“Vefâlı Türk geldi yine”

Hafter güçleri, altı ayda aldıkları yerleri altı saatte bırakarak kaçtılar. Tut ki, Hendek günü kum fırtınasından helâk olan müşrik ordusu... Ne Terhune umurlarındaydı, ne Beni Velid. Ne BAE’nin paraları umurlarındaydı, ne Rus’un silahları... Onların rezil rüsvay bir hâlde kaçışları, bizi yüzyıl önce çekildiğimiz vatan parçasının derinliklerine doğru çekiyordu. Bir asır sonra da olsa vefâlı Türk, tarih yazmaya tekrar geldi…

BENDENİZİ takip eden okuyucularım, Libya ile yakînen ilgilendiğimi bilirler. Ancak dünya gündemi ve ona bağlı olarak Türkiye gündemi o kadar hareketli ve dinamik bir seyir izliyor ki en ilgili olduğunuz bir konuya dönmekte bile zorluk çekiyorsunuz.

Bunca ilgime rağmen Libya ile ilgili en son yazıyı “Libya’da Bayrama Doğru” başlığıyla 26 Nisan 2020 tarihinde yazmışım. Son yazıda ileri sürülen hususlara kısa bir göz atarak süreci kaldığımız yerden okumaya devam edelim…

Son yazımızın yazıldığı tarih itibarıyla Libya ordusu, Trablusgarp ile Tunus sınırı arasında sahili tamamen ele geçirmiş ve Terhune’ye doğru yedi cepheli bir saldırıya geçmişti.

Sıcak gündem Terhune ile meşgulken, bendeniz Terhune saldırısının sahte bir saldırı olabileceğini öngörmüş ve asıl hedefin Vatiyye Hava Üssü olması gerektiği hususunda şunları söylemişim:

“Türkiye destekli UMH birlikleri, Hafter’in batı sahillerindeki yenilgi şokunu atlatmasına fırsat vermeden Trablusgarp’ın güney doğusunda yedi cephe birden açarak Hafter’in ikmâl merkezi olan Terhune’ye doğru harekete geçtiler. Terhune’nin düşüşünü sanırım fazla beklemeyeceğiz.

Ancak Terhune saldırısı, bir sahte saldırı da olabilir. Stratejik açıdan düşünüldüğünde, Trablusgarp’ın güneybatısındaki Vatiyye Hava Üssü ve İkmâl Merkezi’nin ele geçirilmesi daha makul olur.

Vatiyye ele geçerse, Trablusgarp’ın batısından Tunus sınırına kadar olan bölge düşmüş olur ve Hafter’in garp cephesi çöker... Bana öyle geliyor ki, Terhune ve Vatiyye’nin düşmesi, Hafter’in toplama ordusunu psikolojik olarak dağıtacaktır.”

Nitekim gerçekte de böyle olmuş ve Hafter güçleri, Terhune’de sahte saldırılarla meşgul edilirken Libya ordusunun elit birlikleri, düşmanın batı cephesinin kilit taşı konumundaki Vatiyye’yi kuşatmış ve Türk SİHA’ları tarafından ikmâl yolları kesilen Vatiyye, günlerce havadan dövülerek yumuşatılmıştı.

BAE’nin Vatiyye’de hava savunması için Rusya’dan temin ettiği yepyeni Pantsirler -o yazıda öngördüğümüz gibi- işe yaramamış ve bu son derece modern hava savunma sistemleri, SİHA’larımız tarafından imha edilmişti. 

Aslında Türk Ordusu, Pantsir efsanesine Suriye’de son vermişti. Ama elindeki medya vâsıtalarıyla Rusya’nın ustaca geçiştirdiği bu hezîmet, dünyayı Pantsirlerin kesin imhası konusunda ikircikte bırakmıştı.

Oysa Suriye cephesinde Rusya’nın Sovyetler devrinden kalma abartılmış mekanik gücü ile Türkiye’nin dijital teknolojiye dayanan çağdaş gücü çarpışmış ve zamanın rûhunu yakalayan “yükte hafif, pahada ağır” Türk silahları, yükte de, pahada da oldukça ağır Rus silahlarını mağlûp etmişti.

Dünyanın beklentisi Rus destekli rejim güçlerinin Türk destekli muhalif güçler üzerinden silindir gibi geçeceğiydi.

Çatışmanın dumanı dağılınca dünya beklediği manzarayı görmek için çatışma meydanına baktı ve şu sahne ile karşılaştı: Rus ve İran destekli Rejim unsurlarının yüzlerce zırhlı araç, top ve tankı meydana serilmiş ve üzerine silah tanınmayan Pantsirlerin kimi imha edilmiş, kimi dumanı tüter bir vaziyette savaş dışı kalmıştı.

Aynı tecrübe yeni tekniklerle Libya sahasına da uygulanınca dünya, Libya’da patronun kim olduğunu şüpheden arınmış bir şekilde gördü: Türkiye!

Dünyanın bakışı değişti!

Vatiyye’nin düşmesi, dünyanın Libya meselesine bakışını temelden değiştirdi. Ardında Fransa, Rusya, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, İsrail, Ürdün, Mısır, BAE ve Suud’un olduğu ve ülke topraklarının yüzde 97’sini ele geçirmiş bir gücün yenileceğini hiç kimse öngörmüyordu.

Libya savaşının en önemli zafer atiyyesi olan Vatiyye’nin düşmesi, ardındaki bütün ülkeleri derinden sarstı. Ama Vatiyye’nin kaybı, Ruslara aynı yıl içinde Türkler eliyle tattırılmış ikinci hezîmet acısı olmak açısından yenilir yutulur bir şey değildi.

Bir tarafta “süper güç” yaftası, diğer tarafta her hamlesinin önüne dikilen Türk engeli, Rusları çok çılgın şeyler yapmaya zorluyor ama neyle karşılaşacaklarını bilemedikleri için göze alamıyorlardı.

Ruslar, bize gözdağı vermek için Suriye’den getirdikleri savaş uçakları ile şov yaptılar. Uçakları önce kendi armalarıyla Cufra Havaalanı’na indirdiler, ardından Hafter’in armasını takıp Hafter sözcüsünün ağzından “Ebabil Saldırısı” ile Türk hedeflerini imha edeceklerini söylediler.

Ama nafile! Türkiye bu tehdide, Anadolu ile Libya arasına hava köprüsü kurup mütemadiyen yığınak yapmakla cevap verdi. Arada bir de Suriye’de Rus uçaklarını avlayan F-16’ları indirip kaldırarak Rus blöfünü gördüğünü açık etti. Ardından da bir cümlelik bir ültimatom verdi: “Meşru hedefimiz olursunuz!”

Bu ültimatom’un Hafter’e verilmediğini, bunun Rusya başta olmak üzere bütün Hafter destekçilerine verildiğini muhataplarımız gayet güzel anladılar.

Türkiye bu tehdidi kuru gürültü olsun diye yapmıyordu elbet. Zaten Türkiye’nin bir şeyi “Yapacağım!” dediğinde yapacağını ve bu tavrın arkasının dolu olduğunu dost düşman herkes, tecrübe ederek öğrenmişti.

Peki, bizim bu açık tehdidimiz karşısında karşı cenah niye suspus olup kılıktan kılığa girdi?

Sanırım bu işin gizemi, Le Monde gazetesinde yayınlanan Hafter hava unsurlarının düşürülüşü ile alâkalı şu meâldeki uyarıda gizliydi: “Bu unsurları sadece SİHA’ların imha ettiğini söyleyemeyiz; sahadaki gözlemciler, önce havada mavi bir ışığın belirdiğini, ardı sıra da hava unsurlarının imha olduğunu belirtiyorlar. Fransa ve Rusya, Türklere saldırmadan önce bu durumu hesaba katmalılar.”

Katmaz olurlar mı, kattılar elbet; lâkin çetin cevize çattılar!

Rusya, Cufra Hava Üssü’nde şov yaparken Fransa da Yunanistan, İtalya ve Malta gibi devletleri peşine takarak “İrini Operasyonu” adıyla bir tuluat tiyatrosu kurdu. Onların amaçları da bizim Libya açıklarına demirlemiş donanmamızı tehdit etmekti.

Ama Akdeniz’in en güçlü donanması karşısında Akdeniz turu atmaktan başka yapacakları bir şey yoktu. Zaten İtalya ve Malta daha yolda yüz geri ederek Fransa ve Yunan’ı Türk donanmasının kucağına bıraktı.

Yapacakları bir şey yoktu ama kâfirciklerde hile çoktu. Fransa bu operasyonunun ne kadar ilkeli bir duruş olduğunu göstermek için Hafter’e bağlı Sirte Limanı’ndan kaçak petrol yükleyen BAE bandıralı bir gemiyi tuttuğu gibi Avrupa limanlarına çekti. Bu danışıklı dövüşün amacı şu idi: “Bak Türkiye, bu operasyonda o kadar ciddîyim ki kendi müttefikimin gemisine bile el koyuyorum, gerisini sen hesapla!”

Bu pis hesabı ânında gördük tabiî. Türk Donanması aynı gün Akdeniz’in dört kritik bölgesinde navteks yayınlayarak “Hodri meydan!”dedi. Sonuç mu? Tıs…

Bu arada Hafter’e, Türk gemilerine füze atma talimatı verdiler. Hafter de füzeyi ateşledi. Ama fırlatıcıdan çıkan füze, muhtemelen Türk elektronik harp sistemi unsurlarınca ele geçirilerek götürülüp Yunan gemisinin suratında patlatıldı. Zaten İrini Operasyonu’nda tek gemiyle dolaşan Yunan, kuyruğu yanık tazı gibi, yaralanan gemiyi eve götürüp yerine yeni bir gemi getirdi.

Fransa, mesajı alınca İrini’den çekileceğini açıkladı ve Yunan’ın rengi malûm… Türklerin kararlı tutumu karşısında ne Rusların, ne de Fransızların blöfü işe yaradı!

Onlardan üstü örtük müjdeli saldırılar bekleyen Hafter’in güvendiği dağlara kar yağacaktı. Ama ne kar!

Hafter ve şürekâsına son darbeyi vurmadan evvel UMH Başkanı Serrac, Başkan Erdoğan’ın konuğu olarak 4 Haziran Perşembe günü Türkiye’ye geldi. Koronaya rağmen yüz yüze yapılan bu toplantı bir şeye işaret ediyordu. O şeyin ne olduğunu toplantı öncesi duvar levhalarında gördük.

Başkan Erdoğan, konuğuna, masaya nâzır duvarda celî hatlarla yazılmış üç tablo gösteriyordu. Tabloyu yakınlaştırınca gördük ki, birinde “Allah’ın yardımı senin üzerindedir”, diğerinde “Allah’tan başka galip yoktur”, üçüncüsünde ise “Yüce Allah mübarek etsin” hatları vardı.

O görüşme ve o sahne, bir zafer ilâmıydı anlayana!

Ve Libya’nın Öfke Volkanı Harekâtı, bir kum tipisi olup Hafter güçlerinin üzerine çöktü. Hafter güçlerinin bu tipi karşısında tutunmaları imkânsızdı. Allah’ın yardımı, Libya-Türk Ordusunun üzerindeydi artık…

Hafter güçleri, altı ayda aldıkları yerleri altı saatte bırakarak kaçtılar. Tut ki, Hendek günü kum fırtınasından helâk olan müşrik ordusu... Ne Terhune umurlarındaydı, ne Beni Velid. Ne BAE’nin paraları umurlarındaydı, ne Rus’un silahları...

Onların rezil rüsvay bir hâlde kaçışları, bizi yüzyıl önce çekildiğimiz vatan parçasının derinliklerine doğru çekiyordu.

Bir asır sonra da olsa vefâlı Türk, tarih yazmaya tekrar geldi.

Ey tarihini arayan topraklar, selâm size!