, “Vefası olmayan, şefkati olmayan, düşüncesi olmayan, samimiyeti olmayan, gayesi olmayan, cesareti olmayan, imanı olmayan, vicdanı olmayan, güzel ahlâkı olmayan, basireti olmayan, edebi olmayan ve nihayet aşkı olmayan, adam olamaz” diyor. Ancak toplum olarak vefa kaybolmaya başladı. “Vefa” diye bir sözcük olduğuna göre, toplum hayatındaki yeri, insanın yaratılışına uzanır. Dün de, bugün de olan bir vakıa... Bugün düne göre eksikliği elzem olan bir duygu... Daha fazla duyulan, hissedilen, aranan, özlenen ve istenen…

Lâkin insan bu, kendi gücü, doyumsuzluğu, muhteris oluşu, bencilliği ile bu duyguyu kirletti ve bir yerlere attı. Aramaz oldu. Hem istiyor, hem istemiyor, nasıl bir çelişkidir bu böyle?! Tarihteki krallıklar gibi, kendine tâbi olunmasını arzu eden en berbatından bir histeri hâli!

İnsanlar, aralarına buzdan duvarlar örüyorlar. O buzları eritecek sevgi ve dostluk güneşi bir türlü doğmuyor. Bu ayrılıkların, ihtirasların, anlayışsızlıkların fertleri götürdüğü yer olan vefasızlık şilebi, ne çâre ki battıkça batıyor. Neler oldu da ahde vefa, nostaljik yaşanmışlıklarda kaldı? Neler oldu da güven duygusu yok oldu? Sevgi ve saygı iklimi birden değişti? Elverir ki, zaman içinde pek çok şey yeniden karşımıza çıkar. Hayatın gayesine mâtuf temayül etmeyen sinerji, bu “ulvî” denebilecek duyguyu yine târumâr eder.

Toplum çok hızlı bir değişim gösteriyor. Pek çok şey çabucak tüketiliyor, eskitiliyor. Bu ahvâlde insanları insan yapan değerler de buharlanıp uçuyor. Zamanın, emeğin, yardımlaşmanın, dayanışmanın yerini alan faydacılık, hep üzüntü ve ürküntü veriyor. Elbette sadece yardımlaşma, emek ve paylaşımda da değil, kafa yapısı da dumura uğradı, köreldi. Çağdaşlaşma, gelişme, ilerleme denilen teknolojik-dijital enformasyon, kafa yapısını olumsuz etkilemeye devam ediyor.

Vefa duygusu sadece insanla değil ve fakat insanın içinde bulunduğu eşyayla da ilintili. Evde olan bir eşyanın vaktinden önce değiştirilip atılması veya yok edilmesi bile insanın yıllar sonra özlemine işledikçe işler. Fertler her şeyin kıymetini bilmeli ve o değerler ölçüsünde davranmalılar. En başta da çocuklar o duyguları görmeli ve bir şeye değer yüklemenin mânâsını kavramalılar. Büyüdükçe onu değersiz bir meta olarak algılamasın, görmesinler. Yani vefa duygusu çocuklukla birlikte başlar. Çocukta vefa duygusunun oluşup gelişmesi için evde herkesle ve her şeyle kurulan ilişkide vefa duygusu olmalıdır.

Sadece sevilen şeylere değil, sevilmeyen şeylere de saygı gösterilmelidir. Saygı göstermek demek, onu kabullenmek de demek değildir. Ancak saygının öğrenilebilmesi için önce hayatta en önemli şeyin kendi mutluluğu olmadığını bilmelidir insan. Yardımlaşmayı, kendisine yardım edene minnettarlık duygusu beslemeyi bu hâliyle gelişebilecektir.

Sevgili Peygamberimiz (sav), “Vefa göstermek imandandır” buyuruyor. Hayatın iyilik ve güzelliklerinin âsûde içinde geçmesi, incelikler içinde karşılıklı anlayışlara, fedakârlıklara, feragate bağlıdır. Vefalı insana yakınından veya bir arkadaşından zarar gelse de yapılan bir iyiliği unutmaz. Unutmayan gönül için aynı davranışı sergilemek, vefanın gerekliliğindendir. Tek tarafı feragat bir yere kadar sürer. Birbirlerini bilen, anlayan içinse bu anlayış fark etmez; hoşgörü bu hâllerde devreye girer. Muhabbet duymak ve sevgiyle bakmak, bu hasleti diri tutmaya yeter.

Aristoteles, “Vefa asâletten gelir” demiş. Asil olmak her kişinin harcı değil. Ancak “Kendini bilen Rabbini bilir” mucîbince asil olmak için çaba harcamak bir erdemdir.

Vefalı olmak, sevgi ve merhamet pınarından kana kana su içmekle eşdeğerdir. Karşılıklı olan vefa, insan için önemli bir vazifedir. İnsana en çok yakışan elbise gibidir. Vefa, insanın tarlasıdır; ekilenler ya kurur ya da bir gün yeşerir. O sevginin mürüvvetinde boy atar ve gelişir.

Vicdan, merhamet, sadâkat, kadirşinaslıksa vefanın dostudur. Vefa, geçmiş günlere, yıllara, yaşananlara bir saygı duruşudur; insanın taşıdıklarının kendini yormamasıdır. Uğruna beklediğiniz, değer verdiğiniz, her şeyinizi verdiğiniz her insanın sizi hüsrana uğratmamasıdır. Sizi sevip sayması, değer vermesi, yanınızda olması, birlikte hareket etmesi, güven duyulmasını sağlaması, hülâsa adam gibi adam olmasıdır. En kolay olanı da çekip gitmektir. Gerektiğinde, hayatta iyi yaşamak için sevgiyle uğruna her şeyini verebilmek ahde vefanın şânındandır.