Vaveyla

Mutluluk güvende hissettiren bir şey olsa gerek. Zor günde güvende olunmaz zaten. Binbir emekle yerine konulan şeyler, gün geliyor o yere ait olmayıveriyor. Tüm hayatının taşınması gerektiği gerçeği hiçbir eve sığmıyor ki, nasıl taşınasın! Taşınmazlarımız ne olacak? Hayâl kırıklıkları, anılar ve daha birçoğu… Her yol bir iz olarak kalıyor ardımızda ve yolun sonunda en büyük izi bırakarak çıkıp gidiyoruz.

DURGUN yüzünde gördüğüm kederi içine bu kadar tıkıştırmasından korkuyordum. İnsan, bazen üzüntüsünü dışa vurmaya güç bulamıyor. Çünkü bu acının hakkı, bağıra çağıra ağlamaktır ama gücü susmaya yetiyor. Bazı meyvelerin olgunlaşması için çatlaması gerekiyor. Rutini bozmak istemeyişimizden belki de bir türlü kabul etmememiz. Yeni bir hayat ihtimali her zaman tatlı gelmiyor insana. Çünkü rutin nimettir, demişlerdi. Ancak bazen olacak olanı sadece erteleyebiliyoruz, olmasını engelleyemiyoruz. Zamanı gelince çatlıyor meyvemiz ve her şey alt üst oluyor, rutin bozuluyor, tırtıl kelebek oluyor binbir sancıyla ve yeni bir başlangıç mecburi yön... Ve her şey alt üst olduğunda orman kanunları geçerli olmaya başlıyor, gördüm. 

Saygı, sevgi, nezaket işlemiyor ormanda. Kim ne kadar canını acıtabilirse o kadar acıtmaya uğraşıyor. Onurlu bir acı yaşamak zorlaşıyor. Nasıl olsa daha iyi olurdu, kimse bilmiyor. Herkes bir şekilde acısını savuşturup, hayatta kalmaya çalışıyor. Ve gönül sızısıyla devam etmek çok zor, derken, yıkılıyor bir market kuyruğunda. Belki bir asansörün başında devriliyor içindeki koca dağlar. Fakat herkes güler yüz bekliyor. Bu zamana kadar ne hayâller ne sonsuz mutluluklar düşlemiştir oysa. Güzel şeyler sonsuz olmak zorundaymış gibi. Güzel şeyler sonsuza kadar sürmeli… Sürmediği zamanlarda o geçişler mahvediyor bizi. Kabullenmek, yas tutmak, alışmaya çalışmak… O zorunlu eşikler, mahvediyor.

Güzel havalardan karlı ayazlı kışlara geçmek gürültülü oluyor tabii. Ve bu zor zamanlarda insan sevdiklerinin yanında olmak, yükünü hafifletmek istiyor. Acısının bir kısmını da ben çekebilirim diye koşarak gidiyoruz belki de. Sevdiğin birinin büyük hüzünler yaşadığına şahit olmak ve hüznü onun kalbinden çekip alamamak da yük olurmuş insana. Bazen kendimizi de fazla abartıyoruz sanki. Kimiz ki bu dünyada, ne kadar yer kaplıyoruz da hayâl kırıklıklarıyla başa çıkacak kadar cesur hissediyoruz? Halbuki sadece öylece yaşayacağız, geçmesini bekleyerek… Her şeyle baş edebilme hülyasına kapılmadan da olmuyor işte, kişisel geliştik malum. O kadar güçlü değiliz kabul edelim.  Her şey hayâl ettiğimiz gibi olsaydı, her şey hayâl ettiğimiz gibi olur muydu acaba? İki iyiliği birleştirince bir büyük iyilik etmeyebiliyor çünkü. Bir iyilik, bir iyilik daha, bir kötülük edebiliyor. Hayat bizim planladığımız gibi ritmik ilerlemiyor daima. Şifreleri, formülleri yok maalesef. Dünyada da cenneti yaşayalım istiyoruz. Çok istiyoruz, olmuyor... Dağ dağa kavuşur da insan insana kavuşmaz demişler. İnsan insana hep ayrılmak üzere mi kavuşuyor? Hep hüsran mı olacak bir yerlerde mutlaka? Hayat bizi asla tamam edip bırakmıyor. Hep yarım, hep kursakta…

Sonsuza kadar mutlu yaşadılar, diye biten hayatlar masallardaymış meğer. Biten şeyler mutlu olmuyormuş, şahit oldum. Büyüdükçe sıkıntılarımızın da büyüyeceğini bilseydik gelir miydik hiç buraya? Her durumda makul davranmak zorunda olduğumuzu bilseydik gelir miydik? Üzgünsek okulda bile ağlayabilirdik eskiden. Artık ağlayamıyoruz iş yerinde. Bizim üzüntümüzün hiçbir anlamı yok artık, sırf büyüdük diye, ne olursa olsun devam etmemiz gerekiyor. Her dalga vurduğunda biraz daha savruluyor, biraz daha parçalanıyoruz. Derinleştikçe dalga boyu da artıyor. Yine de büyüyünce dostluk da başka yerden büyüyormuş. Büyük üzüntülerde verecek daha büyük bir omzumuz var artık. Daha büyük sözlerimiz, verecek fikirlerimiz, büyük teselli cümlelerimiz var. Artık siyah beyaz eleştiriler gerçek gelmiyor. Saygılı olabilmek için gri kalmamız gerekiyor. Arkadaşlarımızı oyunlarda kayırdığımız gibi kayıramıyoruz artık. Biz ikimiz olalım, siz hepiniz, tekliflerini cesurca yapamıyoruz. Çünkü günün sonunda herkes kendi hayatına dönüyor. Kavgaya da beraber gidemiyoruz. En candan, ciğerden arkadaşımızı bile kendi başına bırakıp dönüp geliyoruz hayatımıza. Büyümek böyle bir şey miydi? Hayatlarımıza, çizgiye kadar dahil olabiliyoruz ve az daha ileri gitsek başka bir sorun peyda oluyor. Bunu kimse söylememişti. Sevincinde koşmadığımız insanın, hüznünde koşuyoruz. Mutluluk güvende hissettiren bir şey olsa gerek. Zor günde güvende olunmaz zaten. Binbir emekle yerine konulan şeyler, gün geliyor o yere ait olmayıveriyor. Tüm hayatının taşınması gerektiği gerçeği hiçbir eve sığmıyor ki, nasıl taşınasın! Taşınmazlarımız ne olacak? Hayâl kırıklıkları, anılar ve daha birçoğu… Her yol bir iz olarak kalıyor ardımızda ve yolun sonunda en büyük izi bırakarak çıkıp gidiyoruz.

Hâsılı, birinin acısına ne kadar ortak olursak olalım, ona ne kadar destek olursak olalım ve onun için ne kadar üzülürsek üzülelim, eve döndüğümüzde onun hikâyesini yazabilmek, insana ait tüm kusurları barındırıyor aslında. İnsana ait tüm kusurlar ve biraz da ihanet. Onun acısını tasvir edebilecek realiteyi kuruyorsun zihninde. Acısını tarif edebilecek hüzünlü cümleleri özenle seçerken, cümlenin düzenini düşünecek kadar bencilleşebiliyorsun. Yaşanılanların yazılması güvende hissettiriyor belki de. Hislerini kayıt altına almak, hatırlamak için ipucu olabiliyor. Günün sonunda neler söylendiği, neler yaşandığı unutuluyor olabilir fakat kimse ne hissettiğini unutmuyor. Yıllar geçse de…

Vesselam…