BENDENİZİ takip eden
okuyucularım, Libya ile yakînen ilgilendiğimi bilirler. Ancak dünya gündemi ve
ona bağlı olarak Türkiye gündemi o kadar hareketli ve dinamik bir seyir izliyor
ki en ilgili olduğunuz bir konuya dönmekte bile zorluk çekiyorsunuz.
Bunca
ilgime rağmen Libya ile ilgili en son yazıyı “Libya’da Bayrama Doğru”
başlığıyla 26 Nisan 2020 tarihinde yazmışım. Son yazıda ileri sürülen hususlara
kısa bir göz atarak süreci kaldığımız yerden okumaya devam edelim…
Son
yazımızın yazıldığı tarih itibarıyla Libya ordusu, Trablusgarp ile Tunus sınırı
arasında sahili tamamen ele geçirmiş ve Terhune’ye doğru yedi cepheli bir
saldırıya geçmişti.
Sıcak
gündem Terhune ile meşgulken, bendeniz Terhune saldırısının sahte bir saldırı
olabileceğini öngörmüş ve asıl hedefin Vatiyye Hava Üssü olması gerektiği
hususunda şunları söylemişim:
“Türkiye destekli
UMH birlikleri, Hafter’in batı sahillerindeki yenilgi şokunu atlatmasına fırsat
vermeden Trablusgarp’ın güney doğusunda yedi cephe birden açarak Hafter’in
ikmâl merkezi olan Terhune’ye doğru harekete geçtiler. Terhune’nin düşüşünü
sanırım fazla beklemeyeceğiz.
Ancak Terhune
saldırısı, bir sahte saldırı da olabilir. Stratejik açıdan düşünüldüğünde,
Trablusgarp’ın güneybatısındaki Vatiyye Hava Üssü ve İkmâl Merkezi’nin ele
geçirilmesi daha makul olur.
Vatiyye ele
geçerse, Trablusgarp’ın batısından Tunus sınırına kadar olan bölge düşmüş olur
ve Hafter’in garp cephesi çöker... Bana öyle geliyor ki, Terhune ve Vatiyye’nin
düşmesi, Hafter’in toplama ordusunu psikolojik olarak dağıtacaktır.”
Nitekim
gerçekte de böyle olmuş ve Hafter güçleri, Terhune’de sahte saldırılarla meşgul
edilirken Libya ordusunun elit birlikleri, düşmanın batı cephesinin kilit taşı
konumundaki Vatiyye’yi kuşatmış ve Türk SİHA’ları tarafından ikmâl yolları
kesilen Vatiyye, günlerce havadan dövülerek yumuşatılmıştı.
BAE’nin
Vatiyye’de hava savunması için Rusya’dan temin ettiği yepyeni Pantsirler -o
yazıda öngördüğümüz gibi- işe yaramamış ve bu son derece modern hava savunma
sistemleri, SİHA’larımız tarafından imha edilmişti.
Aslında
Türk Ordusu, Pantsir efsanesine Suriye’de son vermişti. Ama elindeki medya vâsıtalarıyla
Rusya’nın ustaca geçiştirdiği bu hezîmet, dünyayı Pantsirlerin kesin imhası
konusunda ikircikte bırakmıştı.
Oysa
Suriye cephesinde Rusya’nın Sovyetler devrinden kalma abartılmış mekanik gücü
ile Türkiye’nin dijital teknolojiye dayanan çağdaş gücü çarpışmış ve zamanın rûhunu
yakalayan “yükte hafif, pahada ağır” Türk silahları, yükte de, pahada da oldukça
ağır Rus silahlarını mağlûp etmişti.
Dünyanın
beklentisi Rus destekli rejim güçlerinin Türk destekli muhalif güçler üzerinden
silindir gibi geçeceğiydi.
Çatışmanın
dumanı dağılınca dünya beklediği manzarayı görmek için çatışma meydanına baktı
ve şu sahne ile karşılaştı: Rus ve İran destekli Rejim unsurlarının yüzlerce
zırhlı araç, top ve tankı meydana serilmiş ve üzerine silah tanınmayan
Pantsirlerin kimi imha edilmiş, kimi dumanı tüter bir vaziyette savaş dışı
kalmıştı.
Aynı
tecrübe yeni tekniklerle Libya sahasına da uygulanınca dünya, Libya’da patronun
kim olduğunu şüpheden arınmış bir şekilde gördü: Türkiye!
Dünyanın
bakışı değişti!
Vatiyye’nin
düşmesi, dünyanın Libya meselesine bakışını temelden değiştirdi. Ardında
Fransa, Rusya, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, İsrail, Ürdün, Mısır, BAE ve
Suud’un olduğu ve ülke topraklarının yüzde 97’sini ele geçirmiş bir gücün
yenileceğini hiç kimse öngörmüyordu.
Libya
savaşının en önemli zafer atiyyesi olan Vatiyye’nin düşmesi, ardındaki bütün
ülkeleri derinden sarstı. Ama Vatiyye’nin kaybı, Ruslara aynı yıl içinde
Türkler eliyle tattırılmış ikinci hezîmet acısı olmak açısından yenilir yutulur
bir şey değildi.
Bir
tarafta “süper güç” yaftası, diğer tarafta her hamlesinin önüne dikilen Türk
engeli, Rusları çok çılgın şeyler yapmaya zorluyor ama neyle karşılaşacaklarını
bilemedikleri için göze alamıyorlardı.
Ruslar,
bize gözdağı vermek için Suriye’den getirdikleri savaş uçakları ile şov
yaptılar. Uçakları önce kendi armalarıyla Cufra Havaalanı’na indirdiler,
ardından Hafter’in armasını takıp Hafter sözcüsünün ağzından “Ebabil Saldırısı”
ile Türk hedeflerini imha edeceklerini söylediler.
Ama
nafile! Türkiye bu tehdide, Anadolu ile Libya arasına hava köprüsü kurup
mütemadiyen yığınak yapmakla cevap verdi. Arada bir de Suriye’de Rus uçaklarını
avlayan F-16’ları indirip kaldırarak Rus blöfünü gördüğünü açık etti. Ardından
da bir cümlelik bir ültimatom verdi: “Meşru
hedefimiz olursunuz!”
Bu
ültimatom’un Hafter’e verilmediğini, bunun Rusya başta olmak üzere bütün Hafter
destekçilerine verildiğini muhataplarımız gayet güzel anladılar.
Türkiye
bu tehdidi kuru gürültü olsun diye yapmıyordu elbet. Zaten Türkiye’nin bir şeyi
“Yapacağım!” dediğinde yapacağını ve
bu tavrın arkasının dolu olduğunu dost düşman herkes, tecrübe ederek
öğrenmişti.
Peki,
bizim bu açık tehdidimiz karşısında karşı cenah niye suspus olup kılıktan kılığa
girdi?
Sanırım
bu işin gizemi, Le Monde gazetesinde yayınlanan Hafter hava unsurlarının
düşürülüşü ile alâkalı şu meâldeki uyarıda gizliydi: “Bu unsurları sadece SİHA’ların imha ettiğini söyleyemeyiz; sahadaki
gözlemciler, önce havada mavi bir ışığın belirdiğini, ardı sıra da hava
unsurlarının imha olduğunu belirtiyorlar. Fransa ve Rusya, Türklere saldırmadan
önce bu durumu hesaba katmalılar.”
Katmaz
olurlar mı, kattılar elbet; lâkin çetin cevize çattılar!
Rusya,
Cufra Hava Üssü’nde şov yaparken Fransa da Yunanistan, İtalya ve Malta gibi devletleri
peşine takarak “İrini Operasyonu” adıyla bir tuluat tiyatrosu kurdu. Onların
amaçları da bizim Libya açıklarına demirlemiş donanmamızı tehdit etmekti.
Ama
Akdeniz’in en güçlü donanması karşısında Akdeniz turu atmaktan başka
yapacakları bir şey yoktu. Zaten İtalya ve Malta daha yolda yüz geri ederek
Fransa ve Yunan’ı Türk donanmasının kucağına bıraktı.
Yapacakları
bir şey yoktu ama kâfirciklerde hile çoktu. Fransa bu operasyonunun ne kadar
ilkeli bir duruş olduğunu göstermek için Hafter’e bağlı Sirte Limanı’ndan kaçak
petrol yükleyen BAE bandıralı bir gemiyi tuttuğu gibi Avrupa limanlarına çekti.
Bu danışıklı dövüşün amacı şu idi: “Bak Türkiye,
bu operasyonda o kadar ciddîyim ki kendi müttefikimin gemisine bile el
koyuyorum, gerisini sen hesapla!”
Bu
pis hesabı ânında gördük tabiî. Türk Donanması aynı gün Akdeniz’in dört kritik
bölgesinde navteks yayınlayarak “Hodri meydan!”dedi. Sonuç mu? Tıs…
Bu
arada Hafter’e, Türk gemilerine füze atma talimatı verdiler. Hafter de füzeyi
ateşledi. Ama fırlatıcıdan çıkan füze, muhtemelen Türk elektronik harp sistemi
unsurlarınca ele geçirilerek götürülüp Yunan gemisinin suratında patlatıldı.
Zaten İrini Operasyonu’nda tek gemiyle dolaşan Yunan, kuyruğu yanık tazı gibi,
yaralanan gemiyi eve götürüp yerine yeni bir gemi getirdi.
Fransa,
mesajı alınca İrini’den çekileceğini açıkladı ve Yunan’ın rengi malûm…
Türklerin kararlı tutumu karşısında ne Rusların, ne de Fransızların blöfü işe
yaradı!
Onlardan
üstü örtük müjdeli saldırılar bekleyen Hafter’in güvendiği dağlara kar
yağacaktı. Ama ne kar!
Hafter
ve şürekâsına son darbeyi vurmadan evvel UMH Başkanı Serrac, Başkan Erdoğan’ın
konuğu olarak 4 Haziran Perşembe günü Türkiye’ye geldi. Koronaya rağmen yüz yüze
yapılan bu toplantı bir şeye işaret ediyordu. O şeyin ne olduğunu toplantı
öncesi duvar levhalarında gördük.
Başkan
Erdoğan, konuğuna, masaya nâzır duvarda celî hatlarla yazılmış üç tablo
gösteriyordu. Tabloyu yakınlaştırınca gördük ki, birinde “Allah’ın yardımı senin üzerindedir”, diğerinde “Allah’tan başka galip yoktur”,
üçüncüsünde ise “Yüce Allah mübarek
etsin” hatları vardı.
O
görüşme ve o sahne, bir zafer ilâmıydı anlayana!
Ve
Libya’nın Öfke Volkanı Harekâtı, bir kum tipisi olup Hafter güçlerinin üzerine
çöktü. Hafter güçlerinin bu tipi karşısında tutunmaları imkânsızdı. Allah’ın
yardımı, Libya-Türk Ordusunun üzerindeydi artık…
Hafter
güçleri, altı ayda aldıkları yerleri altı saatte bırakarak kaçtılar. Tut ki, Hendek
günü kum fırtınasından helâk olan müşrik ordusu... Ne Terhune umurlarındaydı,
ne Beni Velid. Ne BAE’nin paraları umurlarındaydı, ne Rus’un silahları...
Onların
rezil rüsvay bir hâlde kaçışları, bizi yüzyıl önce çekildiğimiz vatan
parçasının derinliklerine doğru çekiyordu.
Bir
asır sonra da olsa vefâlı Türk, tarih yazmaya tekrar geldi.
Ey
tarihini arayan topraklar, selâm size!