Vefalı olmak güzeldir

Köpeğinin bu nankörlük, vefasızlık ve duygusuzluğu ona çok dokunmuştu. Bir köpek de olsa mazur görüp affetmek içinden gelmedi. O kadar izzet, ihsan ve ikrama karşı köpeğinin bir anda, hem de bir kemikle kendisini unutması, gönül yaralayıcı ve vefayı zedeleyici bir tavır olarak asla affedilebilecek bir husus değildi. Gazapla, “Yol verin şu edepsize!” dedi.

“VEFA” nedir elbette bilirsin azizim; hatır gönül bilene, yüreğinde sevdikleri için hep bir parça kor ateş saklayan canlara değil sözüm. Hani söz meclislerinde mangalda kül bırakmayan, öylesi serin, iç açıcı, gözlere muhabbet ışıltısı yerleştiren, yüreklere sevinçten seksek oynatan insanlar vardır, bir konuşurlar, pir konuşurlar, mest olursun da tutup sımsıkı sarılasın gelir, -hatta abartayım azıcık- yüreğine öyle bir yerleştirirsin ki böylesi muhteremleri, hep yanında kalsınlar istersin.

Lakin o tatlı diller, o gülen gözler ardındaki samimiyetsizliği senin masumiyetin, saflığın, ruhundaki naiflik, gönlündeki zarafet anlamaz, anlamaz da, o yüksek gönüllü zannettiğin insanlardan sana doğru esen yanlışlık rüzgârları kahreder seni, şaşırtır, acıtır…

Çok uzun zaman oldu azizim insanları oldukları gibi kabul edip huzuru gönlüme yerleştireli. Gençliğimde takılı kalırdım vefasızlıklara; dost diye ram olduğum gönül evlerinde karanlığa gömüldüğümde nasıl yana yakıla kahreder, “Neden? Niçin? Nasıl olur?” soruları içinde kıvranır dururdum. Zamanla anladım ki insanlar umarsız, duyarsız ve benciller.

Rabbim hepsinden razı olsun azizim, diyecek çok söz yok aslında. Şimdilerde kendime veriyorum alınması gereken bütün dersleri, bana yapılmasını istemediğim hiçbir hareketi yapmıyorum çevremdeki insanlara, Rabbimin rızası neyi gerektiriyorsa öyle olsun istiyorum.

Merhum Mehmet Akif Beyefendi, kızının nikah akdine çok sevdiği ahbabından olan Bosnalı Ali Şevki Efendi’yi de davet etmiş. Yaşlı Hocaefendi bu davete biraz geç kalınca, gecikme sebebi olarak Vefa Yokuşu’ndan çıktığını, bu sebeple biraz geciktiğini söylemiş. Merhum Mehmet Akif Beyefendi bu yerinde mazereti, yerinde bir hakikatle mezcederek mütebessim ve manidar bir şekilde şöyle demiş: “Hangi Vefa Yokuşu’ndan bahsediyorsun Hoca Efendi? Nesl-i hazır (şimdiki nesil) o yokuşu çoktan düzledi…”

Merhumun hüzünle dile getirdiği ve adeta yüreklere “Ah!” dedirten, ruhumuzun çok muhtaç olduğu, vazgeçilemez bir haslettir vefa. Bugün “Hep bana, hep bana!” zihniyetiyle yaşayan bir gençliği seyrediyoruz azizim. Gençliğin duyarsızlığı bizleri de değiştirdi, suskunlaştırdı sanırım. Halbuki vefa, İslami şiarlardan biri ve belki de en esaslısı. Gerçi İslam nazarında esasların esası imandır. Fakat imanın aynı zamanda bir vefakarlık tezahürü olduğu muhakkaktır. Zira vefa, ahde riayet, yani verilen sözde durmaktır. İman da ruhlar aleminde Rabbi tasdik ve ikrara bu dünyada sadakat gösterilmesi, yani netice itibarıyla bir vefakarlıktır.

Bununla beraber vefa, sadece ahde riayet, yani verilen sözde durma keyfiyeti değil, Rabbimize karşı samimiyet ve gönül halini de değiştirmemektir.

“Vefa” kelimesi “minnettarlık, sadakat ve istikamet” demektir. Beraberlik ve hatta bazen ayniyet ifadesi de taşır. Bu temel bakış açısından imanın icap ettirdiği her tavır ve hareket, aynı zamanda bir vefakârlık ifadesi taşıdığı gibi, bu tavır ve hareketlerin aksi de “vefasızlık” olarak kabul edilmez mi Azizim?

Gönüllerini vefa membaından nasiplendirenler, ateş gibi olan nefislerini gül bahçesi haline getirmişler demektir Azizim. Nasıl da imrenilip kıskanılacak bir güzelliktir İbrahim –aleyhisselam-. Bilirsin azizim, İbrahim -aleyhisselam- Nemrud tarafından dağlar gibi alevlerin içine atıldığı an Cenab-ı Hakk’ın, “Ey ateş, İbrahim’e karşı serin ve selamet ol!” emriyle bir gülistan halini almıştır. Zira İbrahim -aleyhisselam-, ateşe atılmadan önce nefs alevini vefa sularıyla söndürmüş ve Hakk’a sadakatini her haliyle tezahür ettirmiş bir peygamberdi. Öyle ki, Allah Teâlâ onun vefasını, “Çok vefakâr olan İbrahim” (Necm, 37) şeklinde takdir buyurmuştur. Bu ne yüce bir şeref ve payedir. Rabbin rızası dâhilinde böylesi bir methe vasıl olmak…

Rabbin rızası için vefa

İşte gönül istiyor ki azizim, bize yol gösteren, numune-i imtisal olan peygamberlerin hayatlarındaki bu ışıltılar ruhumuzun ta derinliklerinde neşvünema bulsun, hayat yolumuzu aydınlatsın, günlük hayatımızı renklendirsin. Elbette vefa hayatımızda bir renkten fazla yer tutsun, Rabbimizin rızasına nail olmanın güzelliğini bütün benliğimizde yaşamak adına iyi insan olalım; Rabbimize kul, Habibine (sav) ümmet olarak, imanımızın gerektirdiği gibi çevremizde, sosyal ve aile hayatımızda gerçekten her halimizle örnek teşkil edelim ki önce kendi huzurumuz, sonrasında hemhâl olduğumuz insanlarla birlik, beraberlik ve mutlulukla yaşayabilelim.

Her zaman en iyiyi örnek alıp en iyi olma yolunda yürümeliyiz. Allah’ın kendisine verdiği nimetleri unutup basit bir nefsani temayülün esiri olarak vefasızlık gösterenlerin halini Feridüddin Attar Hazretleri’nin şu kıssası ne güzel aksettirir: Padişahın hususi nazarlarına mazhar olmuş bir av köpeği vardı. Avcılıkta mahir ve usta idi. Padişah, ona son derece değer verir ve her ava çıkışında onu mutlaka yanına alırdı. Tasmasını mücevherlerle süslemiş, ayaklarına altın ve gümüşten yapılmış halkalar ve bilezikler taktırmıştı. Sırtı da sırmalı atlas bir çulla kaplıydı. Bir gün padişah, yine onu yanına almış olduğu halde saray erkânı ile birlikte ava çıktı. Tasmanın ipek ipi elinde, at üzerinde, vakur bir şekilde ilerleyen sultan neşeli idi. Fakat birden bu neşesini kaçıran bir şey gözüne ilişti. Çok sevdiği köpeği, padişahını unutmuş bir vaziyette başka bir şeyle oyanlanmaktaydı. Padişah önce mahzun olarak elindeki ipek ipi çektiyse de köpek direndi, önündeki kemik parçasını kemirmeye devam etti. Bu hal karşısında padişah, hayret ve hiddet hisleri arasında haykırdı: “Huzurumda beni unutarak başka bir şeyle meşgul olmak ha, nasıl olur bu?” Son derece üzüldü. Köpeğinin bu nankörlük, vefasızlık ve duygusuzluğu ona çok dokunmuştu. Bir köpek de olsa mazur görüp affetmek içinden gelmedi. O kadar izzet, ihsan ve ikrama karşı köpeğinin bir anda, hem de bir kemikle kendisini unutması, gönül yaralayıcı ve vefayı zedeleyici bir tavır olarak asla affedilebilecek bir husus değildi. Gazapla, “Yol verin şu edepsize!” dedi.

Vefa peygamberlere, velilere ve fazilet sahibi kimselere ait bir vasıf olarak beşerî hayatı en yüce seviyede taçlandıran manevî bir sıfattır. Bu itibarla bazı müfessirler İslâm’ı, dille ikrar ile beraber hem kalp ile tasdik, hem Allah Teâlâ’ya bütün kaza ve kaderinde teslimiyet ve hem de bir vefa olarak tarif etmişlerdir.

Gafil köpek, padişahın hiddetinin mânâsını kavradı, ancak iş işten geçmişti, yapacak bir şey kalmamıştı. Öyle ki, etrafındakiler padişaha, “Sultanım, üzerinde mücevher, altın, gümüş ne varsa alalım da öyle bırakalım” dediklerinde padişah, “Hayır! Bırakınız öyle gitsin” dedi, “Öyle gitsin de ıssız, kızgın ve bomboş çöllerde garip, aç ve susuz kalsın, onlara bakarak kaybettiği ikram ve lütufların acısını yaşasın”.

Vefasızlık bir hayvan için bile olsa nasıl da iç acıtıcı görünüyor. Peki, azizim biz neden bu kadar vefasız ve vurdumduymaz olduk? Anamıza, babamıza, eşimiz dostumuza neden yeterince değer veremiyoruz? Oysa hepsiyle alakadarız ve hep teşrik-i mesai içindeyiz, her zaman yüz yüze baktığımız insanların yüreklerine dokunmak bu kadar mı zor?

Ah azizim, bazen sadece dua etmekten başka bir şey gelmiyor insanın elinden! Bu yüzden Cenab-ı Hakk gönüllerimize sadakat ve samimiyet lütfedip cümlemizi cennet varisleri kılsın. Neslimizden ve zürriyetimizden muttakilere sertâc olacak göz nuru ve gönül süruru evlatlar ihsan etsin. Cümlemizi Resulüne, ana babaya, akrabaya, bütün ehl-i imana, vatan ve millete ve de diğer emanetlere karşı vefakâr eylesin. (Amin!)