Vefâlı lidere yapılan vefâsızlık

“Açıklarsam yer yerinden oynar” hafifmeşrepliği ile başlayan, eski bakanlık gücünü kendinden menkul gören Maliyecilerin, devletin en âli mâkâmında görev alıp sonra da HDP ve CHP’nin ortak olduğu bir harekete teşne olanların kuracakları işten bir hayır doğacağını beklemiyorum.

EPEYDİR 11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül nezâretinde eski Bakan Ali Babacan da, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu da yeni bir parti kuruyor. Davutoğlu’nun sarf ettiği “Konuşursam yer yerinden oynar” lâfları iç gündemimizi meşgûl ediyor. Bunlar olur da amiral gemisinin Ahmet’i, yerli jurnalistler, ekranların madrabazları ve kalemşörleri boş dururlar mı? Haydi konuşun da AK Parti’nin bütün kirli çamaşırları (!) ortaya dökülsün!

Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ne kadar dâhilî ve hâricî muhalifi varsa, tâ Pensilvanya’dan Berlin’e, Londra’ya, oradan da Tel-Aviv’e kadar zil takıp oynayanlara rastlamak mümkün. Meselenin tarihî serencâmını bilemezsek, işin künhünü ıskalar, anlamamış oluruz.

Birliği bozmak niyeti

Cihan Devleti’nin yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin idarecileri, yenilik diye merhum bir Cumhurbaşkanı’nın (S.D.) da âdeta itiraf kabilinde ve mealen, “Cumhuriyet idaresi şeklini yerleştirmek için Osmanlı’yı reddetmek zorundaydık” şeklinde ifade ettiği gibi, hep mâzideki ihtişamlı Osmanlı Devleti’nin mirasını reddettiler. Âdeta yeniyi kabul etmenin yolu, eskinin reddedilmesini gerektiriyormuş gibi bir propaganda yapıldı. Genel itibari ile iktidarlar hep Batı’nın efsûnî tarafına âşık olduklarını söyleyip onlara benzemeye çalışmanın terakki (ilerleme) sayılacağını sayıklayıp durdular.

Kısacası, düne dair ne varsa inkâr etmek “ilericilik”(!), ecdâda hakaret etmekse “uygarlık/modernlik” sayıldı. “Bizden bir şey olmaz” sloganı âdeta devlet idarecilerinin resmî politikaları hâline geldi. Cihan Devletimizi paylaşan müsteşrikler, bizi yüz yıllık bir vesâyet prangasına/kumpasına hapsettiler. Bizden istenen de milletimizin buna yani vesâyet rejimine rızâ göstermesi idi. Âmiyâne tâbirle “at gözlüğü ile bakmamızı” istiyorlar idi.

Bunun devamı olarak yıllar içinde, isminden gayrı millîliği olmayan bir eğitim sistemi ile -istisnalar dışında- maariften uzak marifetsizlerin yetiştirildiği kadrolar yetiştirilerek yönetilmeye çalışıldık. Onların hesabının tutmadığı İlâhî emrin tecellisiyle, hamdolsun ki eğitim sistemine inat “Anadolu irfanı” ile büyüklerimiz ve bizim de dâhil olduğumuz kuşak bu sünepeliğe itiraz ederek, istikbâle daha emin bakmak için yerli-millî fikirler etrafında bir araya gelip vakıf ve dernekler kurdu. Bunun ilerisi için de şartların zorlaması ile partilileşmek mecburiyetinde kalındı. Zira “Muktedir olmanın yolu, seçimler netîcesinde oluşan iktidarlara bağlıdır” hakikatinin farkına varıldı. Yani “Farkındayız!” denildi.

Konuya dair bu girizgâhı yapmamın muradı, özellikle 15 Temmuz’dan sonra “Cumhur İttifakı”nı kuran partilerin, yukarıda arz ettiğim vakıf ve derneklerden vücût bulmalarıdır. Görünen odur ki, yeni parti kurma çalışmaları da bu ittifakı bozmaya/bozdurmaya matuf hareketlerdir.

Bu yazıda arz edeceğimiz konu AK Parti ve o hareketten çeşitli sebeplerle ayrılan/içine sindirmeyip yeni ufuklar (!) vaat edenlerle alâkalı olduğu için, Cumhur İttifakı’nın diğer iki sacayağı MHP ve BBP’yi müstesna sayıyor ve bu güzin hareketi yazımın dışında bırakıyorum. (Bu iki partinin toplamı, daima sitayişi hak ediyor ve gönlümüzde hep yer bulacaklardır.)

Meğer kimler neler düşünmüş!

AK Parti, bir sosyolojinin iktidarıdır. Bu bahis ayrıca yazılabilir, ancak yazımızın konusu değildir. Çünkü gerek MHP ve gerekse AK Parti, müesses olarak kuruluşlarının müntesiplerinin istikamet-i inşâsı, kadim bir medeniyetin, derin bir tarihin mirasının berhava olduğunu görenlerin çileli yolculuklarının sonunda vücût bulmuş yerli ve millî hareketleridir. Biz bunun hakkını teslim edemezsek, vebâl altında kalırız.

Cumhuriyet’in ilânından sonra belli bir dönemi istisnaî durumlar muvacehesinde masum görebiliriz. Ancak çok partili dönemde ülkemiz, askerî vesayetlerden ve dışa bağımlı olmaktan kurtulamadı. Bu duruma râzı olmayan AK Parti lideri, “Dostlarım, arkadaşlarım” dediği bir ayan grubuyla parti kurmaya ve “Biz bu ülkenin makûs talihini değiştirmeye adayız” dedi. Kuruluş safhasında şahısların iyi niyetinden şüphelenmemeyi şiar edinip itimada önem verdiler; bunu fazla kâle almayan grup olarak beraber hareket etmeye çalıştılar.

“İnsan bu, su misali kıvrım kıvrım akar ya” demiş rahmetli Necip Fazıl, calibi dikkat olarak beraber yola çıkanların hâl-i pürmelâline bakınca, bir araya gelen Kurucular Kurulu’nda yer alan herkesin aynı cesaret ve istikamette olmadığını ve farklı dünya görüşüne sahip olduklarını bugün yaşananlardan sonra anlayabiliyoruz. AK Parti için bir araya gelen ana omurgada yer almak üzere İslâmî hayat nizâmına dair iddia ve kavillere sahip bir meşrepten gelen kurucu heyetin içinde, meğer “sosyalizmin” sosuna batırılmış liberaller, Marksist meşrepli lâkin İslâmî sosyalizmi (ne menem şeyse) savunan akademisyen kisveli eski tüfekler, Kürt ile Kürtçülük yapanları birbirine karıştıran büyük sosyologlar(!), ırkçılığa karşıymış gibi söylenip “Millet-i İbrahim” şuuruna karşı gelenler, Türkmenliği ile övünüp Kürtçülük yapanlarla koalisyon kurmaya çalışan ve Londra üniversitelerinde yüksek lisans yapıp demokrat geçinen allâme-i cihan Hâriciyeliler, iktidarın muvaffakiyetini kendine devşiren tekebbür sahibi Maliyeci artıkları, yaşına duyulan hürmeti istismar eden abiler varmış. Bu liste uzayıp gidiyor. Neyse, biz asıl meselemize gelelim…

Bugünlerde AK Parti’den ayrılıp yeni parti kuranların durumlarına bakınca, çoğunun özellikle kritik dönemlerde liderlerini ya yalnız bıraktıkları veya liderin söylediklerinin aksine muarızların işine yarayacak malzemeler ürettiklerini görürüz. Elbet liderin her söylediği (hâşâ) Allah kelâmı değil. Ancak bu güruh, samîmiyetsizliklerini ilk olarak “meşveret” denilen o kadim geleneği terk edip okyanus ötesi bir fitne olan FETÖ ile yerli Marksist/Leninist güruh ile birlikte onlara ortak liberallerin Gezi Kalkışması’ndan sonra o hainlerle devlet adına müzakere (!) yapmaya çalışanlardı. Bu güruhun şimdi de bugün ayrılarak yeni parti kurmak isteyenlerin arkasında olması ve ayrıca ellerinde yetki varken nadanların işledikleri gayr-i millî fiillere mazeret uydurmaları dikkat çekicidir. Bizse ne yapmak istediklerini gayet iyi anlıyor ve niyetlerinin halis ve pâk olduğunu beklemenin akla ziyan olduğunu düşünüyoruz.

Naçizane bu yazıyı kaleme alırken, gözlerimizi kapayıp Gezi Kalkışması’ndan sonra bugüne kadar gerçekleşen kritik hâdiseleri film şeridi gibi hatırlamaya çalıştık. Bir liste yapmak için de basına yansıyan ve meraklıları için Sayın Devlet Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan ile yollarını ayırmak isteyen eski şöhretlerin (!) aralarında yaklaşık sekiz başlık altında toplanan “görüş” farkı olduğu sonucuna dair kayıt düşüldüğünü gördük.

Bu sekiz başlık şöyle sıralanmış: İlk olarak mülga MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın milletvekilliği aday adaylığı, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun hazırladığı ve “Şeffaflık Paketi” diye sunulan romantik çalışmalar, yine meşhur “Dolmabahçe Açıklamaları” ve HDP’li tiyatro oyuncusu milletvekilinin (!) şovu, 7 Haziran’dan sonraki “Koalisyon Hükûmeti” kurma çalışmalarının yoğun temposu, Başkanlık Sistemi’ne itirazlar ve eski düzene methiyeler, “Binali Yıldırım için verilen imzalar, 50 asil ve 25 yedek üyeden oluşan MKYK listesinin nasıl şekilleneceği konusundaki problem ve PKK’yı savunan akademisyen cübbelilerin (!) tutuklu yargılanmalarına karşı Davutoğlu cenahının gösterdiği tepki…

Bu hususların teferruatını arzu eden olursa, Al-Jazeera Türk’ten Gonya Şenay’ın notlarından faydalanabilir.

Bir ara meraklılarınca sanal âlemde dolaşan ve eski Başbakan’ın kaleminden çıktığında “beyanname” mi, “eksantrik manifesto” mu dense belli olmayan, ancak yazı muhiplerince “Aliyyü’l-a’lâ” şeklinde methedilse de çârelerden ziyâde klâsik ve klişe sloganlardan mürekkep “Benden âlâsı var mı?” yoğunluklu reçetesiz bir hitap dinledik. Yine o yazıda kalabalık şekilde sıkça tekrarlandı ki, başta Devlet Başkanımızın da tenkit ettiği AK Parti içindeki menfi durumların rahatsızlığı bihakkın çoğu ehl-i dille beraber bizim de içinde bulunduğumuz eli kalem tutan ve söyleme mâkâmındakiler tarafından halisâne niyetlerle belirtilen ve buna rağmen papaza kızıp oruç bozdurmayan türden şikâyetler, âdeta kıyamet senaryosu kabilinde tüm kamu efkârına sunuldu. Bu durum, aklıselim taraftar bulmayan bir layihadan ibarettir.

Binnetîce, yaşımız ve yaşadığımız zaman diliminde yaşanan ahvalin ışığında bizim naçizane görüşümüz ise, ayrılıp yeni bir parti kurmaya çalışanların FETÖ ile gönül bağlarının devam ettiği kanaati hâkimdir. İftiradan Allah’a sığınırız, o mel’un hareketle alâkalı kayda değer bir kınama yapmamaları ve kimi zaman da yasak savar kabilinde beylik lâflar etmeleri (Gezi olaylarını hatırlayınız), bize dünü unutmamamız gerektiren bir hâldir.

Yine Hâriciye üstadı geçinmelerine rağmen millî dış politikamızın aleyhinde atıp tutuyor olmaları, “Benim zamanımda” kibri ve fiilleriyle ortadadır. Eski Başbakan’ın, Rus uçağının düşürülmesini tekebbürle ve göğsünü gererek “Emri ben verdim” demesi, hayra alâmet değildir. “Açılım” politikaları konusundaki zaaflarının yanında Dolmabahçe’de tiyatroculara şov yaptırması, “Bu Hükûmet görüşüdür” diyerek Sayın Devlet Başkanımızın “Rahatsızım” ikazına “Kendi görüşüdür” diyerek devlet aklıyla alay etmesi de büyük yanlışlarıdır. “Altı ayda Şam’da Cuma namazını kılarız” cümlesinin kibirle söylendiği ortadayken, Suriye ve Irak politikasını tenkit eden nadanlarla beraber hareket ediyor olması ise dikkat çekicidir.

Bu fakire göre can alıcı ve önemli bir görüş farkı da, Cumhur İttifakı’nın diğer ortaklarını içlerine sindirmeyerek daha açık bir ifadeyle diğer abur cubur partileri MHP’ye tercih ediyor olmalarıdır. Dâvânın lideri herhangi bir dış ekole bağlı olmadığından, kendilerinin çokbilmiş zehabına kapılıyor olduklarının farkına varamamalarına karşılık, bu beyzâdelerin hepsinin ayrı ayrı dış ekollere bağlılığını görmeyeceğimizi mi zannediyorlar?

Bir diğer can alıcı farklı görüş ise, Nizâm-ı Âlem mefkûresi konusuna aynı gözle bakmamalarıdır.

Sonuç

Netîce itibariyle, “Açıklarsam yer yerinden oynar” hafifmeşrepliği ile başlayan, eski bakanlık gücünü kendinden menkul gören Maliyecilerin, devletin en âli mâkâmında görev alıp sonra da HDP ve CHP’nin ortak olduğu bir harekete teşne olanların kuracakları işten bir hayır doğacağını beklemiyorum. Allah (cc) kimseyi nefsine esir etmesin!

Son olarak Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’ne kulak verelim: “Hak şerleri hayreyler/ Zannetme ki ğayreyler/ Ârif anı seyreyler/ Mevlâ görelim neyler/ Neylerse güzel eyler./ (…)/ Sen Hakk’a tevekkül kıl/ Tefvîz it ve rahat bul/ Sabreyle ve râzı ol/ Mevlâ görelim neyler/ Neylerse güzel eyler…”