Vefa yerine

Sevgili dostum, ben bu iniltilerin, imdat seslerinin, açlık sızlamalarının arasında bırak seninle muhabbet etmeyi, kendi derdimden bahsetmeye bile utanırım. Birileri hayatta kalma mücadelesinde, ya ben!? “Acaba şöyle mi, böyle mi?” muhabbetinde… Böyle bir şey olamayacağına göre, dostluğumuz da evrendeki rolünü oynamaya başlamalı.

SEVGİLİ Dostum, bana vefa göstereceğinde lütfen bir kez daha düşün! Senin bana vefan beni öyle coşturuyor, öyle mutlu ediyor, besliyor, geliştiriyor, zenginleştiriyor ve bana öyle huzur veriyor ki, bunu tarif etmek için bu kelimelerin mânâlarını yaşamış kişilerin yerinde olmak gerek. Onlar ne demek istediğimi çok iyi anlayacaklardır. Eğer dünya sen ve benden ibaret olsaydı, bunları sana yazmak zorunda kalmazdım.

Evet, dünya ve hayat, ikimiz ve ikimizin dışındaki insanlardan, canlılardan ve cansızlardan müteşekkil. Onları yokmuş gibi, onlarla herhangi bir ilişkimiz yokmuş gibi kabul edemeyiz ve kendimizi başıboş, tesadüfen dünyaya gelmiş ve tesadüfen bir şeylerle muhatap olan şahıslar olarak göremeyiz. İşte senin bana göstereceğin vefanın da onlarla ilişkisini tanımlamak durumundayız! Yani sen bana her şeye rağmen vefa göstermeli misin? Dostun kalacak vasıflarımı koruduğum sürece bana vefa göstermek zorundasın ve aynı şartla ben de sana göstermek zorundayım. Ancak bir durum hariç!

“Dostluk” kelimesinin olduğu yerde bencillik olamaz. Fedakârlık, cefakârlık, diğerkâmlık vardır bu kelimesinin içinde. Aramızda bir dostluktan bahsediliyorsa, az önceki kelimeleri ve daha fazlasını zaten söylemişiz demektir. Dürüstlük, samimiyet ve hüsnüzan gibi tavırların herkese karşı zorunlu şekilde olması gerektiği gibi, birbirimize karşı da olması gerektiği konusunda tartışmaya bile gerek yok.

Yukarıdakilerin yer aldığı, yine dostluğumuzun gereği buluşmalarımız, bayramlaşmalarımız, görüşmelerimiz, sohbetlerimiz olur. Biz buluşmalarımızda zamanımızı, yiyeceklerimizi, içeceklerimizi, dertlerimizi, sıkıntılarımızı, mutluluklarımızı, sevinçlerimizi, düşüncelerimizi, kaygılarımızı, plânlarımızı, projelerimizi, başarılarımızı, başarısızlıklarımızı paylaşırız. Bu buluşmalar ve paylaşımlarımız, bizi yalnızlık duygusundan uzaklaştırır. Sohbettlerimizin sonunda besleniriz. Bunların hiçbiri olmasa da, dostluk başlı başına yeterlidir zaten. Dostluğun kendisi bizzat her şey veya hiçbir şeydir. Sonrasında imkân, ayrıcalık, menfaat anlamında maddî hiçbir şey gelmemesi önemli değildir ki… Bunları bekleyene “dost” denmez ki... Dense dense, “ölçülemez varlıkların ticaretinin tarafları” denir herhâlde.

Biz seninle hesabı olmayan, hasbî iki dostuz. Bu anlamda harikayız! Birbirimizden şikâyetçi değiliz. Ya çevremizdekiler? Çevremizdeki insanlar, olaylar, canlılar, cansızlar? Onları yok sayalım mı? Bir çay bahçesinde, ağacın altında, koyu bir sohbete dalmışken, çayımızı yudumlarken, açlıktan bayılmak üzere olan çocuğun çıkardığı sesten rahatsız olup yerimizi değiştirelim mi? Yahut oradaki görevliye, “Kardeşim, şunları niye sokuyorsunuz buraya, şurada iki laf edemeyecek miyiz?” diye kızalım mı? Acaba ağrı ve sancıdan inleyen hastanın iyileşmesi için uğraşacak insanlar mı, yoksa başkalarının çıkardıkları sesten rahatsız olup onların sesini kesmeye çalışacak insanlar mıyız?

Evet dostum, biz hastaların inlediği, çocukların açlıktan bayılacak hâle geldiği, batmış mülteci botlarından denize düşenlerin “İmdat!” seslerinin arşa çıktığı, bomba seslerinden birbirinin duyulamadığı bir coğrafyada yaşıyoruz. Bu kadar mı? Önyargıların kol gezdiği, dışlanmanın, aşağılanmanın günlük hayata sirayet ettiği toplumda yaşıyoruz.

Ne yapalım şimdi? Derin sohbetlerimize devam edip çayımızı, kahvemizi mi yudumlayalım, yoksa elimizden geldiği, aklımızın erdiği, gücümüzün yettiği kadar, elimizde yara bezleriyle insanların imdadına mı koşalım?

Sevgili dostum, ben bu iniltilerin, imdat seslerinin, açlık sızlamalarının arasında bırak seninle muhabbet etmeyi, kendi derdimden bahsetmeye bile utanırım. Birileri hayatta kalma mücadelesinde, ya ben? “Acaba şöyle mi, böyle mi?” muhabbetinde… Böyle bir şey olamayacağına göre, dostluğumuz da evrendeki rolünü oynamaya başlamalı. Evet, senden ricam, bana vefa göstermek yerine bir yarayı sarman, bir gözyaşını silmen, beraber içeceğimiz çayı dardaki birine ikram etmen yönündedir. Her dinen acı, dostluğun bereketidir, katkısıdır. Seni sık sık arayamıyorsam, benim sebebim de budur!