
DÖVİZE karşı savaşanlara savaş açanlar, fikrimi değiştirdiler!
Aslında 20 Aralık gecesi, bir özür ve özeleştiri
yazısı yazmak vardı aklımda. Zira son yazımda, anladığım ve anlatmaya
çalıştığım ekonomi politikası ile izah edilemeyecek bir savaş açılmıştı döviz
kuruna. Zannetmiştim ki, Japonya modeli referans alınarak döviz “Saldım çayıra,
Mevlâ’m kayıra” gideceği yere kadar gidecek, vatandaşı döviz ve sebep olacağı
enflasyona karşı koruma gayreti gösterilecek… O hâlde, bir önceki yazımın
ilgili bölümünü “Eldeki tüm imkânlar kullanılarak, döviz kuru, olması gereken
yere çekilecek” şeklinde tashih edelim.
Tüm politikasını “kötü ekonomi” üzerine kurgulayan
muhalefet için kıyamet gibi bir geceydi 20 Aralık gecesi. Ve tabiî ardından
gelen günler, geceler…
İlk beş günün sonunda, döviz yüzde 50’ye yakın değer
kaybetti ama birileri nedense çok rahatsız oldular bundan.
“Türk lirasının itibarı
yerle bir oldu! Bahara kalmaz, enflasyon ve döviz kuru 2021’in son çeyreğinden
daha kötü bir hâl alır! Düşüş geçici, dövizinizi bozmayın!”
veya “Tsunami dalgaları gibi, çekilip geri gelecek ve herkesi yok edecek”
türü yorumlar vardı…
Muhalefet kanadından herkes, TL’nin itibarını kurtarma
operasyonunu itibarsızlaştırma çabasına girişti. Bugüne kadar adını bile
duymadığımız ekonomistler ve sol kanadın emperyalist yazarları hep bir ağızdan
felâket tellallığına soyundular. Onları da anlamak zor değil elbette;
ellerindeki tek seçim sloganı da kayboldu gitti. Hem komik, hem üzücü itirazlar
yükseldi bu döviz operasyonuna karşı. Sosyal medya, 17-18 TL iken dolar alıp
bir gecede yüzde otuz zarar edenlerin feryatlarıyla sarsıldı. Döviz yükselirken
Erdoğan’a küfredenler, bu defa döviz düşüyor diye ağızlarını bozmaya devam
ettiler. Yapılanın geçici bir düşüşe sebep olduğunu, bunun sonunun kötü
olacağını savunan hesapların nerelerden beslendiğini araştırmaya bile gerek yoktu,
biliyoruz!
Peki, Türkiye’nin en eski ve ikinci büyük partisinin
genel başkanı nasıl olur da bu kara beklentilerle beslemeye çalışır seçmenini?
Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın döviz garantili mevduat hesabının devletin kasasına
büyük zarar vereceğini, zira Hazine’de var olmayan bir parayla teminat
verildiğini, bu zararın da fakir fukaranın cebinden çıkacağını söylerken bile
kara propaganda yapıyor aslında. Ona göre döviz yükselmeye devam edecek,
ekonomi beklendiği gibi düzelmeyecek, TL mevduatına dönenlere Devlet’in
kasasından “kesinlikle” fark ödenecek…
Hâlbuki hesap hiç de öyle değil! Beklenti, 2022
sonunda doların 9 TL seviyelerinde olması yönünde. Dolayısıyla bu beklenti
karşılanırsa, Devlet’in kasasından tek kuruş tazminat farkı çıkmayacak.
Ama yok! Sen bunu istemediğin gibi, ekonominin en
büyük düşmanlarından biri olan kriz beklentisini pompalayarak başarının önünü
kesmeye çalışıyorsun.
Bu da yetmiyor, bir anda CHP’nin olmazsa olmazı
lâiklik ilkesinden de taviz verip, olayı helâl haram hesabına getiriveriyor
Kemal Bey. Ona göre, bu sistem gizli faizcilik sistemiymiş ve içinde “nas”
olamazmış. Erdoğan söylediğinde bu kadar gündem olmamıştı da Kılıçdaroğlu da
bahsedince “nas”, bir merak konusu oldu tabiî. Bir de baktık ki, birçok kişinin
sûre ismi zannettiği nas, Kur’ân ve Sünnet ile koyulan kurallar bütünü
demekmiş. Velhâsıl CHP, Kur’ân ve Sünnet ile izahı olmayan bu sisteme karşıymış.
Ancak, belki dindar kesime yönelik bir siyâsî hamle olarak kaleme alınmış olsa
da, dinî konulardan dikilmiş her kıyafette olduğu gibi bu da CHP’nin üzerine
oturmadı tabiî. Zira buradaki nihaî amaç, “Paramı faize mi yatırsam, dövize mi?”
ikileminde olanları -Devlet lehine- dövizden uzaklaştırmak. Dinî sebeplerle
parasını vadeli hesapta tutmayana yönelik bir faiz baskısı kuramazsınız zaten.
Sonuçta kendilerinin de şikâyet ettikleri bir ekonomik
durum, Türkiye lehine değişme eğilimi göstermişken, sen kalkmış, son altı aylık
döviz hareketliliğinin araştırılması için önerge veriyorsun Meclis’e. Yükselirken
gözünü “kâr” bürümüş herkes aldı o dövizi. Bankalar da aldı, iş adamları da, sokaktaki
vatandaş da. AK Partilisi de aldı, CHP’lisi de. Erdoğan, “Yapmayın, etmeyin, bu
oyuna gelmeyin!” diye uyardıkça aldılar ve bilerek ya da bilmeyerek destek
oldular bu oyunu kuranlara. Yani bu mudur 99 yıllık partinin önceliği, Devlet’in
ekonomik bir çıkış yolu bulması değil de bu yolun başından sonuna kimlerin
zengin olduğu?
Aylardır yükselen döviz karşısında timsah gözyaşları
dökenlerin, aslında Hükûmet’i sıkıştıracak bir enstrüman buldukları için ellerini
ovuşturduklarını biliyorduk. Bu defa ise “Ya tutarsa?” endişesiyle gerçekten
ağladıklarını ve ellerini açıp duâya başladıklarını görüyoruz; döviz tekrar
yükselsin, ekonomi düzelmesin diye…
Ancak her zaman olduğu gibi, muhalefet bu durum
karşısında da puan kazanacağı tepkileri vermekten aciz kaldı. Meselâ hiç kimse
de çıkıp demedi ki, “Elinize, emeğinize sağlık! İyi de, madem bu işin çözümü
sadece bir geceydi, neden bu kadar beklediniz?”…
Benim aklıma gelen ilk soru buydu açıkçası. Dolar,
ekonomik gidişatla anlatılamayacak bir yükselme eğilimine girdiğinde TL’yi
özendirecek önlemler alınsaydı, son üç dört aydaki travmayı yaşamasaydık, olmaz
mıydı?
Muhalefetin sormayı akıl edemediği bir soru daha
soralım yeri gelmişken: Vadeli mevduata para yatıracakları düşündünüz de, “Faiz
haramdır” diyerek altın ya da dövize yatırım yaparak parasını pul olmaktan
korumaya çalışanların hakkını neden düşünmediniz?
Öyle zannediyorum ki, ilk sorunun cevabı, bıçak kemiğe
dayanmadan alınacak benzer kararların aynı ölçüde etkili olamayacağı, bu yüzden
öncelikle başka ekonomik ve siyâsî enstrümanlarla yükselişi durdurma gayreti
gösterildiği olacaktır. İkinci sorunun cevabını da faizsiz bankacılık sistemi
için geliştirilecek uygulamadan alacağız…
Peki, nasıl oldu da Hükûmet, TL’yi dövize karşı
koruyabileceğine güvenecek noktaya geldi?
Birçok mecrada dile getirildiği gibi, özellikle
doğalgaz rezervleri konusunda beklenen büyük müjdeler var. Resmî ağızlardan
duymasak bile siyasete yakın isimler, Türkiye’yi doğalgaz ihracatçısı konumuna
taşıyacak keşiflerden söz ediyorlar. Sadece bu beklentinin gerçekleşmesi bile
TL’ye güvenmek için yeterli bence. Ancak bunu da destekleyecek türden
unutulmaması gereken başka gelişmeler var. Pandemi şartlarına rağmen yatırımdan
vazgeçmeyen Türkiye, aynı yıl içinde ikinci haberleşme uydusunu gönderdi uzaya.
Fırlatma için Elon Musk’ın SpaceX’i kullanıldı bir kez daha. Bu vesileyle
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı görüşmede, Türkiye ile gelecekte birçok şeyi
yapmayı sabırsızlıkla beklediğini söyledi Musk. Dünyanın en zengin işadamı
Türkiye ile ortak projelerden bahsediyorsa, bildiği bir şey var demektir. Aynı
şekilde, yıllardır düşmanlarımızla dirsek temasına girmiş olan BAE’nin
Türkiye’de yatırım kararı almış olması da yabana atılacak bir gelişme olamaz.
Muhalefet hâlâ görmezden gelse de, Türkiye, pandemi
ile değişen yeni dünya düzeninin oyun kurucu aktörlerinden biri olmaya çok
yakın duruyor. Bütün hesaplar ve bütün çalışmalar bunun üzerine. Buradan dönüş
yok! Bunun için Erdoğan’ın 2023’te bir kez daha seçilebilmesi şart! Bunu
sağlayacak en önemli etken ise, ekonominin vatandaşı doğrudan ilgilendiren
boyutu. İşte tam da bu yüzden hem dövizdeki, hem enflasyondaki yükselişin
durdurulması, hem de faizlerin tek hanelere indirilmesi gerekiyordu. Hükûmet,
seçim için son kozunu, en doğru ve en güvendiği zamanda devreye soktu.
Umuyoruz ve duâ ediyoruz ki, yeni ekonomi modeli tutsun ve Türkiye’nin önü ilelebet açılsın…