Vefâ

Bir ömür hediye edilmişse, o insana vefâ, çok ama çok güzel yakışır. Bunca hazine, vefâyı gerektirir! Benim büyük, çok büyük dertlerimden biri de bu işte! Ve ben derdimi çok seviyorum. Kimi zaman bu sebepten çok üşüyor, paramparça oluyorum. Bazen unutuyorum, uyanınca mahcup oluyorum. İnsanım işte, sağım solum belli olmuyor, saatim saatini tutmuyor!

“VEF” denince aklıma geldi, bir bilimkurgu filmi vardı adını hatırlayamadığım; dünya dışı varlıklar, görevleri gereği dünyaya gelirler ve sahip oldukları güç ve teknoloji ile adalet, sağlık ve düzen getirirler. Tek bir sorun vardır: Ne kadar dünyayı düzene sokup kötülüğe son verseler de görevleri gereği insanlığı sonlandırmaya gelmişlerdir. İnsanların ellerinden gelen hiçbir şey yoktur. Sonuç olarak bir insan kalır geriye. Tüm insanlık son bulmuştur. Geriye kalan o insanı yanlarına alan uzaylılar, dünyayı terk ederler. Yanlarına aldıkları son genç de ömrünü o uzaylıların yanında bitirdiği zaman insanlık adına uzayda hiçbir şey kalmayacak, insanoğlu sanki hiç olmamış gibi olacaktır...

Kalan tek insan olan o genç uzaylılara şöyle söyler: “İnsan hiç var olmamış gibi olacak, böyle olmamalı! Şu evrende insanlar yaşadı, onlardan geriye bir şeyler kalmalı; bir anı, görüntü, ses kaydı... Ne olursa olsun, bir şeyler kalmalı. İnsan hiç var olmamış gibi olmamalı...”

“Bu filmle vefânın bağlantısı ne?” derseniz, “Şöyle geçmişe bakın” derim. Tâ kâinatın yaratılışına kadar... Rabbimiz insan için kâinatı var ediyor. İçini süslüyor. İnsan ömrünün, aklının yetmeyeceği kadar ilmi içine yerleştiriyor. Sonra yine kâinattan daha özel sistemler ile insanı inşâ ediyor.

İnsanın etrafı ilimle bezenmiş, süslenmiş. Doğru yolu bulması için peygamberle desteklenmiş. Her türlü donanımla geliştirilmiş. Emrine hayvanlar, bitkiler verilmiş. Öğrendikleriyle maddeyi de, kendini de geliştirmiş. Attan arabaya, arabadan uçağa geçmiş. Denizleri fethetmiş. Uzaya çıkmış. Dünyanın en uzak köşesindekiyle görüntülü görüşebilecek teknolojiyi îcâd etmiş... Sorarlar insana hem de en acısından: Bunca yaratılmışın, zamanın, insanın, nimetin ve ilmin hiç mi vefâsı olmayacak? Aklımıza getirip de arkamızda bıraktığımız bunca oluşun hiç mi anlatmak istediği bir mesajı olmasın?

Allah’ın yarattığı şeyler içinde en üst yaratılışla yaratıldıysam, bunun vefâsını nasıl sağlayabilirim? Dinimin ve vatanımın, şanlı bayrağımın üzerimdeki hakkını nasıl ödeyebilirim?           

Evet, tek tek hepimiz için yaratıldı bu koca kâinat. İçindeki sayısız canlı ve cansız varlık için... Bize konuşur gelip geçen onca peygamber. Kur’ân bize seslenir. Bu güzel vatan bize seslenir altındaki binlerce şehit ile. Bu din bize konuşur, bitkiler bize. Allah aşkına, biri çıkıp söylesin, soğuk terler döküp uyanmak için, kendimize gelmemiz için Yüce Yaratıcının daha ne yaratması gerekiyor? Okunmakla, yazmakla bitmeyecek bu kâinat tamam mı yani? Bu güzel dinin hakkını verdik, bitti mi yani? Bu ülke ve insanlık için elimizden gelen her şeyi yaptık, bitti mi? Vefâ, birazcık vefâ ey insan! Bu kadar bırakma, yiyip bitirdin kendini!

Süslü sözler yazılmış olsun diye kelimeler dökmek istemiyorum şuraya sevgili okur, yüreğimi, heyecanımı, üzerimdeki vebâli dökmek istiyorum. Çünkü insanın insana ettiği zulümlere kahroluyorum. Çocuklara rengârenk bir dünya bırakılsın istiyorum. Sonra Rabbimin üzerimdeki nimetlerini değerlendirirken bile bile günah denizinden çıkamadığım için mahcup oluyorum. Sonuç olarak, yazmaktan başka çârem yok!

Bahsettiğim filmdeki gibi olmasın ve hiç yaşamamış gibi gitmeyelim bu diyardan. Dünden bugüne ismi kalan insanların tek ortak özelliği, bıraktıkları eserler; o eserlerdeki inançları ve çalışmaları... Kendi için maddî bir gelecek, rahat ve sağlıklı bir hayat, güç ve mâkâm için bütün ömrünü harcamış da ismi kalmış kaç kişi var? Yüzyıl, binyıl öncesinden hangi doktor, avukat, zengin, fakir, kapıcı, kuyumcu, manav, idareci ismi tanıyoruz? İsmini bildiklerimiz de bu işleri yapmış olabilir ama ismi tarihin ötesine geçiren unsur eserdir, faydadır, ilim için harcanan bir inanç ve ömürdür.

Şu an bir saat daha geçti ömürden. Bir başka saati harcıyorum. Düşünebiliyor musunuz, harcamamız için bize verilen şey 1 milyon TL değil, bir saat! Hiçbir gücün, maddiyatın, hiçbir hazinenin satın alamayacağı, var edemeyeceği o saatin üzerimizdeki hakkına nasıl vefâ gösteriyoruz?

Hazine öyle büyük ki, o bir saatinizin içinde neler olur neler. Bir tatlı rüzgâr okşar yanaklarınızı, bir kedi miyavlar, bir bebek pırlanta gözlerini, bir çiçek yapraklarını hayata açar, gece gündüzü kovalar, toprak kıpır kıpır hayat fışkırır, bembeyaz hayat düşer göklerden. Sırılsıklam olur düşler o yağmurlarda; akıl, nefs, ruh, beden adım atar sevgi denizinde. O bir saatte neler olmaz ki? Dünya binlerce kilometre yol alır. Sonsuzluk daha sonsuz olur. İlim katbekat katlanır. Rabbim nimetlerini yürütür üzerimize.

O bir saatte şükürler, tövbeler yapılabilir. Ana babaya, evlât ve kardeşe, arkadaş ve dosta selâm verilebilir. Hiç tanımadığımız insanlar için duâlar edilebilir. Bir saatin içinde inanılmaz olaylar yaşanır; acılar, savaşlar, ihanetler, vahşetler, açlık gibi zor şeyler de yaşanır, tatlı ve mutlu olaylar da...

Bir ömür hediye edilmişse, o insana vefâ, çok ama çok güzel yakışır. Bunca hazine, vefâyı gerektirir! Benim büyük, çok büyük dertlerimden biri de bu işte! Ve ben derdimi çok seviyorum. Kimi zaman bu sebepten çok üşüyor, paramparça oluyorum. Bazen unutuyorum, uyanınca mahcup oluyorum. İnsanım işte, sağım solum belli olmuyor, saatim saatini tutmuyor!

Ömür sayfalarıma tırnaklarımla hakikati kazımaya, sizlerle dertleşmeye devam edeceğim. Kişi bilse de, bilmese de dilindeki, gönlündeki şey duâ ve ben duâlarımı da yazmaya devam edeceğim. Bildiklerime de, bilmediklerime de vefâ borcumu yazarak ödemeye çalışacağım.

Serin ve selâmet üzere olunuz...